İş & Futbol hayatı
İş dünyasını anlatırken, yönetim ve liderlik derslerinde kullandığımız en güzel metaforlar futbol dünyasından çıkar.
Futbol deyince aklıma ilk gelenler; 82 Dünya Kupası’nda, Maradona'nın ayağında top, karşısında yarım daire şeklinde dizilmiş birbirinden endişeli yüzlerden oluşan Belçika oyuncularına ait muhteşem bir fotoğraf karesi; 86 Dünya Kupası’nda Arjantin-İngiltere maçında yine Maradona'nın topu orta sahadan alıp herkesi geçerek attığı nefes kesen gol; Halit Kıvanç'ın radyodan bile sizi maçın içine sokan usta yorumları, Şampiyonlar Ligi'nin harika müziği ve elbette küçük yaşlarımdan itibaren sıklıkla gördüğüm rüyamdaki maçı kazandıran röveşata ile attığım gol sonrası hissettiğim büyülü duygular...
Fransızların efsane topçusu Platini futbolu bıraktıktan sonra psikolojik sorunlar yaşamaya başlar ve psikoloğa gider. Psikolog, Platini'nin şikayetlerini dinledikten sonra der ki: “Kendini fazla önemseme, alt tarafı bütün hayatın boyunca hiçbir özelliği olmayan sıradan bir meşin yuvarlağa güzel tekmeler attın.” Bu gerçekten yaşanmış anekdottan sonra Platini'nin dertleri bitmiş midir tabii bilemiyoruz. Ancak, bildiğimiz tek realite: “Futbol asla sadece futbol değildir.” Futbol siyasetten iş dünyasına, hatta yer altı dünyasına kadar uzanan ilişkiler yelpazesini içeren büyük bir endüstrinin ta kendisidir.
Futbol, özellikle beyaz yakalı erkeklerin beş günlerini satıp aldığı iki gün karşılığında teslim olduğu sihirli zamandır. Aynı zamanda kadınların kocaları yerine bilmeden evlendikleri spordur.
Portekizli Salazar'ın dediği gibi “Futbol kitlelerin afyonu, insanların tuttuğu futbol takımları ise kendilerini tanımladığı bedava kimlik kartıdır”. Ayrıca, “işçi sınıfının balesi”, “umutsuzların umudu”, “orta direğin eğlencesi”, “sadakatin açık havadaki krallığı” diye tanımlar da mevcuttur.
Bu konuda Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmi futbolun 22 kişinin bir top peşinde koşmasından ibaret olmadığını anlatan “Hayat fena halde futbola benzer” diye başlayan “Ne kadar yetenekli olursan ol, iyi bir takımın yoksa kaybedersin” diye biten enteresan replikleri olan bir film, fırsat yaratıp izlemenizi öneririm.
Film boyunca futbolla ilgili kullanılan, iş dünyasında da karşılığını bulduğunu düşündüğüm diğer dikkatimi çeken replikler şöyle:
“Dört doğru pas, yüzde doksan goldür.”
“Oyunun kontrolü elinizdeyken balina gibi bir gol yiyebilirsiniz.”
“Çok kötü bir zeminde muhteşem bir başarı yakalayabilirsiniz.”
“Top her şeye rağmen yuvarlaktır, adaleti barındırmaz.”
İş dünyasında olup, futbol dünyasını yakından ilgilendiren birçok kavramı da bu ilginç sporda görmek mümkündür.
- Her ikisinde de “seçimler” çok önemlidir. Her ikisinde de ne kadar yetenekli olursanız olun işten veya oyundan atılmak mümkündür.
Beşiktaş'ta hocalık yaptığı dönem medyanın “Kasap” diye etiketlediği, o dönemki yönetimin yetersiz ve başarısız diye 8 milyon Euro tazminat ödeyip yollarını ayırdığı Del Bosque sonrasında İspanya milli takımının başına geçer. İspanya'yı Dünya ve Avrupa şampiyonu yapar. Ayrıca, iki sene de üst üste “Dünyanın En İyi Teknik Direktörü” seçilir.
- “Değerlerle yönetim” iş hayatında da futbol hayatında da kurumsallık ve başarıyı beraberinde getirir.
Gordon Milne'nin Beşiktaş'ın başına geçtiği dönem, ilk antrenmanına bile çıkmadan önce futbolculara yerleştirdiği değerler ile “Benim oyuncum hakeme itiraz etmeyecek ve yalandan sakatlandı numarası yapmayacak; sadece ve sadece işine odaklanacak” cümleleri onları takım yapmış ve büyük başarılara taşımıştır. Bu karizması düşük, stratejik taktik zekası da pek de müthiş olmayan teknik direktör takıma enjekte ettiği bu değerlerle beş yılda üç şampiyonluk, iki ikincilikle Beşiktaş tarihinin en başarılı istatistiğini getirmiştir. Tabii bu değerleri destekleyen Başkan Süleyman Seba'nın da bu başarıdaki kritik payını unutmamak lazım. Biliç ve Şenol Güneş'in de devam eden yıllarda bu geleneği sürdürmeye çalıştıkları görülmektedir.
Diğer örnek 70'li yılların ortalarında başlayan, Trabzonspor efsanesini yaratan, üç yıl üst üste şampiyon olan tüm oyuncular, ortak değerleri taşıyan Trabzonlu oyunculardır. Ayrıca, Teknik Direktör ve Başkan da yine aynı kentin insanıdır.
