Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...
Hisse | Fiyat | Değişim(%) | Piyasa Değeri |
---|
E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.
VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı ancak Meclis oylarının üzerinden yakın geleceğe projeksiyon yapmak mümkün. İş dünyası nasıl bakacak, ekonomide neler olası, neler yapılmalı? “Kazandıran Sohbetler”e Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği Danışma Kurulu üyesi, Sabancı Holding eski CEO’su ve yönetim danışmanı Mehmet Göçmen’i konuk ettik ve merak ettiklerimizi öğrenmeye çalıştık.
“ULUSAL ENERJİ POLİTİKASININ VE ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNÜN TÜRKİYE BÜYÜMESİ ÜZERİNE HAYATİ BİR ETKİSİ VAR”
- Sabancı CEO’luğu görevinden 2019 yılında ayrıldıktan sonra birçok büyük kuruluşta yönetim kurulu üyeliği ve danışmanlık çalışmaları yaptığınızı biliyoruz. Son dönemde nelere yoğunlaşıyorsunuz?
- Türkiye'nin en önemli konusu bence değer yaratmayan ekonomik büyüme. Diğer taraftan şirketlerin değer yaratıp büyüyememesinden kaynaklanan, nesilden nesle şirket geçişlerine de önemli bir etkisi var. Bir de çok büyük bir dönüşümün içinden geçiyoruz. Dijitalleşme hem mevcut işlerde büyük bir verim artışı hem de yepyeni iş modelleri yaratıyor, rekabet yapısı dönüşüyor.
Diğeri enerji dönüşümü yaşıyoruz. Elektrifikasyon bir taraftan, enerji verimliliği ve enerji yoğunluğunun düşürülmesi diğer taraftan, yenilenebilir enerji kaynaklarına ve hidrojen kullanımına yönelme başka bir taraftan çok büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Bu Türkiye için hayati bir konu. Çünkü Türkiye'nin ihracatının şu anda yüzde 40’tan fazlası enerji yoğun sektörlerden geliyor ve ülkenin cari açığının da aşağı yukarı tamamı kadar bir enerji ithalatı var. Türkiye ekonomisinin en büyük sorunlarının başında geleni cari açık, dolayısıyla ulusal enerji politikasının ve bu enerji dönüşümünün Türkiye büyümesi üzerine hayati bir etkisi var. Bir de bizim en büyük ticaret partnerimiz olan Avrupa’nın sınırda karbon vergisine doğru gittiği göz önüne alındığında ulusal enerji politikasına ihtiyacın ne kadar acil ve öncelikli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü büyük dönüşüm malzemede yaşanıyor. Artık karbon çeliği ve alüminyumun yerine çok yüksek mukavemette çelikler, özel alüminyum alışımlar ve kompozit malzemeler geçiyor. Tekstilde geri dönüşüm liflerden, rejeneratif tarıma kadar bir dizi yeni terim ekonomiye giriyor. Demir çelik ve demir dışı metaller ile tekstil ihracatımızda önemli bir kalem olduğu için malzeme dönüşümü de stratejik önem kazanıyor.
Elektrifikasyon ve malzeme dönüşümü otomotiv sektörünü baştan sona değiştiriyor. Türkiye için de en önemli birinci ya da ikinci ihracat kalemi, otomotiv ve otomotiv yan sanayi alanlarını da büyük bir değişim bekliyor…
İşte bunların hepsinin bileşkesi olarak da bir kültürel dönüşüm var. İnsanlar değişiyor, beklentileri de değişiyor, çalışanların da beklentileri değişiyor. İnsan kaynakları politikalarından eğitime kadar, perakendecilik dünyasındaki talep değişimine kadar her şeyin değiştiği bir süreçte benim yoğunlaştığım ana konu bu. Ama tabii bu konuya yoğunlaşınca da ailenin genç nesillerinden, çalışan insanların yeni beklentilerine kadar birçok başka konuyla da doğal olarak ilgilenmek zorunda kalıyoruz.
