BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaKazandıran SohbetlerTürkiye’de sendikalaşma neden çok zor? Dr. Atilla Özsever açıkladı----

Türkiye’de sendikalaşma neden çok zor? Dr. Atilla Özsever açıkladı

Türkiye’de sendikalaşma neden çok zor? Dr. Atilla Özsever açıkladı
07 Ocak 2025 - 10:14 www.finansingundemi.com

Heyecan dolu 50 yıl. Ordudan akademisyenliğe uzanan, içinde ‘cezaevi, siyaset, sendika, gazete' yılları da olan bir yaşam. Çalışma hayatının usta ‘emekçi’ gazetecisi Atilla Özsever’le sendikaları, asgari ücreti, emeklinin halini konuştuk.

VOLKAN KARSAN – FINANSINGUNDEMI.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER

Yeni yıla girdik, 3 Ocak’ta 2024 enflasyon rakamları açıklandı ve o gün bugündür gündemin zirvesinde işçi, emekli maaşları konuşuluyor. Yeni durumdan memnun olan bir Allah’ın kulu var mı bilmiyoruz. Yaşını başını almış emekliler bile sokaklara dökülüyor. Bu konuyu yarım asırlık gazetecilik yaşamında hep emek ve çalışan dünyasını inceleyen Dr. Atilla Özsever ile konuştuk. Farklı bir “Kazandıran Sohbetler” ortaya çıktı, bu kez kazananın ekonominin en önemli unsuru “emek” tarafında olmasını diliyoruz.

HARP OKULU, TRT, GAZETE, SENDİKA, SİYASET, KÖŞE YAZARLIĞI, ÜNİVERSİTE

  • - Sayın Özsever, askerlikten gazeteciliğe uzanan süreci ve işçi hakları konusunda uzmanlaşma öyküsünü bize kısaca anlatmanız mümkün mü?

  • - Kara Harp Okulu’ndan 1967 yılında piyade subayı olarak mezun oldum. 1968 kuşağının bir bireyi olarak ister istemez o süreçten etkilendik. Sonuçta devrimci bir subay olduk ve diğer devrimcilerle, sivil arkadaşlarla bağlantılarımız oldu. 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında da gözaltına alındım. TSK’dan üsteğmen rütbesinde çıkarıldım. İki buçuk yıllık bir cezaevi sürecim oldu.

1974’te cezaevinden çıktıktan sonra, İsmail Cem’in TRT genel müdürlüğü döneminde bir sınav açıldı. O sınavı kazandım. Dönem arkadaşlarım Ali Kırca, Ayşenur Arslan’dı. TRT Haber Merkezi'nde başladığım gazetecilik mesleğinde 50 yılımı tamamladım. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden de bu vesileyle bir plaket aldım. TRT'deki sürem biraz kısa oldu, sekiz aya yakın sürdü, çünkü sözleşmeliydik. Kadroya geçmek için güvenlik soruşturması yapıldı. Olumsuz sonuçlandı ve devlet memuru kadrosuna geçemedim.

Burada ilginç bir anekdot anlatmak isterim. Aynı davadan yargılandığım hapishane arkadaşım iki havacı subay da kameraman olarak başvurmuşlardı. TRT yönetmeliğinde de muhabirler için güvenlik soruşturması var, kameramanlar için yoktu. Ben TRT'den çıkarıldım. Bu arkadaşlarım TRT'de kaldılar ve sanıyorum oradan emekli oldular.

Milliyetçi Cephe hükümet olunca İsmail Cem'i de TRT Genel Müdürlüğü'nden uzaklaştırdılar. Rahmetli İsmail Cem 1975 yılında Politika gazetesini çıkarttı. Oraya beni de çağırdı. Politika gazetesinden sonra işçi meseleleriyle ilgili olduğum için sendikada çalışsam, işçi sınıfını yakından tanısam nasıl yararlı olur diye düşündüm.

Türk İş’e bağlı Yol İş sendikasında eğitim ve basın uzmanı olarak bir süre çalıştım.

Yine bu süreçte sendikadan ayrılıp 1978’deki Ecevit Hükümeti döneminde Adalet Bakanlığı Basın Müşavirliği görevini yürüttüm.  Bu arada Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde çalışma ekonomisi alanında doktoraya başladım.

