Türkiye'nin dönüm noktası
Prof. Ahmet Öncü ve Prof. Erol Balkan'a göre, Gezi Parkı’nda başlayan süreç, Türkiye tarihinde bir dönüm noktası olacak
Taksim Gezi Parkı’nda başlayarak Türkiye’nin dört bir yanına hızla yayılan protesto eylemleri devam ediyor. Gerek ideolojik kapsamı, gerekse katılımcıların yapısı anlamında kendine özgü dinamikler barındıran bu eylemleri nasıl okumak gerektiği ve sürecin nereye evrileceği merak ediliyor. Uzun zamandır Prof. Neşe Balkan ile birlikte üzerinde çalıştıkları “Neoliberal Görünüm ve İslami Sermayenin Yükselişi” (The Neoliberal Landscape and the Rise of the Islamic Capital) adlı kitaplarını yayınlamaya hazırlanan Hamilton Üniversitesi İktisat Bölümü ve Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi Ziyaretçi Öğretim Üyesi Prof. Erol Balkan ile Sabancı Üniversitesi Sosyoloji Prof. Ahmet Öncü, Deutsche Welle Türkçe'ye bu oluşumun dünü, bugünü ve yarınını anlattı.
DW: Türkiye’de Taksim Gezi Parkı eylemleriyle başlayan süreçte ciddi bir sosyal patlama gözlendi. Bu yeni dönemi yorumlamak için ne kadar geriye gitmeliyiz?
Erol Balkan: Türkiye, Özal döneminden başlayarak neoliberal politikaları Batı ülkelerinden bile daha iyi uygulayan bir ülke oldu. 2001’den sonra AKP hükümetiyle birlikte 'mülksüzleştirme yoluyla birikim' (accumulation by dispossesion) yöntemiyle büyük bir sermaye birikimine sağlayan ekonomi politikaları uygulandı. Yani devlet kamu kuruluşlarını, arazilerini özelleştirerek kamu mülkiyetinden özel kişinin mülkiyetine çevirdi. AKP hükümeti, kentsel dönüşüm gibi politikalarla orta sınıfın tüm kamu mekanlarını daralttı.
DW: Bu sermaye birikimi kendi sınıfını da yarattı mı? İdeolojik iklim nasıl şekillendi?
Erol Balkan: Evet. Bir yanda 1930'lardan 1980'lere kadar gelen Keynesçi, yani devletçi politikaları savunan, bir yanda da neoliberal politikaların ortaya çıkardığı İslami bir orta sınıf. İslami orta sınıfın dışındaki orta sınıfın alanına girildiğinde, alkol yasağı gibi müdahalelerle yaşam şekline müdahaleler başladığında tepki oluştu. 'Wall Street’i İşgal Et' (Occupy Wall Street) hareketinde de benzer bir tepki söz konusuydu.
Ahmet Öncü: MÜSİAD ve TÜSİAD çatışmasında olduğu gibi toplumun üst sınıfında da bu iki farklı toplum ve siyaset modeli karşı karşıya geldi. Küresel konjonktürde de küresel sermaye aşırı şişkinleşerek kendine yatırım olanakları bulmaya koyuldu. AKP iki şeyi çözdü: Küresel sermayeye yatırım olanağı olarak istikrar sağlamak ve Anadolu’daki küçük şirketlerin daha da büyümesini sağlayarak ekonomik gücü siyasi iktidara yöneltmek. Aynı zamanda AKP, Kemalizm'e karşı olarak liberalizmin yanına geçti. AB'yi destekledi. Ekonomide tam istihdamdan ziyade büyümeye önem veren neoliberal politikaları tam anlamıyla benimsedi.
“Ekonomideki kırılganlık depreme dönüşebilir”
DW: Siyasi atmosferin ekonomiye etkisi de büyük oldu, ekonomideki kırılganlıklar görünür oldu denilebilir mi?
Erol Balkan: Türkiye'de son on yıldaki büyümenin motoru, ekonominin rekabetçi gücü ya da teknolojiyi kullanarak daha fazla üretken olmasıyla sağlanmadı. Büyüme kısa dönemli sermaye girişleriyle sağlandı. Avrupa’da yüzyıllar içinde oluşan sermaye birikimi Türkiye’de 10 yılda oluştu. Bugünse Wall Street’te Türkiye ekonomisinin ne kadar sağlam olduğu tartışılmaya başlandı. Not indiriminin gelmeyeceği söylendi, ama yabancı sermayeye 'çıkmayın' mesajları verildi. Korkulan ekonomideki muazzam kırılganlık ve bu her an, bir depreme dönüşebilir.
Ahmet Öncü: Özelleştirmenin tartışılmadığı, verginin büyük oranda kamu bütçesi denkliğine gittiği uluslararası sermaye akımları için uygun ortam yaratıldığı bir konjonktür iyi kullanıldı. AKP’nin yüzde 50 diyerek işaret ettiği yükselen İslami burjuvazi sınıfı bu şekilde ortaya çıktı. Orta sınıfın yeniden üretimi de eğitim yoluyla gerçekleşti. İktisadi, siyasi güç de ideolojik olarak medya ile desteklendi.
