Habertürk ekonomi yazarı Abdurrahman Yıldırım bugünkü köşesinden seçimin ertesi günü için piyasa beklentilerini kaleme aldı. Dolar,
faiz ve borsa ne olur?İşte Yıldırım'ın yazısı;
Seçime şunun şurasında 10 gün var. Eğer 2 Kasım Pazartesi günü ister tek başına ister koalisyon veya az bir eksiğiyle azınlık şeklinde olsun, yeni hükümetin kurulacağı anlaşılırsa ekonominin ve piyasaların önüne yeni bir kapı ve yeni bir yol açılacak.
Seçimi yapmış, önemli bir belirsizliği aşmış ve hükümeti kurmanın avantajları bugüne indirgenip satın alınacak. Bir anda iyimserlik patlaması yaşanabilecek. Eğer o zamana kadar inmemişse piyasalarda dillendirilen dolar kurunda 2.70’lik seviye aynı gün görülebilir.
Faiz gevşeyebilir, borsa prim yapabilir.
Eğer seçimden çıkan sonuç yeni bir hükümet kurulmasını engelleyecekse veya bu hükümet kısa süreli olacak ve yeniden bir seçime gitme gereği doğuracaksa, ilk günden itibaren beklentilerde kötüleşme kalıcılığa dönüşürken finansal piyasalarda satışlar artabilir. Yine devamında siyasetteki kilitlenmeye paralel ekonomik sorunların ele alınamayışının, dış politik sorunlardan kurtulunamayışın etkisiyle kötüleşmenin devamı gelebilir. Böylesine bıçak sırtı bir gidişe ve yol ayrımının yapılacağı bir kavşağa doğru yaklaşıyoruz.
EKONOMİNİN RİSKLERİ
İşbaşı yapacak yeni hükümeti bütçe çıkarmak gibi rutin işlerin dışında ciddi ekonomik sorunlar bekliyor. Bu sorunların ele alınması da zaman alacak, getirilen çözümlerin sonuç vermesi de.
- En önemli sorunumuz düşük büyüme. Son dört yılın ortalaması yüzde 3. Potansiyelin altında ve işsizlik sorununu hafifletici bir büyüme değil. Bunun en önemli sebebi ihracattaki gerileme ve buna bağlı yatırımlardaki azalmadır. İhracat azalmasında dış pazarların daralması önemlidir ama jeopolitik riskler de çok etkilidir. Bu açıdan komşularla sorunları azaltan dış politika değişikliğine ihtiyaç vardır. Dış pazarların açılmasını bekleme yanında üretimin yapısını değiştirme ve üretim ortamını iyileştirme yoluna da gidilmeli.
- Eğer kısa sürede ekonomideki durgunluk aşılamazsa şirketlerin kârı azalır, zarar edenlerin sayısı artar. Piyasadaki çek ve senetlerin dönmesi sorunu daha da büyür. Bankaların batık kredileri artar. Sonuçta verimsiz ve güçsüz şirketler batar. Kurun kontrol edilememesi de buna eklenirse iş kredi krizine kadar gider.
- İhracat ve üretim artışı aynı zamanda cari açığı artırmamalı. Çünkü yeni dönem GSYH’nin yüzde 4’ünün üzerindeki açığa izin verecek veya finanse edecek gibi görünmüyor. Hem cari açık sorunu hem de büyüyen ekonominin artan kaynak ihtiyacını karşılamak için yurtiçi tasarruflar artırılmalı. Dış kaynağa bağımlılık daha da büyümemeli. Ağırlıklı biçimde özel sektörün olan dış borcun GSYH’ye oranı yüzde 52.5 ile zaten en yüksek düzeylerden birine çıktı. Yıllık ödememiz gereken dış borç ve finanse etmemiz gereken cari açık rakamı 200 milyar doları buluyor. Bu da Türkiye’yi en kırılgan ekonomilerden biri yapıyor. Bundan kurtuluşun yolu da tasarruf artışı ile cari açığı düşürmekten geçiyor.
- Çift haneli rakamların eşiğine doğru yükselen bir enflasyona sahibiz. Artan kurlar yanında gıda fiyatlarının kontrol altında tutulamaması ana nedeni oluşturuyor. En azından enflasyonun kontrolü için, yeni dönemde TL’nin kısmen değerlenmesi yani döviz kurlarının TL karşısında düşmesi sağlanmalı. Rezervleri artırmak en etkili yol gibi görünüyor.
TÜRKİYE'NİN 5 GÜÇLÜ YANI
Bunun yanında risklerle baş etmede Türkiye’ye yardım edecek ve dayanak oluşturacak 5 güçlü yanımız var.
- Bunlardan en önemlisi bütçedeki açığın minimumda tutulması. GSYH’nin yüzde 1.5’inin altına inen bütçe açığı Türkiye’nin en önemli çıpası. Verilen yüksek oranlı cari açığa hoşgörüyle bakılmasını sağlıyor. Kamu borcunun düşürülmesini beraberinde getiriyor, beklentileri güçlendiriyor, özel sektöre finansman alanı açıyor ve faizler üzerindeki baskıyı hafifletiyor.
- Yine milli gelirin üçte biri düzeyine inmiş ve bu yönüyle gelişmekte olan ülkeler ortalamasının altına düşmüş bir kamu borç stoku ekonominin en güçlü çıpalarından biri. Ekonomi yönetimine iyi bir hareket alanı veriyor.
- Gerçi dün yapılan bir toplantıda bankacılar kârlarının azalmasından şikâyet ettiler, son yıllarda getirilen düzenlemelerle 25 milyar liralık toplam kâr azalması yaşadıklarını belirttiler. Ama yine de bankacılık sektörü yurtiçi ve yurtdışında güçlü olarak biliniyor, güven duyuluyor. Şirketlerde ödeme sorunu yaşanmasına karşılık son aylarda kredi geri çağırmalarının sınırlı tutulması da bu sayede. Güçlü bankacılık sistemi, yurtiçi ve yurtdışı dalgalanmaları absorbe ederek ekonomiye katkısını yapıyor.
- Dünyada emtia fiyatlarındaki çöküş Türkiye’yi göreli olarak avantajlı konuma getiriyor. Küresel ekonomide yaşanan sorunun adı, gelişmekte olan ülkeler diye konsa da, sorun asıl emtia üreten ve ihraç edenlerde. Brezilya, Güney Afrika, Rusya, Malezya, Endonezya bu grupta. Hindistan ve Türkiye emtia ithal eden grupta. Bu durum küresel rüzgârlardan daha az etkilenmemizi sağlıyor.
- FED’in aralıkta beklenen
faiz artırımı mart ayına ertelendi gibi. Küresel piyasalar bunun rahatlığını yaşıyor ve gelişmekte olan ülkelere üç ay sonra yeniden net bazda sermaye girişi başladı. Bol ve ucuz likiditeden yararlanan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Bizim açımızdan süre uzaması son derece yararlı.
Riskler ve fırsatlar birbirine yakın. Küresel etkilerin yanında, risklerin yönetilmesi açısından kurulacak yeni hükümet ve atacağı adımlar de belirleyici. Uzun süreli bir icraat dönemi yanında iyi bir ekonomi takımı kurulursa beklentileri iyileştirebilir ve ekonomiyi yeni bir kalkışa geçirebilir. Tersi de tam aksi etkilere kapıyı açar. 1 Kasım ve sonraki gelişmeler ekonomide hangi tarafın ağır basacağını belirleyecek.