Kralcı olmak
Geriye dönüp baktığımızda; geçmiş dönemle bugünü birleştiren ve istikrarlı süregelen tek şey belki de; “kralcı olmak” konusunda tutkun insanların aynılığını koruyan aşırı profesyonel nezaket dediğimiz tavır paletleridir. Tahtın başındaki kişiye sınırsız muhabbet besleyenlerin değişen koşullara rağmen soylarının tükenmemesi şaşırtıcı değil elbette. Kralcı olmak bir sanattır ve bu sanattaki ustalığın erbabına kazandırdığı birçok avantajlar vardır. İş hayatının anonim kitabı onların sırtının pek de kolay yere gelmediğini yazar.
'Kralcı olmak' herkesin yapabileceği veya öğrenebileceği bir sanat da değildir. Sahte gülümsemeyi kralla her karşılaştığınızda yüzünüze yerleştirmek, bitmek bilmeyen şirinlik turları atmak, kaşların altından fışkıran hırsı seri şekilde hayran bakışlara dönüştürmek, sürekli yaranmaya çalışmak, abartılı övgüler sunmak, alkışlamaktan nasır tutan elleri taşıyor olmak yazıyla tasvir edildiği kadar da kolay değildir. Kralcı olamayanların birçoğu bu sanatı hiç beceremediği gibi bu sanatın sürekli sahneye koyulmasından esef duyarlar ve sistemden bir şekilde çıkış kapısı ararlar.
İster siyaset okyanusunda bir ideolojinin, ister plazalarda bir kurumun, ister yeşil sahalarda bir camianın, ister bir sivil toplum kuruluşunda olun etrafınızın bahsettiğimiz sanatın erbabı sıkı dostlar tarafından çevrilmesi kaçınılmazdır. Bir kralın, en yakını olduğunu iddia ederek aşırı iltifatlara boğan menfaatperverlerden ayrı bir iklim düşünmek hayatın gerçeklerine aykırıdır. Saf olmayanlar hayranlık maskesinin altında çok farklı beklentilerinin saklı durduğunu bilir.
“Siz en doğrusunu bilirsiniz”, “Ne eylerseniz güzel eylersiniz” cümleleri kaptan dostlarının dillerine pelesenk olmuştur. Hiçbir emek harcamadan, konformist beklentilerle sadece tahttakilerin ruhunu okşayarak prim elde etmek isteyenlerin joker ifadeleridir bunlar. Bu tür ilişkilerde menfaat beklentisini aradan çıkardığınızda geriye sadece boş övgüler kalır. Ve bu boş övgüler havaya salınan sabun köpükleri gibi çok geçmeden ve hiçbir iz bırakmadan kaybolur giderler.
Liyakat sahipleri ise çıkış için hamle yapmadıkları sürece olanları çaresiz gözlerle izlemenin ötesine geçemezler. Belki biraz da kralların kendilerini düşürdükleri duruma bakıp yüzlerini buruştururlar. “Kralın has adamı değiliz ama en azından başımız dik” diye düşünürler. Kralcılara sorarsanız bu sadece züğürt tesellisidir. İnsanlık onuru açısından mezhebi çok geniştir onların. Duygusal değil sayısal değerlendirmelerin insanıdırlar. Matematiği yapıp beklentilerinin karşılanmadığını gördüklerinde
hemen yanlış krala hizmet verdiklerini anlarlar. Yeni bir kral seçerken bir öncekinin sifonunu çekmekte de inanılmaz derecede hızlı davranırlar.
Aslında kralcıların yaşamlarındaki en anlamlı eylem, bir bar taburesinde veya meyhane masasında kendilerinden dilemeleri gereken özürdür. Onların sanatı, krala ve krallığa verdiği zarar bakımından müzmin bir insanlık suçudur.
Herkes tahtları dolduran kralların peşine düştüğü; gönülleri dolduranların ise kimsenin umurunda olmadığı bir değişmez iklimdir yaşadığınız diye düşünmeye başlarsınız zaman zaman.
Oysa ki asıl olan; “Gerçek krallık olan yaşamınıza sahip çıkıp kendi krallığınızın kralı olmanız” Ve en önemlisi; “Kralcı olmamanız!..” dır.
