Kırık vade
Düşündü. Vadesi dolmamıştı hesabının.
Kolikti…geleceğe yatırım koliği…tasarrufunun amacı yoktu adeta. Tasarrufu, tasarruf için tasarruftu.
Hışımla şubeye girdi. Memureye yaklaştı. Hesabından beş yüz lira çekmesi gerektiğini söyledi. Memure gözlüğünün üzerinden süzdü şöyle bir telaşlı adamı. Boş elini uzattı gişenin üzerinden, bir şey istercesine. Adam memurenin boş elini görünce önce şaşırdı, sonra hızla cebinden hesap cüzdanını çıkartıp, uzattı. Memure hızla klavyeye verileri girip, hesap cüzdanını tekrar adama uzattı.
Adamı ter basmıştı. Daralmış, gömleğinin bir düğmesini daha açmıştı. Memurenin işini çok iyi bilmesinden kaynaklanan tavırları, adamı iyice bunaltıyordu. Sustu, sanki konuşmaması gerekiyormuş gibi, mimikleriyle “bu ne demek” demeye çalıştı. Memure susmanın kendine mahsus olduğunu imalı, kafasını iki yanına salladı.
-Beyefendi hesabınızın vadesinin dolmasına iki ay var dedi.
-Hanımefendi beş yüz lira hemen verin, yoksa hesabımda ne var ne yok çekerim ve de hesabımı kapatırım!
Memure, içgüdüsel müdür odasına göz gezdirdi. Anlaşılan adamın hesabı yüklüydü. Müdürün adamla özel ilgilenmesi gerekebilirdi. İkna etmeye çalışabilirdi. Anlaşılan hesap yağlıydı. Adamın müdüre, memureye sinirlendiğinden hesabı kapattığını söyleyebilecek olması, memurenin toparlamasının nedeni oldu.
-Beyefendi vade dolmadan çekeceğiniz paranın size kaybını biliyor musunuz? Sizin karınız için çalışıyorum. Yazık bunca zaman beklemişsiniz. İsterseniz beş yüz lira borç verebilirim (!). Vade dolduğunda ödersiniz. Vadeyi kırdırmayın derim.
Jest ve mimikleriyle pantomim sanatçısına taş çıkartacak gösteri sunan memure gitmişti. Yerine uygulamalı diksiyon hocası gelmişti adeta. Cümleler açık ve netti. Adam karışık kafası, endişeli ruh haliyle kadını çok iyi anlamıştı. Anlamadığı memurun az önceki iç hesaplaşmasıydı. Vardır bir bit yeniği diyerek;
-Hanımefendi ne sizinle borç alacak ilişkisine girecek, ne de karımı zararımı düşünecek halim var. Beş yüz lira verin de, isterse kaynananızın hesabından olsun.
Memure komşularıyla yaptığı rutin günlerinde duymuş olsaydı bu sözü, kavga nedeni sayardı. Yutkundu. Yeniden kızdığını gösterir kafa sallamasıyla klavyeyi çekti önüne. Dudakları kıpırdıyordu. Oh olsun içimden, yüzüne karşı sıralıyorum dercesine…
Memurenin tüm iyi niyetine rağmen beş yüz lirayı çekmişti.
Girdiği hışımla çıktı caddeye. İnsan kalabalığına takıldı. Trafiğe baktı. Düşündü. Akarı vardı hayatın. İyi etmişti. Hayatının en anlamlı kararıydı. Beş yüz lira çekmek. Ömür dedi. Meşhur Ömür İşkembecisinin olduğu sokağa yöneldi. Ruhunu hissediyordu. Bedeninin katarı ruhu olmuştu. Kanının aktığını hissediyordu. Dairenin merkezi olmuştu. Her şeyi kendi ekseninde döndürüyordu.
Dönmeyi düşündü.
Etrafında bir tur döndü. Ne yaptığını sorgulamadı. Sorgulamak ve yargılamak zamanı değildi.
Sıkı Beşiktaş ’lıydı. Çocukluğunda arkadaşlarından hiç biri Beşiktaş’ ı tutmuyordu. Yalnızca onun tercihiydi. Beşiktaş’ ın çok kötü sonuçlar aldığı bir ara kızmış, Fenerbahçe’ li olmak istemişti. Korkmuştu. Dönek denmesinden. Sac ekmeğine benzetilmekten.
Dönmeyi düşündü.
Bir kez daha insan seli içinde, kendi etrafında döndü.