1984 yılından itibaren de Hürriyet Gazetesi'nde tekrar yazılı basına döndüm. Hürriyet’ten sonra Günaydın ve daha sonra Dinç Bilgin’in Sabah gazetesinde çalıştım. Gazetede yenilikler olmuştu ve ben de Çalışma Dünyası diye bir sayfa hazırlamıştım

Bu dönemde Milliyet gazetesinin o dönemki patronu Aydın Doğan ekonomi servisine demiş ki: Sabah gazetesinin okuru kimler, biz Milliyet Gazetesi olarak işçiye, memura, emekliye daha çok hitap ediyoruz. O gazetedeki Çalışma Dünyası’nı yazan arkadaşı bizim gazeteyi alalım. O dönemde ekonomi müdürü Ayşen Gür ve Genel Yayın Yönetmeni Umur Talu ile zaten tanışıyoruz. O teklif üzerine Milliyet Gazetesi'ne geldim. Yaklaşık dokuz yıl Emek ve İnsan diye bir köşe yazdım, işçi sınıfının sorunlarıyla meşgul oldum.

Bir süre sonra bu köşe kaldırıldı, ben de bu arada Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki doktoramı tamamlamıştım, çalışma ekonomisi doktoru olmuştum. 2003 yılında Maltepe Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım.

Ama gazetecilik serüvenim olduğu için de hem İletişim Fakültesi'nde hem de İktisat Fakültesi'nde dersler verdim. Bu arada da Cumhuriyet, Bir Gün gibi gazetelerde de yazılar yazdım. 2003 – 2023 yılları arasında Maltepe Üniversitesi ağırlıklı olmak üzere çeşitli üniversitelerde çalışma ekonomisi ve medya alanında dersler verdim. İki yılı aşkın bir süredir de internet gazetesi Duvar’da haftada bir, iki gün köşe yazıları yazıyorum.

Zaman zaman sendikalar ve sol partilerde eğitim çalışmalarına katılıyorum.

“ÜÇ MİLYON 800 BİN KİŞİ EN DÜŞÜK EMEKLİ MAAŞI OLAN 12 BİN 500 LİRAYI ALIYOR”

  • - Önceki yıllarda Ocak ayı yaklaşırken asgari ücretti, emekli maaşıydı gündemi meşgul ederdi. Ama son yıllarda hemen hemen her ay emekli maaşı ne kadar artacak ya da asgari ücrette iyileştirme ne zaman olacak gibi tartışmalar konu ediliyor. Bunun nedeni size göre nedir?

- Türkiye'de aslında asgari ücret en düşük ücrettir. Dolayısıyla 1970'li 80'li 90'lı yıllarda esnafların yanında ya da küçük iş yerlerinde çalışanlar için asgari ücret söz konusuydu. Onun dışında belli ölçüde de toplu sözleşmeler olduğu için ücretler daha yüksekti.

Hatta işin ilginç tarafı, Ecevit hükümeti zamanında 1974'te bir kararname çıkartılmıştı. Asgari ücret o kadar yüksek ki memur maaşlarını geçiyor, o kararnamede denildi ki en düşük memur maaşı asgari ücretin altında olamaz.

Fakat özellikle 2000'li yıllardan itibaren ücretlerde giderek bir düşüş, bir baskılanma süreci yaşandı ve sonuçta asgari ücret toplumda ortalama ücret haline geldi.

DİSK’in araştırma merkezi DİSK-AR’ın araştırmasına göre asgari ücretin yüzde 10 yukarısını da dahil ettiğimizde çalışan nüfusun yüzde 70’e yakın kısmı asgari ücretle geçiniyor. Dolayısıyla ister istemez bu mesele gündeme geldi.

Emekli maaşları meselesine gelince özellikle 2008 yılında 5510 sayılı yasa ile emekli yaşı arttırıldığı gibi maaşlarda da düzenlemeler yapıldı. Eskiden en düşük işçi emekli aylığı yüzde 65’ti, o yasayla bu yüzde 50’ye düşürüldü. Aynı zamanda bugün çok tartışılan refah payı denilen büyümeden verilen payın oranı 2008’deki yasayla yüzde 100’den yüzde 30’a indirildi.

Böylece emekli maaşları da daha düşük düzeylere oluşmaya başladı.

Bu nedenle emekliler 2010’lardan 2020'lere doğru yaklaştıkça neredeyse dört kişilik bir ailenin gıda harcamalarını kapsayan açlık sınırının da altında ücretler almaya başladı.