“YENİ BİR KABİNE VE DAHA ORTODOKS POLİTİKALARLA FİNANS PİYASALARININ ÖNGÖRÜLEBİLİRLİĞİ ARTTIRILIRSA OLUMLU BİR YATIRIM İKLİMİ OLUŞUR”
- Biraz günceli konuşsak, 14 Mayıs seçim sonuçlarına ve özellikle oy oranları üzerinden yakın gelecekte iş dünyası açısından ekonomiye nasıl bakılacağına göz atabiliriz, sanırım...
- Öncelikle bunun siyasi sonuçları olacak. Bir de bunun iktisadi ve finansal piyasalara ilişkin sonuçları da olacak. Bütün bunların bileşkesinde de iş dünyasına birtakım yansımalar olacak. Günümüzde iş dünyasının rahatsızlık duyduğu en önemli sorun neydi?
Finans piyasalarındaki belirsizlik, dövize uygun maliyetle ulaşamama. Pazar ekonomisi kuralları dışında uygulanan birtakım yeni konulan kurallarla oluşan maliyetler, karlılığı, nakit akışını ve tedarik zincirini de etkileyen bir sonuç oluşturuyordu. Bu iş dünyasının önemli sorunuydu. İkincisi finansa genel olarak ulaşamama. Faiz ne olursa olsun, paraya ulaşamama sorunları… Üçüncüsü de yatırım ortamının yeterince güvenilir olmamasından kaynaklanan iç ve dış yatırımcının Türkiye'ye olan bakışı. Bunun sonucu olarak da Türkiye'nin risk priminin yüksekliği ile gelinen nokta ve nihayetinde bunun finansal maliyetlere olan yansıması…
Bir tarafı yasal mevzuata, diğer tarafı piyasadaki öngörülemezliğe dayanan birtakım çıkmazlar var. Mevcut iktidar üzerinden üç olasılık sayabilirsiniz. Eskiden yapılanlar aynen devam etmeye çalışılır. İkincisi eskiden yapılanlar çok daha sıkılaştırılarak devam ettirilmeye çalışılır. Üçüncüsü de Ortodoks diye adlandırılan ekonomik politikalara tekrar geri dönüp serbest piyasa dengelerinin Türkiye'de yeniden oluşturulmasına çalışılabilir.
Birincinin sürdürülebilirlik şansı Türkiye'de bence yok. Bir beş sene daha finansa ulaşma zorluklarıyla ve yüksek ülke risk primiyle gitme şansımız bence yok ve olmamalı. Bu Türkiye'nin lehine bir durum değil. Bunun daha sıkılaştırılması sermaye kontrolü gibi 1980 öncesi kurallara dönmek olabilir ki, üst düzey yöneticiler başta olmak üzere birçok yönetici bunun yapılmayacağını söylediler.
Üçüncüsü de yepyeni bir kabineyle ve daha Ortodoks politikalarla finans piyasalarının öngörülebilirliğinin arttırılması söz konu olabilir. Aslında eğer bunlardan üçüncüsü olursa biraz daha olumlu bir yatırım iklimi oluşur. Ama bir ve ikincisi olursa bugünkü durumun devamı olur.
“ENERJİ YOĞUN BÜYÜDÜĞÜMÜZ İÇİN KARBON VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ DE OLUMSUZ ETKİLEYEN BİR BÜYÜME OLUYOR”
- Bugünkü durumun devamından ne anlamalıyız?
- Türkiye ekonomisine baktığımız zaman ortalama yüzde 5 – 5.5, bazı yıllar daha yukarıda, bazı yıllar daha aşağıda olmak üzere büyüyen bir ekonomi. Aslında bu hükümetten önceki hükümetler zamanında da benzer oranlarda büyüyordu.
Ama işte bu büyüme şuna sebep oluyor: Bir defa ülke büyürken işsizlik sorununa çözüm bulamıyoruz. Demek ki bu büyüme bir istihdam yaratmıyor ya da bu nüfusu kaldıracak bir istihdam yaratmıyor. İkincisi bu büyüme gelir dağılımını da olumlu etkilemiyor.
Bu durumda ülkede en zenginlerin ekonomiden aldığı pay çalışan kesime göre daha çok artıyor. Bu büyüme gelir dağılımında adalet de yaratmıyor. Şirketler ve ülke borçlu, dolayısıyla bu büyüme varlık büyümesi neticesini de yaratmıyor. Türkiye'nin karbon ayak izi büyümeyle beraber artıyor çünkü enerji yoğun büyüyoruz. Enerji yoğun büyüdüğümüz için karbon ve iklim değişikliğini de olumsuz etkileyen bir büyüme oluyor.
İktisadi sürdürülebilirlik, sosyal sürdürülebilirlik ve çevresel sürdürülebilirlik bütün bunlara bakıldığı zaman demek ki Türkiye'nin sürdürülebilir bir büyümesi yok. Çünkü Türkiye zor şartlarla edindiği parayı inşaat sektöründe ve alt yapı yatırımlarında harcıyor ve bunların da geri dönüşü ya çok uzun vadede olduğu ya da hiç olmadığı için büyümenin her kesim için yarattığı bir değer yok.
“TÜRKİYE’DE BİR DOLARLIK MİLLİ GELİR YARATMAK İÇİN TÜKETİLEN ENERJİ, OECD ÜLKELERİNİN İKİ MİSLİ, AB'NİN DE %70 ÜZERİ”
- Çimento sektöründe hatırı sayılır bir bilgi birikiminiz ve çok uzun yöneticilik geçmişiniz var. Ayrıca bu sektörde aktif zamanınızda çevre konusunda da duyarlılığınızı biliyoruz. Karbon ekonomisi konusunda neler söylemek istersiniz?
- Türkiye’de bir dolarlık milli gelir yaratmak için tüketilen enerji, OECD ülkelerinin yaklaşık iki misli. Avrupa Birliği'nin de yüzde 70 üzeri. Bu bizim enerji verimine hiç dikkat etmediğimiz anlamına geliyor. Ukrayna savaşı çıktıktan sonra Almanya, Hollanda evlerin ısılarını iki derece, üç derece azalttılar. Kazakla evde oturdular ama Türkiye'de hiç kimse böyle bir önlem almadı. Diğer sorun, sanayimizin enerji yoğunluğu batı dünyasından çok fazla. Enerji yoğun sektörlerde gereğinden fazla varız. Başta çimento ve yapı malzemelerinin birçoğu bu sınıfa girer. Demir dışı metal ve demir çelik bu sınıfa girer. Yani maliyetlerin içerisinde enerji maliyetinin yüzde 35-40’tan daha fazla olan sektörler sıralandığı zaman aşağı yukarı Türkiye'nin ihracatının yüzde 45’ini buluyor. Zaten düşük ihracat yapıyoruz diye hayıflanırken bir de yaptığımız ihracat için önemli oranda enerji de ithal ediyoruz. O yüzden biz ihracatı arttırdıkça ithalat ihtiyacımız da artıyor. Anlamsız şekilde enerji yoğun sektörlerde yıllardır ihracat yapıyoruz ve yakın zamana kadar biz enerji fiyatlarını teşvik unsuru olarak kabul edip özendirici olarak kullandık.
Bunun sonucu ne oldu? İthalata dayalı ve enerjiye dayalı bir sanayi ve ekonomi oluşturduk. İkincisi ve bunun uluslararası ilişkilere etkisi oldu üçüncüsü bu sanayi kolları çok düşük teknoloji ürünler içerdiği için bizim toplam sanayi üretimimizdeki teknoloji ağırlığı yüksek olan üretim yüzde iki buçuğun altında kaldı. Bu durumun bir başka kötü yanı da şudur. Enerji yoğun sektörler aynı zamanda sermaye yoğun yatırımı da içeren sektörlerdir. Yani dolayısıyla biz enerji yoğun sektörlere yatırım yaparak sermayemizi de fazla miktarda bu sektörlere ayırdığımız için daha yüksek teknoloji içeren sektörlere yapacağımız yatırımlara ayıracak kaynak da kalmadı. Dolayısıyla bütün bunların sonucu Türkiye'nin karbon ayak izini yükseltiyor. Karbon ayak izinin yükselmesi bu iklim değişikliği ile mücadele, dünyada uygulanan sürdürülebilirlik ve karbon önleme politikalarına Türkiye ayak uyduramıyor.
“KARBON EKONOMİSİ AYNI ZAMANDA GELİR FONKSİYONUNUN DA BİR PARÇASI HALİNDE DÜNYADA AMA TÜRKİYE'DE BÖYLE BİR PİYASA HENÜZ OLUŞMADI”
- Bunun için ne yapılması nereden başlanması lazım?
- Öncelikle karbon kredisi piyasası oluşturmamız lazım. Bugün Avrupa'da karbon borsalarda alınıp satılabiliyor. Kendi fabrikasında yenilenebilir enerji kullanan, buradan yüz birim karbon tasarrufu sağlıyorsa, götürüyor bu yüz birimi borsada bunu almaya ihtiyacı olana satıyor ve ilave gelir elde ediyor. Bugünkü karbon ekonomisi aynı zamanda gelir fonksiyonunun da bir parçası halinde dünyada. Ama Türkiye'de böyle bir piyasa henüz oluşmadığı için buradan ilave fayda sağlanamıyor. Bu sağlanamayınca da karbon ayak izini düşüren firmaları özendiremiyoruz.
“OTOMOBİL PETROL YERİNE ELEKTRİKLE ÇALIŞTIRILIYORSA GÜZEL. AMA ELEKTRİK KÖMÜRDEN ELDE EDİLİYORSA GÜZEL DEĞİL ÇÜNKÜ YİNE HAVAYA KARBON VERİLİYOR”
- Burada yenilenebilir enerji çok önemli herhalde?
- Bu en son aşaması. Birinci öncelikli olan daha önce direkt yakıt yakarak ısı ya da enerji elde ettiğimiz işleri elektriğe çevirmek. Bu arabaların elektrikli olması gibi. Petrol yakacağına araba elektrikle gidiyor. Diğeri mesela evde doğal gazlı kombi yerine elektrikli kombi ya da ısı pompası kullanmak… Fabrikada, doğal gazla ya da kömürle çalışan bir fırın varsa bunu elektrikle çalıştırmak. Yani ilk aşama elektrik enerjisine dönmek. Elektrik enerjisine döndükten sonra iki aşama var. Önce verimi artırmak ve yoğunluğu düşürmek. Bizim çok fazla enerji tükettiğimiz sektörlerdeki ya da evlerdeki payımızı azaltmak. Diğeri de bu elektriği daha fazla yenilenebilir kaynaklardan ya da hidrojenden elde etmek. Dolayısıyla yenilenebilir kaynaklardan elde etmenin son aşamada faydası oluyor.
Yani otomobili petrol yerine elektrikle çalıştırılıyorsa güzel. Ama elektrik kömürden elde ediliyorsa güzel değil çünkü yine havaya karbon veriliyor. Ama otomobilde kullanılacak elektrik eğer yenilenebilir kaynaklardan ya da nükleer enerjiden elde ediliyorsa, o zaman karbon ekonomisine pozitif bir katkı sağlanmış oluyor
“EĞER BİZ ENERJİ VERİMİNİ YÜKSELTMEYE YATIRIM YAPARSAK EN UCUZ YATIRIM BUDUR”
- Peki yeni hükümetin özellikle bu dediğiniz konularda alabileceği önlemler var mı?
- İlk önlem şu olmalı. Zaten bu yıllar önce EPİAŞ'ta İstanbul'daki enerji piyasalarında, Türkiye için karbon ticareti ilgili tüm altyapı hazırlandı. Düğmeye basıldığı zaman Türkiye'de karbon ticareti başlayabilir. Bunu başlatmamak şuna sebep oluyor:
Avrupa sınırda karbon vergisi alıyor. Bu karbon vergisini Avrupa’da maliye bakanlığı toplamayacak. Özel bir fonda toplayacaklar ve buradan gelen parayla kendi karbon ayak izlerini daha çok düşürmeye yatırım yapacaklar. Türkiye’nin de ödeyeceği vergiyi kendi avantajları için kullanacaklar. Halbuki biz bu karbon piyasasını oluştursak oradaki kaynağı ülkemizin karbon ayak izini düşürmeye ayırsak çok daha faydalı bir iş yapacağız. İlk yapılması gereken budur.
İkinci atılması gereken adım evlerde ve sanayide enerji yoğunluğunu düşürmek, enerji verimine teşvik etmektir. Üçüncüsü de yenilenebilir enerji kaynaklarına bugünkünden daha fazla yatırım yapılmasını özendirmektir. Bunların hepsi bence yeni hükümetin ulusal enerji politikasının olmazsa olmaz ana hatlarını oluşturmalıdır. Bu işin en az sermaye gerektiren kısmı enerji verimi ve enerji yoğunluğu konusudur. Eğer biz enerji verimini yükseltmeye yatırım yaparsak en ucuz yatırım budur.
“TÜRKİYE'DE 85 MİLYON İNSAN YAŞIYORSA BUNUN %46’SI BEN ÇALIŞMAK İSTİYORUM DİYOR, %54’Ü BU İSTATİSTİKLERDE YOK”
- Uzun yıllar İnsan Kaynakları konusunda profesyonel yöneticilik yaptınız. İşsizlik konusu hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
- İşsizlik Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında geliyor. Ülkemizde yakın zamanda değişmediyse istatistiklere göre istihdamın yüzde 60’tan fazlası hizmet sektöründedir. Hizmet artı inşaat sektörü de yaklaşık yüzde 65-70 arasındadır. İstihdamda çalışmaya istekli insanların toplam nüfusumuza oranı yüzde 46’dır. Türkiye'de 85 milyon insan yaşıyorsa bunun yüzde 46’sı ben çalışmak istiyorum diyor. Yüzde 54’ü bu istatistiklerde yok. Kim bu yüzde 54? Ya küçük yaşta olup okul çağında ya da okul çağı öncesinde olanlar, yaşları ilerlemiş emekli olanlar ve de ev kadınları, “ben çalışmak istemiyorum” diyenlerin toplamı nüfusumuzun yüzde 54’ü.
İşsizlik yüzde 46 üzerinden hesap ediliyor. Yüzde 10 işsizlik var dendiği zaman aslında yüzde 46’nın yüzde 10’u oluyor. Dolayısıyla Türkiye'de öncelikle insanların çalışmaya özendirilmesi lazım. İnsanların çalışmaya özendirilmesi için de bir ön şart şu: Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 84’ü kentlerde yüzde 16’sı kırsalda yaşıyor. Kırsalda yaşayan nüfusun ortalama yaşı 56 kentlerde yaşayan nüfusun ortalama yaşı 28. Köylerde, kırsalda hem az insan var hem de ileri yaşta insanlar var. Dolayısıyla tarımsal üretimde korkunç bir iş gücü kaybı var. Bir defa tersine göçün yapılıp Türkiye'de tarım sektöründe çalışan nüfusun özendirilmesi ve sayısının hem arttırılması hem de gençleştirilmesi gerekir. İlk ve ivedilikle yapılması gereken budur. Aslında bu, büyük şehirlerde nüfus yoğunluğunu azaltacağı için buraların daha yaşanabilir hale getirilme şansı da olur. İşsiz nüfusun da büyük kentlerde, kümelenmesinin önüne de geçmiş oluruz. Tabii bunun için de ciddi bir iç barış ortamı ve tarım sektörünün özendirilmesi gerekir.
Bir başka sorun ise, Türkiye'nin ihracatının yüzde 25’inden fazlası emek yoğun sektörlerin üretiminden oluşu ve bunun başına da tekstil özellikle de hazır giyim gelir. Bu da ancak ücretlerle mümkün olur. Biz hep diyoruz ki, dolar arttı TL ücretleri de düşük ve sabit tutarsak dolar cinsinden işçilik ucuzlar, Türkiye'nin ihracatı artar. Rahmetli Turgut Özal'dan beri böyleydi. Artık bunun geçerliliği yok. Çünkü şimdi ülke nüfusunun çalışanlarının yarısından fazlası asgari ücret benzeri ücret alıyor. Bizim artık Bangladeş'le Vietnam'la işçilik maliyeti mücadelesi yapmamızın anlamı yok. Aynı zamanda Türkiye'de fakirlik sınırının altında çalışan insan sayısını arttırdığı için bunun bir sosyal neticesi de oluyor. Biz çalışanlar üzerindeki ücret baskısını kaldırıp, satın alma güçlerini arttırıp enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında daha rahat alışveriş yapabilir hale getirirken zorluk yaşıyoruz.
Bu durumda, insanların önemli bir kısmını tarım, tarıma ve turizme dayalı hizmet sektörlerinde kullanacak Anadolu'da yeni açılımlara ihtiyaç var. Türkiye'nin istihdam sorununun çözümü büyük şehirlerde bunları inşaat amelesi yapmaktan değil, herkesi tersine göçe zorlamadan özendirerek, gittiği yerde tarım ve tarıma dayalı sanayide istihdam yaratmaktan geçiyor. Daha üst düzey eğitim görmüş ve vasıflı insanlara daha iyi ücretler vererek dünyada rekabetçi olup bunları da yüksek teknolojili sanayilere yönlendirmemiz gerekiyor. Dolayısıyla sanayideki rekabeti, teknolojiyle, tarım ve hizmet sektöründeki rekabeti de tersine göç, tarım, tarıma dayalı sanayi ve bütün Türkiye'ye yaygınlaştırılmış turizm üzerinden çözmekten başka şansımız yok.
“MİLLİ TARIM POLİTİKASI, MİLLİ ENERJİ POLİTİKASI VE MİLLİ TEKNOLOJİ POLİTİKASI BENCE HÜKÜMETLERİN DEĞİŞSEDE ANA AKSLARI DEĞİŞTİRİLEMEZ POLİTİKALAR OLMALI”
- Size göre ülkeyi hangi parti yönetirse yönetsin vaz geçilmemesi gereken doğrular neler olmalı?
- Daha önce de söylediğim gibi öncelikle enerji politikası, ikincisi tarım politikası ve tarım teşvikleri, bir diğeri teknoloji dönüşümünü doğru kavrayıp gerçekleştirmek, bütün bunların ana başlığı da bir iç barış ve hukuk olmalı. Tabii bir de orta ve uzun vadede bunu destekleyecek bir eğitim sistemi. En önemlisi biz eğer bu politikaları hükümetten hükümete değişe gelen politikalar olmaktan çıkartır ve daha kalıcı hale getirebilirsek başarılı oluruz. Bugün bakıyorsunuz enerjide EPDK diye, bankacılıkta BDDK diye düzenleyici kurumlar var. Eğitimde de tarımda da buna benzer şuralar, denetleyici ve planlayıcı bağımsız kurumlar oluşması ve bunlar tarafından yönlendirilmesi herhangi bir bakanlık tarafından yönlendirilmesine göre orta ve uzun vadede çok yararlı olur. Çünkü bu ülkenin gelecekteki ana hedefleri için çok önemlidir. Bugün iki küresel sektör tarımla sanayinin toplam ekonomi içerisindeki payı yüzde 35’e varmıyor. Bundan 25-30 sene önce sadece de tarımın payı 20 idi. Atatürk köylü milletin efendisidir lafını boşuna söylememiş. Sonuç olarak kendi kendine yetecek üretimi gerçekleştiren bir tarım sektörü olmadığı takdirde işsizlik sorununa da sosyal sorunlara da şehirlerdeki kümelenme sorunlarına da çözüm bulamayız. Bugün büyükşehirlere yapılan şu, yardım vereceğiz, çocuğuna bedavaya süt vereceğiz, beslenme çantasına ekmek koyacağız, ulaşımı bedava yapacağız ya da ucuzlatacağız deniyor. Şehirlerde yaşam teşvik edileceğine bu teşvikler kırsalda yaşamaya aktarılırsa hiç olmazsa bu insanların tarımsal üretime katkısı olur. Milli tarım politikası, milli enerji politikası ve savunma sanayi başta olmak üzere milli teknoloji politikası bence hükümetlerin olmazsa olmazının ötesinde hükümetlerin değişmesine rağmen ana aksları değiştirilemez politikalar olması gerekir. Burada toplumsal konsensüse ihtiyaç var. Burada siyasi menfaatin ötesinde bir ülke menfaati olması gerekir.
“ENFLASYONUN ORTODOKS POLİTİKALARLA 30’UN ALTINA DA İNMESİ MÜMKÜN, ÖNÜMÜZDEKİ 12 AY İÇİNDE % 45’İN ALTINI GÖRMESİ DE OLASI”
- Enflasyonun bu yıl sonuna kadar yüzde 45, önümüzdeki yıl da yüzde 30 civarında olması öngörülüyor. AB raporu da bunu destekliyor, sizin görüşünüz nedir?
- Enflasyonun Ortodoks politikalarla 30’un altına da inmesi mümkün. Önümüzdeki 12 ay içinde yüzde 45’in altını görmesi de olası… Türkiye'de bu kadar yüksek enflasyon ortamında oluşması için hiçbir neden yoktu. Uygulanan döviz politikalarıyla ve kendi içinde de pek tutarlılığı olmayan finansal politikalarla bu hale geldi. Her sektörde çok fazla dışa bağımlılık var. Kur tutulamadığı zaman fiyatlar da tutulamıyor. Bu sefer başka dengeler bozuluyor. İhracat artacak derken ihracat düşüyor. İhracatımız birim olarak düşüyor, tutar olarak yükseliyor çünkü Avrupa'da da birim fiyatlar yükseldiği için bizim ihracat fiyatları da yükseliyor. Çünkü hem enerji yoğunluğu yüksek hem de emek yoğun sektörlerde ihracat yapmamız zorlaşıyor, rekabet şansımız azalıyor. Bu ikisinin toplamı ihracatımızın üçte ikisi.
Türkiye çok rahat yeni bir dengeye kavuşabilir. Muhakkak iyi yapılanların devam etmesinin dışında eskinin sürdürülmesinden ziyade, özellikle finansmana ulaşım ve Avrupa'daki risk primimizin düşürülmesi konusunda da pozitif çabalar harcanması gerektiğine inanıyorum. Yeni bir hükümetin ülke yönetimine beş senelik bir perspektifle bakacağı kanısıyla seçimden öncesine göre çok daha rahat ve çok daha rasyonel davranılabilecekleri bir süreç yaşayacağımıza inanıyorum ya da inanmak istiyorum.
“TÜRKİYE'NİN YEŞİL ENERJİDE OLDUKÇA YÜKSEK BİR ŞANSI VAR VE GELECEĞİN ENERJİ KAYNAKLARINDA ÖNEMLİ OLANLARDAN BİR TANESİ DE HİDROJENDİR”
- Son olarak, bir de geleceğin enerji çözümü hidrojeni sormak isterim?
- Yenilenebilir enerjinin bir sonraki jenerasyonu da hidrojen. Hidrojeni büyük miktarda üretmek için önemli bir enerji tüketimine ihtiyaç var. Su, hidrojen ve oksijen diye ayrıştırılıyor. Bu çok enerji yoğun bir süreç. Dünya bunu üçe ayırmış. Birincisi siyah hidrojen, bu enerjiyi kömür yakarak elde edip suyu ayrıştırıp, hidrojen elde ediliyor. İkincisi gri hidrojen, doğal gazı yakarak bu işlem yapılıyor. Üçüncüsü özellikle Danimarkalıların yaptığı gibi offshore denilen deniz üzerinde rüzgar santralleri kurup, buradan üretilen elektrikle deniz suyunu ayrıştırmak. Benim de içinde olduğum bir oluşumda bugün Japonlar ve Suudlar daha çok bu yeşil enerji tarafındalar.
Türkiye'nin de yeşil enerjide oldukça yüksek bir şansı var. Bu nedenle geleceğin enerji kaynaklarında önemli olanlardan bir tanesi de hidrojendir. Çünkü bu üretilen hidrojen küçük katkılarla bugünkü doğal gaz boru hatlarında yer değiştirilebiliyor. Yeni bir altyapıya da ihtiyaç da olmayacak. Bu yüzden Türkiye'nin nükleer enerjiyle beraber yenilenebilir enerjinin yanında bunu da göz önüne alması gerektiği kanısındayım.
Türkiye'de elektrikli otoyla seyahatin keyfi nasıl?
14 Mayıs’tan sonra ekonomi ne olur? Murat Sağman’dan şok yanıtlar
Serim: Türk kahvesi UNESCO'nun kültür mirası listesine giren ilk içecek oldu
Prof. Dr. Murat Şimşek: Felaketin yaraları zekat ile sarılabilir
Turgay Artam, koleksiyoncu olmanın büyük kazancını anlattı
Anonim şirket ortakları vergi avantajlarından nasıl yararlanır?
Finansingundemi.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan www.finansingundemi.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin www.finansingundemi.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur. BİST isim ve logosu “koruma marka belgesi” altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BİST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BİST’e ait olup, tekrar yayınlanamaz.