Sac ekmeği döndükçe pişiyordu. Dünya dönüyordu. Her şey döndükçe güzeldi. Dönmekten korkmanın aptallığının farkındalığında bir kez daha döndü.
Coşkusu artmıştı.
Ömür İşkembecisine bankaya girdiğinin aksine güler yüzle girdi. Garsona siparişini verdi. Çorbayı sarımsak, sirke, pul biber ile terbiye etti. Ağzını şapırdatarak yudumlayıp, oh çekti. Çorbasını bitirip, garsona hesabı kadar bahşiş bıraktı. Arkasından dudak bükülüp, şaşılacağını bilmenin keyfini yaşadı. Ömür çok keyifliydi. Keyif dedi.
Rotayı çok merak ettiği içkili Sarayhan lokantasına çevirdi. Ani karar almasının hoşluğunu, bayram çocuğu bahşişine benzetti. Gülümsedi. Sarayhan ile Ömür arasında bir sokak vardı. Yolu uzattı.
Öncelikle evlerinde çay mı yok dediği insanların gittiği parka gidip, çay içecekti. Onları anlamaya çalışacaktı. Ayakkabısını boyamak için kırk takla atan çocuklarla konuşacak, simit yiyecekti. Tartıcı gelince tartılacaktı. Kim bilir şansı yaver gider, falcı bile uğrardı bugün parka. Falına da baktıracaktı.
Boş masaların birine oturdu. Herkesin onu izlediğini sanıyordu. Tüm gözler benim üzerimdedir belki de, diye düşündü. Bir zaman başını masanın üzerine serili örtüdeki desenlerden kaldıramadı. Müziğin sesi boğucuydu. Komşularıyla ses yüzünden girdiği tartışmaları hatırladı. Gülümseyerek iç geçirdi. Gürültünün güzelliği de oluyormuş, dedi.
İstemediği halde çayı gelmişti. Karbonatlı, bayat çayı içesi gelmedi. Merakını gidermek için kafasını kaldırdı. Diğer masalara göz attı. Birden diğer masalardaki insanların çayı içip içmediğini kontrol edeceğini unuttu. Bir genç kız ile onun çok uzağındaki bir genç erkeğe takıldı. Gözbebekleri sevişiyor, birbirlerinde kayboluyorlardı. Duydukları heyecanı duyumsadı. İnat etmiş gibiydiler. Vazgeçmiyorlardı bakışmaktan. Masadaki çaylarından habersiz olduklarına bahse girmek gereksizdi. Müziğin ritmi ile parmaklarıyla ritim tuttu. Parkta genellikle türkü çalıyordu plaklar...
“Aman desinler, desinler şeker yesinler,
Şu kız şu oğlana yanmış desinler…”
Parkın çayı evdeki taze çaydan çok berbattı. Ama değişik havası olduğunu itiraf etti. Şairin şiiri, kahvenin bahane olduğunu hatırladı. Ömür İşkembecisine giderken coşkuluydu. Şimdi ise hüzünlenmişti. Zaman, içindeki esinin esaretine son veriyordu. Hoş bir esinti kaplamıştı ruhunu…neyi düşüneceğini, nasıl düşüneceğini, düşünmeye nereden başlayacağını karıştırmıştı. Dairenin merkezi olmaktan çıkmıştı. Merkezine tüm insanları koymuş, insanların etrafında dönen uydu saymıştı kendini.
Dünyada hiçbir şeyin tam olmadığını iddia etti.
İddiasını hiçbir şeyin eksik olmadığını iddia ederek ispata yeltendi. Kendini bu kadar derinleştirmemişti. Boğulmaktan korkuyla gözlemine iki ihtiyar eşe çevirdi. Hüznün katlanılması zor coşku olduğunu anlamıştı. İçinde devinen bilinmezleri yatıştırmanın telaşıyla bayat çayı bir yudumda bitirdi. Ne boyacı, ne de simitçi gelmişti. Parkın külhani garsonu yakaladığına sille tokat dayak atıyordu. Kimse karışmıyordu. Hayatın kuralı olmuş, çoktan kabul görmüştü. Kül tablalarını boşaltan çocuk haracını veriyor olmalıydı ki, elinde terlikle işini görüyordu. Cürmünün haracı, minicik emeği olsa gerekti. Nedense onların hayatlarına imrendi. Haraç vermeye razı, bir iç geçirişi oldu.