Ocak 2025 itibariyle işçi emekli maaşlarına yüzde 15,75 oranında zam yapılacak.

Üç milyon 800 bin kişi en düşük emekli maaşı olan 12 bin 500 lirayı alıyor. Fakat şöyle de bir uygulama var. Emekli olunduğu zamandaki gösterge rakamlarına göre ulaşılan bir rakam olan kök maaş çok önemli. Kök maaşı 10 bin 800 liranın altında olanlar hazine katkısıyla 12 bin 500 lira maaş alıyorlar. Ama yüzde 15,75 zam oranı kök maaşı yapılıyor.

10 bin lira civarında kök maaşı olanların bu zamla 12 bin 500 liranın altında kalıyorlar. Ama eski yasayla bağlantılı olarak bunların aylıkları 12 bin 500 olarak devam edecek. Yani dört milyona yakın insana sıfır zam yapılmış oluyor.

Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz bir açıklama yaptı.

“Ocak ayı içerisinde en düşük emekli maaşını 12 bin 500 liradan biraz daha yukarı çıkaracağız” dendi. Kulislerde 14-15 bin gibi rakamlar dolaşıyor. Dolayısıyla bunun için bir yasa düzenlemesi gerekiyor. Meclisten bir yasa çıkacak ki en düşük emekli maaşı bu noktaya gelecek.

Cevabı özetlersek asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesi, emekli aylıklarının da bugün 21 bin 600 lira olan açlık sınırının da altında kalması ister istemez toplumda bu meselenin her gün tartışılmasına yol açıyor.

“ASLINDA ESAS FİYAT YÜKSELMELERİ ŞİRKETLERİN KÂRLARINDAN KAYNAKLANIYOR”

  • - Yıllarca gazetelerin ekonomi servislerinin içinde bulundunuz. O yayıncılığın büyük bir bölümü sermayeyi, hazineyi, piyasayı ve finansı temsil eder. O kesime göre enflasyonun düşürmenin tek yolu ücretlerin gelecek yılın enflasyon beklentisinin altında düşük zamlanması. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Sermayenin asgari ücret arttırılırsa, fiyatlar artar, enflasyon artar diye bir mantığı var. Ama çok somut örnek, geçtiğimiz yıl asgari ücret sadece Ocak ayında arttırıldı. 17 bin 2 lira oldu.  Daha önceki yıllarda Temmuz'da da arttırılıyordu. Bu Temmuz 2024'te zam yapılmadı. Fakat enflasyon tekrar yükseldi. Dolayısıyla asgari ücretin enflasyonla bir bağlantısı yok.

Aslında esas fiyat yükselmeleri şirketlerin kârlarından kaynaklanıyor. Yoksa ücretlerinin payı maliyet içerisinde yüzde 10 civarında. Ücretlere yüzde 100 zam yapsanız payı yüzde 20 olur. Diğer yüzde 80 maliyet ham madde, elektrik, kira ve diğer maliyetler. Doğal gaza benzine yapılan zamlar yüzde 40'ın-50'nin üstünde maliyetler böyle artıyor.

“AVRUPA'DA SENDİKALAŞMA ORANLARI % 60'LARDA-70'LERDE, ORADAKİ ÜCRETLER TOPU SÖZLEŞMEYLE BELİRLENİYOR”

  • - Ülkemizde sendikasızlaşma artık çok büyük boyutta, neredeyse yok denebilecek düzeyde. Bu da herhalde ücretlerden yaşam standardına kadar bir sürü konuyu belirliyor. Bu konuda nasıl bir gelişme olmalı ki daha refah içinde yaşayan bir toplum olalım?

  • - Avrupa'dan bir örnek vereyim size. Asgari ücret Avrupa'da tüm çalışanların yüzde dördünü kapsıyor bizde yüzde 70’lerde. Buna karşılık Avrupa'da sendikalaşma oranları yine yüzde 60'larda-70'lerde. Dolayısıyla oradaki ücretler topu sözleşmeyle belirleniyor. Bu ekonomik sistemde ücretler arttığı zaman satın alma gücü de artıyor.

Satın alma gücü arttığında da üretilen mallar satın alınıyor. Sistem bir şekilde kendini döndürüyor. Refah da böylece oluşuyor. Avrupa gibi toplumlarda halkın büyük bölümü neredeyse yüzde 80-90’ı çalışan kesim.

Dolayısıyla çalışanların satın alma gücünü yükselttiğiniz zaman bir anlamda toplumda refah da daha artmış oluyor.

