Şirket yetkililerine müjde
Ekrem Öncü, Anayasa Mahkemesi’nin önemli iptal kararlarını The Lira’daki köşesinde kaleme aldı.
The Lira yazarı Ekrem Öncü'nün şirket yöneticilerini ilgilendiren önemli yazısı şöyle:
Bugünkü yazımızın konusunu 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen Mükerrer 35’inci maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları oluşturacaktır.
6183 sayılı Kanunun Mükerrer 35’inci maddesine göre, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. Bu madde hükmü, yabancı şahıs veya kurumların Türkiye'deki mümessilleri hakkında da uygulanır. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını kaldırmaz. Temsilciler, teşekkülü idare edenler veya mümessiller, bu madde gereğince ödedikleri tutarlar için asıl amme borçlusuna rücu edebilirler.
6183 sayılı Kanunun Mükerrer 35’inci maddesine 04.06.2008 tarihli ve 5766 sayılı Kanunun 4. Maddesiyle aşağıdaki 5 ve 6’ncı fıkralar eklenmişti. Anayasa Mahkemesinin 19.03.2015 Tarihli ve 2014/144 Esas, 2015/29 Karar numaralı Kararı ile iptal edilen 5. fıkra aşağıdaki gibidir.
“(5. Fıkra) Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur.”
5. Fıkranın iptal gerekçesinde, 213 sayılı VUK’da kusura dayalı sorumluluğun benimsenmiş olduğu, kural ile öngörülen sorumluluk halinin ise kusursuz sorumluluk olduğu, kanuni temsilcilerin kendilerinin görevde olmadıkları dönemde gerçekleşen iş ve işlemlerinden sorumlu tutuldukları, bu durumun adalet ve hakkaniyet ilkeleri ile bağdaşmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2. Maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kural, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulacağını düzenlemektedir.
Anayasa’nın 2. Maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anaysa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Kanun koyucu, Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine aykırı olmamak kaydıyla her türlü düzenlemeyi yapma konusunda takdir yetkisine sahiptir. Ancak kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması ve keyfi davranmaması gerekir.
İtiraz konusu kuralın getiriliş amacının; amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olması halinde bu şahısların sorumluluk uygulamasının, amme alacaklarının düzenlendikleri kanunlardaki kanuni ödeme sürelerinde veya özel ödeme sürelerinde faklı şahısların olması halini de kapsadığı görülmektedir.
Amme alacağının doğduğu veya ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilcilerin farklı kişiler olabileceği gerçeği göz önüne alındığında, kural ile getirilen düzenleme vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin, sonradan kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu doğurmaktadır. Adalet ve hakkaniyet ilkeleri karşısında, bireyin bu şekilde belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi kusurundan kaynaklanmayan bir nedenle, başkalarının eylem veya ihmali sonucu oluşacak sorumluluğa ortak olması adalet ve hakkaniyetle bağdaşmaz. Dolayısıyla, itiraz konusu kural hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. Maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Böylece, “amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur” düzenlemesi iptal edilmiştir. Bu iptal gerekçe de de açıklandığı üzere kanaatimce de yerinde bir iptal olmuştur.
Bundan böyle amme alacağının doğduğu veya ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilcilerin farklı kişiler olması halinde, kural ile getirilen düzenleme vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilciler, sonradan kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulamayacaklardır.
6183 sayılı Kanunun Mükerrer 35’inci maddesine 04.06.2008 tarihli ve 5766 sayılı Kanunun 4. Maddesiyle aşağıdaki 5 ve 6’ncı fıkralar eklenmişti. Anayasa Mahkemesinin 19.03.2015 Tarihli ve 2014/144 Esas, 2015/29 Karar numaralı Kararı ile iptal edilen 6. fıkra aşağıdaki gibidir.
“(6. Fıkra) Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.”
Anayasa Mahkemesi 6’ncı fıkranın iptal gerekçesinde de yukarıda ele aldığımız 5’inci fıkranın iptal gerekçesine atıfta bulunarak aynen geçerli olduğunu belirtmiştir. Ayrıca aşağıdaki gerekçeleri de ortaya koymuştur.
Hukuk devletinde kanunlarla kişilerin ekonomik, sosyal ve hukuki yaşam alanlarına yöneltilen müdahaleler öngörülebilmeli ve geleceğe dönük planlar buna göre yapılabilmelidir. Belirlilik ilkesi, vergi ve diğer kamu alacakları açısından miktar, tarh ve tahsil zamanı ile biçimi gibi vergi ve diğer alacakların esaslı unsurlarının önceden belli ve kesin olmasını gerektirir.
213 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, kanuni temsilciler için kabul edilen sorumluluk, kusura dayalı sorumluluktur. Buradaki kusur, vergilendirmeye dair ödevlerin ihlal edilmesidir. Buna göre, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabilmesi için vergilendirme ödevlerini yerine getirmemiş olması gerekmektedir. İtiraz konusu kuraldan kaynaklanan sorumluluk ise kusursuz sorumluluk esasına dayanmakta olup kamu alacağının borçlu şirketten tahsil edilememesinde kanuni temsilcilerin kusuru bulunmasa dahi sorumlu tutulmasına neden olmaktadır.
213 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, kanuni temsilcilerin sorumluluklarına ilişkin hükümlerin düzenlenmiş olması, bu Kanun kapsamındaki amme alacaklarının takibinin itiraz konusu kurala göre yapılmasına engel teşkil etmemektedir. Dolaysıyla itiraz konusu kural nedeniyle, 213 sayılı Kanun kapsamına giren amme alacakları da dahil olmak üzere tüm amme alacakları için takip yapılması mümkündür. Bu durumda her iki kanunun aynı maddi olaya uygulanabilmesi nedeniyle, iki ayrı kanuni düzenlemeden hangisinin uygulanacağı konusunda belirsizlik oluşmaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kural, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. maddesine aykırıdır. İptali gerekir.
Böylelikle Anayasa Mahkemesi 6183 sayılı Kanunun Mükerrer 35’inci maddesinin 5 ve 6’ncı fıkralarını iptal etmiştir.
Bilindiği gibi sıfır araç satışlarında Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) üzerinden KDV hesaplanmaktadır ve bu nedenle de özellikle motor hacmi yükseldikçe araç fiyatları daha da artmaktadır. ÖTV üzerinden KDV hesaplanması (vergi üzerinden vergi hesaplanması) konusu da Anayasa Mahkemesi’nin önündedir. 6183 sayılı Kanunun 35’inci maddesinde yapılan iptal misali ÖTV üzerinden KDV hesaplanmasının iptal edilmesi de verginin hakkaniyete göre alınmasında önemli olacaktır.