DW: Sizce son dönemdeki tepkilerden hükümet gerekli mesajı aldı mı?
Ahmet Öncü: AKP’nin çevresinde ve tabanında mesaj alındı. Ama Başbakan ve çevresinde alınmadı. Kişilik faktörleri çok önemli. Neoliberal yönetişim tarzında yer alan 'Başka alternatif yok' denilen dayatmacı bakış açısı var. Burada fanatisizim kavramı öne çıkıyor. Fanatik, kendi düşüncesinden, doğrusundan farklı düşünene değer vermez, elinde iktidar varsa yok sayar.
DW: Eylemcilerin profiline baktığımızda birçok farklı siyasi görüşe sahip partiden, gruba, sivil toplum kuruluşlarına, en ilginci de daha önce hiçbir protestoya katılmış binlerce kişiyi görüyoruz. Bu yapıyı sosyolojik yönden nasıl okumalı?
Ahmet Öncü: Fanatisizme karşı fanatikliğin yok olduğunu görüyoruz Türkiye’de. Demokraside fanatisizme yer yoktur. Siyasette iki tavır vardır: Düşman ve dost arasındaki siyaset ile dostlar arasındaki siyaset. Fanatisizmin geçerli olduğu ortamlarda dost ile düşman arasındaki siyaset söz konusudur, demokraside ise herkes birbirini sevmese de, birbirinin varlığını kabul etme, saygı gösterme anlamında dosttur. Gezi Parkı’nda insanlar bu anlamda demokratik dostluğun ne demek olduğunu anladılar. Bence bu Türkiye’de tarihsel bir dönüşüm noktasıdır.
Erol Balkan: Wall Street eylemlerinde ortaya çıkan güzel bir slogan var: “Karşıt görüşlü olabilmekte hemfikir olalım” (Let's agree to disagree).
DW: Sizce bundan sonraki süreç nereye evrilecek?
Ahmet Öncü: Otoriter iktidar tarzına karşı daha demokratik bir iktidarın mümkün olup olmadığı tartışılacak. Ekonominin belirleyiciliği ise uzun dönemde hissedilecek. ABD ve Avrupa’da kapitalizm ve demokrasi çelişkisi yaşanıyor. Türkiye’de ise kapitalist sermaye birikiminin önü hala açık. Son harekette antikapitalizm değil, antidemokratik uygulamalara karşı demokrasi özlemi öne çıkıyor.
DW: Dış dinamiklerin etkisi ne olacak?
Erol Balkan: Uluslararası sermaye akımları toplumsal istikrarsızlıktan kaçarlar. Dışarıdaki sermaye gruplarının aldığı mesaj önemli. Toplumsal çatışma derinleşmeye başlarsa yabancı yatırımcı çıkar. Bu hükümetin kalabilmesi için ekonominin sağlam olması gerekiyor. Ekonominin sağlamlığı da yabancı girişleriyle olur. Türkiye ekonomisi bir Alman ekonomisi değil. Hükümetin geri adım atması hem iktisadi hem de uluslararası ilişkiler açısından hükümetin de yararına.
DW: Kadınların da eylemlerde önemli rol aldığını görüyoruz. Bu bir kadın hareketi mi?
Ahmet Öncü: Erdoğan iktidarı döneminde kadının işgücüne katılımı düştü, OECD ülkeleri arasında 128'inci sırada. Kadın - erkek eşitliği konusunda Türkiye geriye gitti. Siyasal üst yapı kurup, kadınların geride bırakılması sonunda tepki yarattı. Ben buna 'Hanımeli Devrimi' diyorum.
DW: Artık geri dönüşü olmayan bir yola mı girildi? Yoksa yeni bir Türkiye kuruluyor demek için erken mi?
Ahmet Öncü: Bunlar yaşandı. Önümüzdeki on yıl içinde en çok konuşulan, üzerinde en çok tezler yazılan bir dönüm noktası olacak. Bu olay çok ciddi ve özellikle ekonomi açısından çok riskli bir yol. AKP’nin yüzde 50’sinin içinde istikrarsızlık istemeyen gruplar önemli.
Erol Balkan: Orta sınıfsız pazar ekonomisi olmaz. Ekonomik güce sahip orta sınıfın talepleri de önemli. Bu gerginlik, iktisadi istikrarsızlık, bölgedeki belirsizlikler orta sınıfı çok rahatsız etti. 'Biz çoğunluğun desteğini aldık, yüzde 51’in yaşam tarzı budur, geri kalan da buna uysun' demek antidemokratik bir söylem. Çoğunluğun diktatörlüğüdür.
Ahmet Öncü: Bu harekette laik ve muhafazakar kesim birbirini kabul etti. Yan yana durmayı öğrendiler. Türkiye’nin geleceğini de bu belirleyecek. Demokrasi bir pratiktir; teori değildir. Evrim süreci içinde normlar oluşuyor. Demokrasi norm oluşumudur. Alışkanlıklar kazanılıyor. Wallerstein’in dediği gibi 'Herhangi bir sistemin karşıtındaki hareket, evrimini daha sonra gerçekleştirir'. Gezi'nin etkilerini 3-4 yıl sonra görmeye başlayacağız. (DWTürkçe)