- Her ikisinde de “pek adalet yoktur.”
Fenerbahçe tarihinin en başarılı yabancı oyuncusu Alex de Souza'dır. İstatistikleri müthiştir. Oynadığı maç sayısı, maçta kaldığı süre, maç başına gol ve asist sayısı. Ama kulüpten maalesef kavga dövüş ayrılmak durumunda kalmıştır.
- Her ikisinde de “güven” önemlidir.
Şirketlerde de takımlarda da güven yoksa takım içinde küçük takımlar oluşur. Herkes bilgi saklamaya başlar. İnsanlar birbirlerine güvenlerini kaybeder, sonra kurum kaybeder. Hiç birbirine güven duymadan başaran bir ekip gördünüz mü? Christmas öncesi çift sarı karttan ceza alıp ülkesine kaçan yabancı oyuncuya sonraki maçlarda diğer topçular pas atmıyor. Ülkeden ayrılırken veda konuşmasında, pas alamadım ondan başarısız oldum demek zorunda kalabiliyor. Bu ülkede insanları çabuk kazanıp çabuk kaybedersiniz gerçeği nedense öncesinde pek anımsatılmıyor yabancı oyunculara.
- Her ikisinde de “istikrar” önemlidir.
Sir Alex Ferguson, 23 yıl Manchester United (MANU)'nun başında başarıyla görev yaptı. Bu süreçte bizde herhangi bir takım veya şirket yirmiden aşağı teknik direktör değiştirmez.
- Her ikisinde de “iletişim” önemlidir.
Çok iyi bir teknik direktör olan Schuster, Türkiye'ye teknik direktör olarak geldiğinde bu ülkenin olmazsa olmazı olan ilişki yönetimi konusunda yeterli olmadığından doğrudan sınıfta kaldı. Hatta bir antrenmanda görülmemiş bir şey oldu. Bir oyuncusu ona kafa atmaya bile kalktı. Tam bir iletişim faciasıydı. Daum ise bizden biri olmaya çalıştı ve ilişki yönetimiyle şampiyonluklarla taçlanan başarılar kazandı.
Tabii iki dünya arasında bu kadar benzerlik yanında, az da olsa farklılıklar da mevcut.
Aynı iş kolunda birbirinizden çok şey öğrenerek, farklı sinerji ve kazanımlar yaratmak, aynı toprakta farklı çiçekler yetiştirmek her ne kadar mümkün olsa da, iş hayatının oyuncuları nedense “kazan-kazan” oyunlarına pek rağbet etmez. Ağırlıklı oynanan “kazan-kaybet” oyunudur. Hatta zaman zaman “kaybet-kaybet” de oynanır.
Futbol ise diğer sporlardan farklı olarak maçları berabere bitebilen tek spor dalıdır.
Diğer sporların hepsinde bir taraf diğerini yenmek zorundadır.
Futbolda ise berabere kalmak bahisçilerin koyduğu bir seçenek midir bilinmez ama aslında iş hayatında da, futbolda da temel amaç; iyi veya kötü oynamak değil de kazanmaktır.
Almanların makine gibi çalışan, disiplin ve sabırla maçın tamamına yayılan oyun anlayışları, tabelaya oynayan mekanik organizasyonları karşısında, göze hoş gelen çalımları, estetik paslaşmaları, yaratıcı oyuncuları, coşturan dansları ile yaptığı işten keyif alan ve izleyene keyif veren Brezilya'nın organik organizasyonlarını son Dünya Kupası’nda hezimete uğratması da bu konuda iyi bir örnektir.
Uruguaylı ünlü gazeteci ve yazar Eduardo Galiano'nun dediği gibi: “Hayatta ve futbolda hep olduğu gibi, en iyi oynayan kaybediyor ve kaybetmemeye oynayan kazanıyor.”
Bu sözde ne kadar doğruluk payı olsa da, belki de olması gereken hem iyi oynamak hem de kazanmak olmalı, ne dersiniz?
“İş, savaş ve sporun birleşimidir.”
André Maurois
-
Elif Kose01 Nisan 2016 11:54
Cok guzel bir anlatim yav;) akliniza saglik..
-
Erkut Özdemir30 Mart 2016 12:04
Farklı bir bkaış açısı sunan çok gzel bir yazı, ellerinize sağlık.
-
Murat Erginoglu30 Mart 2016 10:51
Keyifle okudum... Ironi ve yonetsel derinlik cok guzel harmanlanmis..
- 27 Aralık 2024, Cuma Devamını Oku
- 10 Ekim 2024, Perşembe Devamını Oku
-
08 Mayıs 2024, Çarşamba
Pathos - Duygusal okur yazarlık şart
Devamını Oku - 24 Nisan 2024, Çarşamba Devamını Oku
- 22 Ocak 2024, Pazartesi Devamını Oku
- 27 Aralık 2023, Çarşamba Devamını Oku
-
28 Kasım 2023, Salı
Yaşlarım ve bitimsiz farkındalıklarım…
Devamını Oku -
21 Temmuz 2023, Cuma
Güçlüyken güçsüz görün, güçsüzken güçlü!
Devamını Oku - 08 Mayıs 2023, Pazartesi Devamını Oku
- 30 Ocak 2023, Pazartesi Devamını Oku
- BANKA HİSSELERİ
-
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri