Şarık Tara anı defterini açtı
Dünyaca ünlü işadamı, ENKA’nın kurucusu Şarık Tara hayat hikayesini yazdı, anlattı…
Şarık Tara’nın 1930’da Üsküp’te başlayan ve İstanbul’a uzanan yaşam öyküsü başarılarla dolu. 1957’de kız kardeşinin eşi Sadi Gülçelik’le birlikte ENKA Kolektif Şirketi’ni kurarak müteahhitlik faaliyetlerine başladı. Adını, ‘enişte’ ve ‘kayınbirader’ sözcüklerinin ilk hecelerinden alan ENKA’nın Fahri Başkanı Tara, Doğan Kitap’tan çıkan ‘Şarık Tara Anlatıyor’ isimli kitabını Hürriyet’ten İpek İzci’ye anlattı
-Sizden başka Şarık isminde biri var mı acaba?
-Türkiye’de iki kişiye daha rastladım. Biri Mülkiyeli, biri de doktor. Benim yaşlarımdalar.
-Şarık Arapça bir kelime, değil mi?
-Evet, nur saçan anlamına geliyor. Bana çok kez Tarık, Harık, Faruk dediler. Zorluk çektim ama galiba sonunda alıştılar.
-İsminizi seviyor musunuz?
-Seviyorum, sana ait olan her şeyi sevmelisin. Mutlu olman için sevmeyi bilmen lazım. Zaten yaşam felsefem bunun üstüne kurulu. Bu dünyaya gelmişsiniz bir kez, mutlu olun.
Her şeyi sevin, kendinizi, karşınızdakini hatta elinizde tuttuğunuz bardağı, gördüğünüz manzarayı; bunlar size hizmet ediyor. Ama benim için en güzel sevgi, ülke sevgisidir. Göçmenliğimden ve çocukluğumda yaşadıklarımdan dolayı ülke sevgisi bende çok güçlendi.
-12 yaşında İstanbul’a göçene kadar Üsküp’te Sırplarla çok sorun yaşamışsınız...
-Bize taş atarlardı. Okula başlama zamanı gelince annem, “Türk okuluna gidersen burada hiç istikbalin olmaz” dedi ve beni modern bir Sırp okuluna gönderdi. Benim için en zor şey, öğrettikleri tarihti. Anlatılanlar sonucu, Türk olduğum için utanıyordum ama annem anlatınca iftihar ediyordum.
-Aileniz Üsküp’ten buraya geldiğinde maddi sıkıntıya düşmüş. Nasıl atlattınız o zamanları?
-Annem yanında getirdiği mücevherlerini sattı. Büyükbabamdan kalma, kıymetli bir ipek halı vardı. Bir gün annem babama, “Çocuklardan kıymetli değil ya, Kapalıçarşı’da sat” dedi.
Benim de para kazanmam gerekiyordu. Lise öğrencisiyken ders vermeye başladım. Sonra kız kardeşim de çalıştı. Okul, sabah 08.30’daydı. 15.30’da paydos ediyorduk. Bir fabrikaya işe gidiyordum, 16.00’dan 22.00’ye kadar... Eve döner, yorgun yatardım ama sabah 06.00’da uyanıp 1-1.5 saat ders çalışırdım. Bu böyle uzun süre devam etti.
-Neden inşaat mühendisi olmak istediniz?
-Matematik eğilimi olan bir öğrenciydim. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) en itibarlı üniversite, İnşaat Fakültesi de en makbul bölümdü. Baktım, en çok oradan para kazanılıyor, oraya girdim. İki senelik teknik üniversite talebesiyken iyi işler yaptım.
1954’te mühendis olarak Haydarpaşa Silo Şantiyesi’nde çalışmaya başladım. Bu işteki çalışmam, ertesi yıl Haydarpaşa Soğuk Hava Deposu inşaatında şantiye şefi olmamı sağladı. Türkiye’de en genç şantiye şefi olan insanlardan biri oldum.
-27 yaşında da şirketinizi kurdunuz...
-Şantiye şefiyken çok iyi maaş alıyordum. Bana prim sözü verdiler ama iş bitince söz verilen miktarda prim ödenmedi. Bunun üzerine ayrılıp kendi şirketimi kurmaya karar verdim.
-Çekinceleriniz yok muydu?
-Yok canım, yoktu. Çünkü biliyorum bildiğimi. Okul arkadaşım ve eniştem Sadi Gülçelik’le beraber ENKA’yı kurduk.
-Siz koltuğunuzu 56 yaşındayken oğlunuza devrettiniz. Genç bir yaş, değil mi?
-Bence de genç. Sinan, genel müdür olarak göreve başladı ama ilk birkaç yıl, beni belki yalnız çalıştığımdan daha fazla çalıştırdı. Ne yapacaksın? Patron o, çalışacaksın! Hiçbir zaman, “Oğlum acemidir, gençtir” demedim. Her şeyi birbirimize anlatıyorduk ama son kararı o veriyordu.
-Ama hâlâ neden koltuğu bıraktınız, anlamadım.
-Gençler gelsin diye. Senin gibiler gelsin diye. İnan bana. Ben her zaman gençlere inandım ve onlara inisiyatif verdim. ENKA hep gençlerin yönetimde olduğu bir şirket oldu. Şirketi 27 yaşındayken kurdum, Sinan 26’sında genel müdürlüğü üstlendi. Torunum Mehmet de 29 yaşında bu göreve geldi.
TÜRKİYE ENERJİSİNİN YÜZDE 15'İNİ ÜRETİYORUZ
-Zorluklarla okudunuz ama çalışmaya başlayınca hemen çok para kazandınız. Çocuklarınıza harçlık vermeyip onlara masanın üzerinde duran kâseden her sabah ihtiyaçları kadar almayı öğrettiniz. Sonraki yıllarda da eşinizle sadecekonser dinlemek için yurtdışına gittiğinizi söylüyorsunuz. Parayla nasıl bir ilişkiniz oldu?
-Benim parayla hiç alakam yok. Bizim ailede çok kişinin parası benimkinden fazladır. 2 bin 500 kişiye burs veriyorum. Üç okulumuz, spor tesislerimiz var. ENKA bursunun gayesi eğitime sporu ve sanatı entegre etmek. Çünkü bizde sanattan anlayan çok az insan var.
-ENKA’nın geleceği için ne öngörüyorsunuz?
-Biz Türkiye’nin enerjisinin yüzde 15’ini üretiyoruz. Biraz daha fazla enerjiye girmesi lazım. Bir de AR-GE’yi ilerletmeli. Yakında 60. yılımızı dolduracağız, dünya çapında başarılı bir şirket olduk, arzum ENKA’nın 100 yaşını aşması.
12 SENEDİR TÜRKİYE'DE İŞ ALAMADIK
-Etrafımız restorasyon facialarıyla dolu. Ve her yer beton. Ne -düşünüyorsunuz?
Maalesef böyle bir zevksizlikle çok karşılaşır olduk. Rusya’da Petrovski Pasajı’nın bir restorasyonunu yaptık, aynı eskisi gibi oldu. Ama burada yapmadık.
-Neden?
-Dünyanın birçok yerinde büyük işler alırken 12 senedir Türkiye’de iş alamadık.
-İhaleye girdiğiniz halde?..
-Evet. Neden diye soruyorsun, doğrusu bilemiyorum.
BİRLİKTE YAŞAMAYI ÖĞRENMEMİZ GEREKİYOR
-Kitapta Kürtlerle ilgili de çok yanlışlar yapıldığını söylüyorsunuz...
-Türkiye’de 15 milyon Kürt olduğu söyleniyor. Birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım. Yaşamım boyunca her sorunun diyalogla çözülebileceğine inandım. Hep barıştan yana oldum. Anadilde eğitim, eşitlik insanların en doğal hakları. Bunları Alevi, Kürt demeden herkese sağlamak lazım. Maalesef, Türkiye’nin bu konudaki karnesi iyi değil.
TÜRKİYE GİBİ KAYNAKLARI KIT BİR ÜLKENİN ALTI AY İÇİNDE İKİ DEFA SEÇİM YAPMASI YANLIŞ
-Sizin gördüğünüz en kötü dönem hangisiydi?
-Güzelden başlayalım. Bence en güzel zaman Adnan Menderes zamanıydı.
-Neden?
-Demokrattı çünkü. Piyasa ekonomisine inanıyordu. Büyük bir kalkınma hamlesi vardı. Piyasa ekonomisiyle demokrasi birlikte gelişir. Devletçilik ve demokrasi bağdaşmaz ama serbest pazar ekonomisiyle demokrasi bağdaşır. Adnan Bey çok iyi bir adamdı. Biz öyle adamı da astık.
-En kötü dönem?
-Bugün. Türkiye gibi kaynakları kıt bir ülkenin altı ay içinde iki defa seçim yapması çok yanlış. Hem kaynak israfı hem de ekonomide, birçok alanda kararlar askıya alınıyor, yapısal reformlar erteleniyor, zaman kaybediliyor.
Öte yandan küresel ekonomideki gelişmeler de Türkiye’yi her geçen gün daha fazla zorluyor. Seçmenin oyuna saygı duymak, koalisyondan çekinmemek gerek. Sorunların siyasetle, herkesi kucaklayarak Meclis’te aşılması gerekir.