Bu uzun ve bitmeyen hikayeyi bir şekilde kısaltıp öyküye dönüştürürsek, öykü basittir aslında; Tahmin ettiğiniz gibi her yerde bir krallık vardır. Krallık olunca önce bir taht bulunur, içine de bir kral bulunup oturtulur. Her işyeri de bu anlamda kendi başına bir krallıktır. Kral pozisyonu konusunda hevesli olan çoktur, hatta kral olmak potansiyeli ve yeteneği mevcut kralın üzerinde olan aday da birden çoktur… Ancak, sistem tacı dağıtırken umulduğu kadar seçici olmaz. Sadece bir kişi o tahta oturtulur. Geri kalanlar “kralcı” mı olur peki? Hayır! Sadece bir kısmı olur. Ama genelde önemli bir kısmı olur bu oran! Nedir peki bu kralcıların ortak özellikleri? En önemli özellikleri varlıklarını krala armağan etmeleridir. Kralın haberi dahi olmadan kralın fedailiğine soyunurlar. Aslında kral derken, bizzat kendisine değil kral koltuğunda oturana adarlar kendilerini. Orada kimin oturduğu da çok önemli değildir. Koltukta oturanın özelliklerine göre bazen Hititli, bazen Romalı bazen de Osmanlı olup çıkarlar bir anda… Kraldan daha çok kralcı olurlar... Daha kuralcı, daha acımasız, daha tavizsiz, daha hâfızasız ve daha az sağduyuludurlar… Krallıktan beslendikleri için ömürlerinin daha uzun oldukları düşünülür. Oysa kralcılar daha az yaşarlar ve daha ölümlüdürler… Daha az yaşarlar çünkü varlıklarını krala adadıkları için kendi hayatlarını yaşamaya hiç soyunmazlar… Etrafındakilere ailelerine, dostlarına, sevilerine vakit ayırmak, akıp geçen yaşamı fark etmek istemezler… Buna rağmen daha çabuk ölürler … Er veya geç, bir kral tarafından yok edilirler sonunda… Yöntemleri değişik olsa da sonları hep aynıdır… Krallar değişir ama kralcılar değişmez, mantalite ve misyonları hep aynıdır… Kralın çıplak olduğunu söyleyebilenler de çıkar bazen… Onları dinleyip, her şeyi bırakıp kendi hayallerinin peşine giden krallar da çıkar.Gerçek kralların, yeri geldiğinde taçlarını bırakıp koltuklarından kalkarak kutsal yaşam ırmağında yıkanmaya gidenleri de çıkmıştır. Peki, kralcılara ne olur, nereye gider derseniz? Misyonu tamamlanan kralcının hep giyotine gittiğini yazmıştır tarih. Akıl başa geldiğinde, baş sepete düşmüştür çoktan!
-
Tuna Demir17 Ağustos 2016 23:54
Bence yazıda her şey çok güzel özetlenmiş.
-
hepiniz aynısınız17 Ağustos 2016 19:44
Hepiniz aynısınız...
-
Furkan Ercihan17 Ağustos 2016 17:38
Harika bir yazı olmuş; yazılarınızın tiryakisi oldum.
-
Mecit Ulusoy17 Ağustos 2016 15:09
Her yazı farklı bir konu ve farklı bir yaklaşım. Yazılarına gelen çeşitli eleştiri ve takdirleri ayrı bir kitapta veya bir kitap ekinde bir araya getirsen. Eleştirilere- eleştirileri ve takdirleri, takdirler-takdirleri ve eleştirileri de de görsek. Bir teklif…
-
Mehmet Çelik17 Ağustos 2016 13:11
Süheyl üstat harika yazmış. Dilek Kıran haklı. Suflenin de üslubu çok hoş, yazdıklarına kısmen katılıyorum.
-
Selim İçöz17 Ağustos 2016 12:12
Hakan Şükür'e herkes kral derdi; o kralcılığı seçti. Aklı başına geldiğinde iş işten geçmiş oldu.
-
Dilek Kıran17 Ağustos 2016 11:44
Sufle, yıllardır toplumun her kesimine sirayet etmiş olan bu çarpık yaklaşımı gözler önüne sermenin "provokasyon" olarak görülmesi, bu kralcılık akımına gönüllü olarak alkış tutmakla aynı anlama gelmiyor mu?
-
Aytuğ Erkan17 Ağustos 2016 10:54
Bu dünya en güzel bu kadar anlatılabilirdi.
-
sufle:17 Ağustos 2016 10:52
Bana sorarsanız biraz provakatif, çokça da klişe kroşelerle süslenmiş, ama hep bildik bir ironinin kopyalanmış bir versiyonu bu yazı. İşin aslı; tüm hiyerarşik yapılanmalarda (sadece komandit şirketlerde değil!) benzeri biat repliklerine rastlanır. Tahammül mülkü yıkılacak merhaleye taşınmadan da idare edilir, edilebildiği yere kadar. Bazılarının sabrı daha dar marjlarda tükenir, o kadar. Çekip gidenlerin de neye / kime güvenerek kahramanlık hikayelerine heves ettiklerine dikkat etmek gerekir, çoğunun tuzu kurudur çünkü... Aslına bakarsanız, Spartaküs öykünmesi çok az kişide hakikate yakın bir rolüdür.
-
erdem zorlu17 Ağustos 2016 10:29
makamlar liyakat sahiplerinin olduğunda kralcılar da kendiliğinden yok olacaktır.
-
Aytuğ Erkan17 Ağustos 2016 10:23
Bu dünya böylesine güzel anlatılmadı.
- 27 Aralık 2024, Cuma Devamını Oku
- 10 Ekim 2024, Perşembe Devamını Oku
-
08 Mayıs 2024, Çarşamba
Pathos - Duygusal okur yazarlık şart
Devamını Oku - 24 Nisan 2024, Çarşamba Devamını Oku
- 22 Ocak 2024, Pazartesi Devamını Oku
- 27 Aralık 2023, Çarşamba Devamını Oku
-
28 Kasım 2023, Salı
Yaşlarım ve bitimsiz farkındalıklarım…
Devamını Oku -
21 Temmuz 2023, Cuma
Güçlüyken güçsüz görün, güçsüzken güçlü!
Devamını Oku - 08 Mayıs 2023, Pazartesi Devamını Oku
- 30 Ocak 2023, Pazartesi Devamını Oku
- BANKA HİSSELERİ
-
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri