<
BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaGündemŞirketlerin etiketlenme korkusu----

Şirketlerin etiketlenme korkusu

Şirketlerin etiketlenme korkusu
03 Eylül 2016 - 08:34 www.finansingundemi.com

15 Temmuz süreci sonrası şirketlerin 'etiketlenme' korkusu

Darbe girişimi sonrasında ekonominin nasıl seyredeceği, sonrasındaki sürecin nasıl yönetileceği ile çok yakından ilişkiliydi.

Bu süreç, özellikle de gelişen ülkelere para yağan bir döneme denk düştü. Bu yüzden, dış konjonktür darbe ve sonrasındaki belirsizlik dönemini yumuşatan bir atmosfer sağlıyor bize.

Darbe girişiminin bizatihi kendisi büyük bir travma idi. Şimdi başka bir sorunumuz var. O da içerideki siyasi ve kurumsal yönetim alanındaki belirsizlikler ile kimi kendinden menkul işgüzarlıklar. Ankara bir süre daha bunun farkına varamazsa ekonomiye etkisi birkaç ayda daha belirgin hale gelecek. Önce durum tespiti.

İstanbul Sanayi Odası’nın yayımladığı Satın Alma Yöneticileri Endeksi, küresel kriz yılı olan 2009 yılından bu yana ilk defa ‘durgunluk’ karasularına girdi. Endeksin 50’nin altına düşmesi ekonomik durgunluğa işaret eder. Bu endeks, mayıs ayında ilk kez 50’nin altına düşmüştü. Temmuz ayında 47.6 olan değer, ağustos ayında da 47’ye geriledi. Bu seviye 2009 Nisan ayından beri görülmedi.

İç talebin göstergesi olan kredi hacmindeki gelişmeler de bu yavaşlamayı teyit ediyor. Bir süredir gözlenen, ama Ramazan Bayramı öncesinde biraz kıpırdanan krediler reel bir artış göstermiyor, büyüme hızı düşüyor. Özellikle kamu bankalarının, düşen bu büyüme hızını toparlamaya çalışan yüksek kredi genişlemesi olmasa, durum daha vahim olacaktı.

Ekonomide akışları yavaşlatan; ticari alışverişleri, mevcut ya da potansiyel sözleşmeleri, siparişleri, çek ve senet kabulünü, ödemeleri, iş ilişkilerini giderek daha fazla önemde belirleyen öne çıkan bir faktör var. O da, ‘karşı taraf riski’. Bu yeni keşfedilen bir risk tanımı değil; darbe girişimi sonrasında, bu girişimin içinde olanlar, destek verenler geniş çaplı bir soruşturma çerçevesinde, ama en önemlisi ‘Olağanüstü Hal’ (OHAL) uygulaması çerçevesinde soruşturuluyorlar. Açığa almalara, kamu görevinden uzaklaştırmalara, mal varlıklarına tedbir konulmasına, şirketlere kayyum atanmasına tanık oluyoruz. Bu kısmı bir tarafa; darbe soruşturmasını yürüten yargı otoriteleri dışında, çeşitli işgüzar kesimlerce fısıltı ve dedikodu mekanizmasıyla bir ‘etiketleme’ yapılıyor. Kimin, hangi şirketin darbeci grupla ilgisi, bağlantısı olduğu fısıldanıp duruluyor. Öyle ki ‘kendinin temize çıkarmak’ için başkasını etiketleme oyununa dönüştü bu durum.

Kimi işgüzar siyasetçi, kişi ya da kamu kuruluşlarının yöneticileri, belediyelerce şüphe üzerine, ‘darbecilerle ilişkili potansiyel kişi ve şirketlerin’ etiketlenmesi var. En zor kısmı da bu; belki de ortada yasal bir süreç bile yokken, etiketlenerek suçlananların masumiyetini kanıtlaması gerekiyor. İşte ticari açıdan bu biçimde etiketlenmenin, ekonomiye yavaşlatıcı damgayı vuran önemli kısmı da burada.

Hakkında yasal bir soruşturma olmasa bile kişi ya da şirketlere dair ‘etiketleme’ yapılıyor. ‘Bel altı’ haksız rekabet yürütülüyor. Bu da, hem reel kesimde ve hem de bankacılıkta ‘karşı taraf riskini’ ve nihai olarak ‘etiketlenme korkusunu’ tetikliyor.

Çek kabul eden, çeki yazan keşidecinin ‘FETÖCÜ’ ‘çıkmasından’ ya da bu biçimde ilan edilmesinden, kendisinin de bu damgayı yemesinden korkuyor. Ya da ticari ilişki yürütülen bir şirkete ya da onunla iş yapan üçüncü şirkete kayyum atanması, alacakların tahsil edilememesi gibi ‘karşı taraf riski’, ‘Demokles’in kılıcı’ gibi ekonomik birimlerin tepesinde asılı duruyor. Zira, kayyum atanan şirketlerin, alacakları tahsil edilirken, borçları ödenmiyor.

Önceki gün konuştuğum Anadolu iş çevrelerini çok yakından tanıyan bir iktisatçı, tüm yurtta kayyum atanan şirket sayısının 500’ü geçtiğini söylüyordu. Benzer biçimde, bu konudaki iş dünyasında herkesin kafasında beliren ‘karşı taraf riskinin’ en önemli sorun haline gelmeye başladığına işaret ediyordu.

Hatta öyle ki Türkiye’de iş yapan çok bilinen uluslararası bir grubun; Türkiye operasyonlarını, diğer ülke operasyonlarından ayrıştırdığı anlatılıyor. Sırf bu ‘etiketlenmiş potansiyel karşı taraf riski’ yüzünden.

Ülke yönetiminin her kademesine yerleşmiş darbeci örgütün temizlenmesi, tabii ki Türkiye’nin kurumsal yapılarını yeniden inşa etmesi açısından çok önemli bir fırsat. Ancak bunun işgüzarlıklara feda edilmemesi gerekiyor.

Bu riski gündeme getirmenin bile ‘ne sen de mi?’ diyerek karşılanma riski yüzünden, belli ki Ankara’da hiçbir bürokrat ya da siyasetçi buna ön almaya çalışamıyor. Oysa ekonomik işleyişlerin bu biçimde sekteye uğraması en çok Ankara’da iktidarı elinde bulunduranların aleyhine çalışan bir durum.

Kayyumluk işlevi TMSF tarafından yerine getirilmesi kararı, kayyumluk işlevinin tek merkezden belli ilkeler çerçevesinde yürütülmesi açısından önemli olsa da, etiketlenme konusunun ciddi biçimde ele alınması gerekiyor.

Uğur Gürses - Hürriyet

YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)