Avrupa ve Japonya'da, mali zorluk ve bozuk bilançolarının yanı sıra merkez bankalarının kararları, zor günler geçiren bankaların hisselerinde sert düşüşlerin yaşanmasına yol açıyor. Bu gelişme yeni bir küresel
finans krizinin ayak sesleri mi? Uğur Gürses, Hürriyet'teki köşesinde
finans dünyasındaki bu endişeleri değerlendirdi.
İşte Gürses'in o yazısı:
Son birkaç günde altın fiyatlarında sert bir yükseliş oldu.
Bunun çok tedirgin edici bir nedeni var; 2008 sonrasındaki yükseliş nedenine benzer bir neden. Küresel çapta mali sisteme, yani bankacılık sistemine 2008’de olduğu gibi ‘yeni bir Lehman’ korkusunun gelmesi, güvenli liman arayışı.
Bir süredir Alman, İtalyan, Japon bankalarının hisseleri sert biçimde değer kaybediyor. Nedeni de mali zorlukları ve bozuk bilançoları. 2011 sonrasında tüm iyileştirme, sermayelendirme çabalarına karşın, bankaların batık kredileri çok yüksek. Dahası, merkez bankalarının son aldıkları para politikası kararlarının, bankaların bilançolarını ve de işlerini zorlaştıracağı beklentisi yaygınlaşıyor.
Petrol ve gaz fiyatları düşerken, enflasyon ölçümündeki endekslere de yansıdı. Merkez bankaları kronik hale gelen çok düşük enflasyonun, bir deflasyonist (fiyat düşüşü) sürece dönüşmemesi ve ekonomik toparlanmayı desteklemek için devasa parasal genişlemeler ve sonunda negatif faize (bankalardan, merkez bankasında tuttukları mevduattan
faiz kesilmesi) döndüler.
Böyle olunca, kimi ülkelerdeki zaten sorunlu olan bankacılık sisteminin ve parasal varlık yöneten yatırım şirketlerinin gelirleri düştü. Hatta öyle ki, bu uygulamanın başlaması ile Japonya’da portföy yönetim şirketleri fon kabul etmeyi durdurdular.
Japonya’nın negatif faize geçmesi yanında, bunu bir süredir uygulayan Avrupa Merkez Bankası’nın da (ECB) negatif faizi derinleştirici ilave adım atması olasılığının güçlenmesi mali piyasalardaki fırtınayı güçlendirdi.
Önceki gün Avrupa ve dün Japonya’da bankaların hisse senetlerine sert satışlar geldi. Avrupa’da bankacılık hisse endeksindeki düşüş yılbaşına göre yüzde 24’e yaklaştı. Bu endeksin düştüğü yer, son 4 yılın en düşük seviyesi. Hani 2011-2012’de PIIGS olarak anılan Portekiz, İrlanda, Yunanistan, İtalya ve İspanya’yı içine alan ve ‘bankacılık çöktü çöküyor krizi’ sırasındaki seviyesine düştü. Avrupa’daki borsalar yüzde 3-5 arasında düşerken, sert düşüşler İtalyan ve İspanyol borsaları ile bankalarına ait oldu.
Almanya’da Deutsche Bank’ın tahvil kupon ödemesini yapabilecek likiditesinin olduğu açıklanmak zorunda kalındı.
Dün de Japon borsası yüzde 5’den fazla gerilerken, bankacılık endeksi de yılbaşına göre kabaca yüzde 30’a yakın düşmüş oldu.
Avrupa ve Japonya’da bankaların mevcut sorunlarına bir de negatif
faiz salvosu eklenince, dün ilke defa 10 yıllık Japon hükümet tahvillerinin getirisi sıfırın altında düştü.
Faiz artırma ivmesinden pek de bir şey kaybetmeyen ABD’de hükümet tahvillerinin getirileri geriledi. Tahvil faizlerindeki gerileme ve altın fiyatlarındaki artışın ana nedeni; güvenli liman arayışı. Bankacılık sistemine güvenin azaldığı durumlarda, hükümet tahvilleri ve ‘hiç kimsenin yükümlülüğü’ olmayan altın, güvenli liman olarak görülüyor
Japonlar negatif faize geçtiğinde paralarının değer kaybetmesi gerekirken ilginç biçimde tam tersine yen değer kazandı. Burada da Çin faktörü devrede; Çin’in döviz rezerv kaybı sürüyor. Ocak ayında da 100 milyar dolara yakın azalış oldu. Kimi analistler, bunun süratle devam edeceği tahmininde bulunurken, Asya bölgesinde ‘güvenli liman’ olarak Japon yeninin seçilmesi şaşırtıcı değil.
İşte bu tablo bize şunu anlatıyor; her parasal genişleme ülkeleri kurtaramıyor, hele ki negatif faize geçilmesi olumsuz yan etkiler bir tarafa merkez bankalarının çaresinin tükendiğinin de başka bir işareti aslında.
Dün olduğu gibi borsalar biraz soluklanacak, biraz toparlanacak. Ancak çözülmemiş, zamana yayarak halledileceği sanılan sorunlar olduğu yerde duruyor ve ‘yeni Lehman’ korkularıyla derinleşiyor.
Koskoca anlı şanlı Avrupa bankalarının tahvil borçlanmalarından doğan
Faiz ödemesini yapabileceği açıklamaları, diğer bankaları da tedirgin ediyor. Bu ‘kıssadan bize düşen hisse’, Türkiye’ye akan sermayenin eskisi gibi rahat olmayacağıdır. Uzun vadeli doğrudan sermaye girişleri sınırlı iken, 2009’dan bu yana ilk defa portföy yatırımları çıkıyor. Geriye bankaların aldığı krediler kalıyor. İşte yaşanan gelişmeler, o kanalı da daraltacağa benziyor.