Gerçi şu sıralarda yine kapitalist sistem krize girdiği için oralarda da yavaş yavaş enflasyon yükselmeye başladı. Bir takım sorunlar var ama Türkiye kadar değil.

Ülkemizde de şu anda SGK kayıtlarına göre yaklaşık 16 milyon kayıtlı çalışan var, kayıtsız çalışanı ilave etmiyoruz.

Bunların yüzde 14’ü sendikalı. Sendikalı sayısı da önemli değil, esas önemli olan toplu sözleşme yapabilmek. Toplu sözleşme yapabilen ise ancak yüzde yedisi oluyor. Diğerlerinin toplu sözleşme yapamama nedeni ülkemizde baraj sistemi. Bir sendikanın toplu sözleşme yapabilmesi için iki şartı yerine getirmesi lazım. Önce o sendika ülke çapında yüzde bir oranında bir barajı geçmesi lazım. Diğeri de o iş yerinde yüzde 50+1 örneğin iş yerinde 300 kişi varsa 151 kişinin sendika üyesi olması lazım.

Bu barajlar nedeniyle sendikalı olanların neredeyse yarısı toplu sözleşme yapma imkanından mahrum kalıyor. Çalışan 100 kişiden ancak yedisi toplu sözleşme yapabiliyor.

Zaten grev hakkı da kısıtlanıyor, grev yasakları oluyor.

Sonuçta işveren toplu sözleşme koşullarını yerine getirmezse çalışanın elinde tek güç var grev ama yasaklarla o da ellerinden alınıyor.

Örneğin en son metal sektöründe garip bir şekilde akü iş yerlerinde devlet güvenliği nedeniyle grev yasaklanabiliyor.

Avrupa'da o kadar yasaklar da yok. Sendikalar bir yerde örgütlenip işi bırakıyorlar, birkaç gün bırakıyorlar, daha fazla bırakıyorlar. Bizde sendikal örgütlenmeye getirilen sınırlar, yasaklar nedeniyle de sendikalaşma gelişemiyor. Zaten sendikaya üye olanlar çoğunlukla işten çıkartılıyor.

Mesela Çatalca'daki Polonez gıda işletmesinde çoğu kadın 146 işçiyi işten çıkarttılar. Bu işçiler Ankara'ya doğru yürüyüşe başladı. Polis engelledi.

Sendikaya üye olmak anayasal bir hak. Bu bile engellenmiş oluyor. Dolayısıyla sendikalar güçlü olmadığı için toplu sözleşmeler zayıf kalıyor ve ücretler ister istemez asgari ücrete bağımlı olarak bir sürece gelmiş oluyor.

“ÜCRETLER DÜŞÜK OLURSA SERMAYENİN ÜRETTİĞİ MALLARI KİM SATIN ALACAK?”

- Dünyada enflasyonla mücadelede yaygın olarak Ortodoks politikalar diye bir yöntem uygulanıyor. Bu konudaki görüşleriniz neler? Ortodoks politikalar hep çalışanın mı canını yakıyor?

- Bu sorunuzun somut örneğine Mehmet Şimşek programı diyoruz.

Enflasyonu baskı altına almak için karlardan ziyade emek üzerine, ücretler üzerine baskılama. Aslında bu kapitalist sistemin temel çelişkisidir. Ücretler düşük olursa sermayenin ürettiği malları kim satın alacak?

Sistem, mutlaka üretmek zorunda, satmak zorunda, satamazlar stoklarda kalırsa ne olacak? Onlar iflasa doğru gidecek, güç durumunda kalacak.

Bu sistemin temel çelişkisi. Bu arada deniyor ki Türkiye'de ücretler düşük olduğu için ihracata dönük bir politika izleyelim. Türk vatandaşı malı almasın, yabancıya satarız. Fakat o da bir yere kadar söz konusu oluyor. Dediğim gibi Avrupa ülkelerinde de hatta Amerika'da da giderek bir enflasyonist süreç yaşanıyor.

Dolayısıyla bu genel olarak sistemin bir sorunu. Buradan çıkış için iki farklı senaryo var. Biri radikal senaryo, diğeri reformist senaryo. Reformist senaryodan kasıt, sosyal demokrat partilerin iktidara gelmesi ve onların iyileştirici reformist politikaları, radikal çözüm ise kapitalist sisteme son verilmesi. Tabii bu çok uzak bir ihtimal gibi gözüküyor hatta ütopik gözüküyor. Ama umudumuz var, biz görmesek de torunlarımız görür mü diye bir umut taşıyoruz.