Uzun hava değildi. Girişten belliydi. Böyle müziğe insanın göbek atası gelirdi. Türkünün girişiyle birlikte parmakları daha canlı masayı tıklatmaya başladı. Türkünün sözlerini de can kulağıyla dinlemek istiyordu. Hareketli girişten sonra türkünün sözleri başlamıştı.
“Bir elinde kadeh var,
Nerden gelirsin canım?
İçip de ağlamayı,
Derman bilirsin canım.
Dünya fani bahçedir,
Bir gün ölürsün canım.
Adam olamadın gitti zevzek,
…”
Türkünün hiç de oyun havası olmadığı sözlerinden belliydi. Türkünün sözlerin o kadar alındı ki Sarayhan’a gitmekten vazgeçesi geldi. İçip de ağlamışlığım mı var ki dedi. Eğleneceği aklına gelince, türkünün iyeliğini üzerinden silkti attı.
Kalktı. Parkta epey oyalanmıştı. Son kez kızla, erkeğe bakmak istedi. Baktı. Hala gözbebeklerinden yüreklerini almamışlardı.
Sarayhanı düşündü. Hızlı adımlarla Sarayhan’a doğru, en kestirme yolu seçti. Sarayhan’ı hep merak ederdi. Hayalini pekiştiren filmlerdi. Şöyle olmalıydı, böyle olmalıydı. Üç aşağı , beş yukarı şöyleydi; böyleydi. Filmlerdekinden noksanı masaları dolaşan kadınların yokluğuydu. Bu şehre bu kadarı ancak diye düşünüp, teselli oldu. Müzik burada da vardı. Hem de canlı müzik. İstekte bile bulunabilecekti.
Garsonlardan masayı donatmalarını söyledi. İçkilerden rakıyı tercih etti. Uzun süre hiçbir şeye dokunmadan oh be dedi. Yemeden içmeden, masadakilerin hazzına iyiden iyiye doydu. Alkolü çok nadir içerdi. Düğünlerde, diğer özel istisna günlerde. Parktaki tutukluğu olmamıştı. Alkolün etkisiyle herkesin kendi dünyasında olduğunu tahmin edebiliyordu. Göz gezdirdiğinde diğer masalardan kimsenin tek olmadığını gördü. Kafa kafaya vermiş herkes alemindeydi. Alem yapmak demek bu olsa gerek dedi. Gülümsedi. Yetmişlik rakıyı açtı. Kana kana içmeye başladı. Kendi alemimi yapıyorum dedi.
* * *
Duyar gibi oluyordu. Kendisi hakkında konuşuyorlardı. Refakatçiliğini yapan eşinin sesi olmalıydı.
-“Ömrümde Ömür’de çorba içmişliğim mi var ki, ameliyata girerim” dediydi. Sonra kaçıp gitmiş, diye söylenen.
Güne başladığı yere dönmüştü. Zora ki. Bilinçsiz. Ve nasıl olduğunu anlamaksızın. Sabah ameliyat olacaktı. Ameliyat olacağı, yaşamışlığını sorgulamasına neden olmuştu. Anını yaşamamış, tasarruf etmişti. Anın bitesi olduğunu yaşadığında , ruhu şoklanmıştı.
Duyar gibi oluyordu.
Eşini teselli eden biriydi, ama kim olduğunu seçemiyordu sesinden…
-Anam vadesi dolmadıysa korkma…korkma, bir şey olmaz !... diyordu.
***
Oysa o,
yaşamamışlık telaşıyla ömrünün vadesini kırdırmıştı.
-
ERDOĞAN ÖZDEMIR11 Ekim 2019 18:50
Kalemine yüreğine sağlık hocam saygılar sunar elerinden öperim okudukça huzur buluyorum
-
Veysel08 Ekim 2019 21:55
Herkes kendi alemimi yapmalı hayat kısa
- 20 Kasım 2019, Çarşamba Devamını Oku
-
12 Kasım 2019, Salı
Varlık ile yokluk arasına sıkışmış bir adam...
Devamını Oku - 05 Kasım 2019, Salı Devamını Oku
- 24 Ekim 2019, Perşembe Devamını Oku
- 18 Ekim 2019, Cuma Devamını Oku
- 14 Ekim 2019, Pazartesi Devamını Oku
- 08 Ekim 2019, Salı Devamını Oku
- 04 Ekim 2019, Cuma Devamını Oku
- 30 Eylül 2019, Pazartesi Devamını Oku
- BANKA HİSSELERİ
-
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri