Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz gün gazetecilerle sohbetin kredi derecelendirme kuruluşlarına ayar verdi. Erdoğan, “Bunlar (Moody’s ve Fitch) tavırlarını böyle sürdürürlerse başbakana söylerim; ‘bunlarla da ilişkiyi kes, bize bunlar bir şey kazandırmış değil.’ Bunlarla gelmedik buraya” açıklamasında bulundu. Başbakan Davutoğlu da Erdoğan'ın bu sözlerine destek verdi.
Radikal ekonomi yazarı Uğur Gürses bu kurumlarla ilişkinin kesilmesi durumda neler olabileceğini kaleme aldı. Gürses, ilişkimizi kessek bile bu kuruluşların hakkımızda rapor yayınlanacaklarını hatırlattı. Gürses'e göre, bu kuruluşlarla ilişkimizi kesersek bizim gibi borçlu ülkeler zarar görür; keskin sirke, küpüne zarar.
İşte Gürses'in o yazısı;
Türkiye, kredi görünümünü olumludan durağana çevirdi diye 2012 sonunda S&P ile olan anlaşmasını iptal etti. Ancak durum değişmedi; S&P bu iptalden sonra da değerlendirme yayınlamaya devam ediyor.
Türkiye’nin politik ortamı giderek içe kapanıyor. Şimdi de kredi derecelendirme kuruluşları ile ‘ilişkiyi kesme’ fikri gündemde. Bu mümkün mü? Bir sözleşmeniz varsa kurumsal olarak evet, ancak o kuruluşların yaptığı iş itibariyle mümkün değil. İçeride kural ve kurumları kilitlenmiş ülke siyasetinin, dışarıdaki kural ve kurumlara da aynısını yapabileceği gibi yanılgısının eşiği bu aslında.
Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün “Bunlar (Moody’s ve Fitch) tavırlarını böyle sürdürürlerse başbakana söylerim; ‘bunlarla da ilişkiyi kes, bize bunlar bir şey kazandırmış değil.’ Bunlarla gelmedik buraya” diyordu.
İlişkiyi kesmek ne demek? Birincisi, bir sözleşme ile kredi derecelendirmesi talep ettiğimiz kuruluşun (Fitch) sözleşmesini feshetmek demek. Yani artık para ödemezsiniz hepsi bu. İkincisi; Hazine, Merkez Bankası, BDDK gibi kamu otoriteleri ile bu kuruluşların yaptığı görüşmelerin kapısının kapanması. Her iki adımı da atsanız, bu kuruluşlar ülke hakkında değerlendirme yapmaya da, not yayınlamaya da devam ederler.
Peki, bu adımlarınız yarar mı, zarar mı getirir? Bunu, bu kuruluşların yaptığı işe bakarak karar verebilirsiniz.
Kredi değerlendirme kuruluşları, temel olarak basit anlatımla ‘parası olanlara’ dönük çalışan kurumlardır. Yani, mali yatırım yapmak isteyenler için yatırım yapılan şirket ya da ülkenin geri ödeme riskini ölçerler. Kredi gücünü raporlarlar. Borç alanın kızıp gürlemesi işe yaramaz. Ayrıca, borçlanmak isteyen şirket ya da ülkeler de, kredi notlarının belirlenmesi için bu kuruluşların kapısını da çalabiliyor. Çünkü kendilerine borç para vereceklerin karşısında çıkıp, geri ödeme riskinin ne kadar az olduğunu kanıtlama peşinde olmaları normal. Şirket ya da ülke olarak bu kuruluşlarla anlaşma yapanlar, daha ‘açık kapı’ politikası izlemiş oluyor, tereddütlü konuları kendi lehlerine çevirebiliyorlar. İşte bu nedenle; ilişki kesmek, kendini anlatma, daha ucuza borçlanma çabasındaki borçlunun zararına olacak bir iş.
Peki, kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ilişkiler nasıl?
Türkiye, kredi görünümünü olumludan durağana çevirdi diye 2012 sonunda S&P ile olan anlaşmasını iptal etti. Ancak durum değişmedi; S&P bu iptalden sonra da değerlendirme yayınlamaya devam ediyor. Hazine yeni anlaşmayı Fitch’le yaptı. Fitch de, Türk Hazinesi ile bu anlaşmayı yapana kadar, 1994’den beri zaten Türkiye’nin kredi derecelendirmesini yapıyordu. Fitch durağan görünümle, Moody’s ise negatif görünümle Türkiye’ye ‘yatırım sınıfı’ notta tutarken, S&P ‘spekülatif sınıf’ta tutuyor.
Yurtiçinde kredi derecelendirme konusu SPK tarafından düzenleniyor. Ancak Avrupa ile uyumlu olmadığı için Fitch ve Moody’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’deki ofislerinde ‘analitik eleman’ bulunduramıyorlar. Dolayısıyla kredi komitelerine Londra’daki uzmanlar katılıyor. Kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ilişkinin kesilmesi, dereceleme kuruluşlarını Ankara’dan daha da uzaklaştıracak. Nihayetinde Türkiye’nin ödeyeceği
faiz görece yüksek olacak.
Sonuçta, dereceleme kuruluşları ile ilişkiyi kesen bizim gibi borçlu ülkeler zarar görür; keskin sirke, küpüne zarar.