“TÜİK'İN ENFLASYONU % 44,38, İTO’YA BAKIYORUZ % 55, ENAG DİYE BİR BAĞIMSIZ BİR EKONOMİ KURUMU VAR, ORADA % 83”

  • - Bir de bu açıklanan rakamların hep ücretlilerin lehinde olmaması konusu var?

- Özellikle bu TÜİK meselesi çok önemli. Türkiye İstatistik Kurumu'nun rakamları hakikaten son derece gerçekçi olmayan rakamlar.

Hani şu anda TÜİK'in enflasyonu yüzde 44,38. İstanbul Ticaret Odası İTO’ya bakıyoruz yüzde 55. ENAG diye bir bağımsız bir ekonomi kurumu var. Orada yüzde 83.

Ama asgari ücrete yüzde 30 zam memur emeklisine ve memura yüzde 11.55, işçi emeklisine yüzde 15,75…

Hiç olmazsa TÜİK oranında bir zam yapılsa bu sefer mevcut iktidar bunu savunabilir.

Nitekim geçen günlerde belki de bu konuşmamıza vesile olan emekliler isyanlarda… Düşünün 60 -70 yaşında insanları görüyorum sokağa çıkıyorlar. Bu insanlar bir anlamda fiziksel olarak kendi aktivitelerini arttırmakta güçlük çeken insanlar 12 bin 500 lira maaşla nasıl geçinebilir?

Buna karşı tavırları oluyor. Sanıyorum bu mücadele ister istemez iktidarın da bu oranları biraz daha yükseltmesine sebebiyet verebilir diye düşünüyorum.

“TOPLUMDA EKONOMİ KUŞKUSUZ ÇOK ÖNEMLİ AMA BİR ANLAMDA DA KÜLTÜREL, İDEOLOJİK VE İNANÇ MESELELERİ DOLAYISIYLA İNSANLAR ETKİLENİYOR”

  • - Söylediklerinizden başka bir soru da doğuyor. Büyük bölümü asgari ücretli olan 16 milyon çalışandan ve milyonlarca emekliden söz ediyoruz. Bu emekliler ve asgari ücretliler gerçekten hallerinden memnun değilse seçimlerin farklı sonuçlar doğurması gerekmez mi?

  • - İşin ilginç tarafı 16 milyon da emekli var. Aslında rahatlıkla seçimlerde bu iktidarı değiştirecek güce sahip. Belki onun ilk göstergesi 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde bir ölçüde sergilendi. AKP ikinci parti konumuna düştü ama toplumda ekonomi kuşkusuz çok önemli ama bir anlamda da kültürel, ideolojik ve inanç meseleleri dolayısıyla insanlar etkileniyor.

Kolay kolay düşüncelerinde, bilinçlerinde bir sıçrama olmuyor. Diyoruz ki altyapı, üst yapıyı belirler ama o da zaman alıyor.

Binnur Zaimler’le 2025: Enflasyon inecek, yatırımcı kazanacak, savunmaya dikkat!Binnur Zaimler’le 2025: Enflasyon inecek, yatırımcı kazanacak, savunmaya dikkat!

Ünlü iş insanı Nur Ger’den dünyada bir ilk: Hologram oyunculu tiyatroÜnlü iş insanı Nur Ger’den dünyada bir ilk: Hologram oyunculu tiyatro

Samuray: Üniversite kız yurdu açmayı çok istiyoruzSamuray: Üniversite kız yurdu açmayı çok istiyoruz

Burak Gözüm: Türkiye'de her yıl minimum 650-700 bin yeni konuta ihtiyaç varBurak Gözüm: Türkiye'de her yıl minimum 650-700 bin yeni konuta ihtiyaç var

YORUMLAR (1)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
  • E.g.08 Ocak 2025 01:16

    1979 YILINDA RAHMETLİ ECEVİT HÜKÜMETİ ZAMANINDA MEMUR OLARAK GÖREVE BAŞLADIĞIMDA EMEKLİ MAAŞIM YAKACAK YARDIMI İLE ASGARİ ÜCRETİ GEÇİYORDU YUKARIDA ÇALIŞANLARI İLGİLENDİREN YAZILARIN TAMAMI DOĞRUDUR