Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...
Hisse | Fiyat | Değişim(%) | Piyasa Değeri |
---|
E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.
FINANSGUNDEM.COM – DIŞ HABERLER SERVİSİ
ABD enflasyonla mücadele ederken resesyon riskini almaktan da kaçınmıyor. ABD ekonomisi için kötü olan ama daha çok Amerikalıları korkutan bu durum, gelişmekte olan ekonomiler için bir nimet olabilir.
Financial Times’tan David Lubin, duruma şu açıdan bakmayı öneriyor: “Finansal koşulların gevşetilmesi, daha çok sermaye girişi lehine işleyecektir.” Lubin, yazısında, ABD’de yaşanacak bir resesyonun gelişmekte olan ekonomiler için en bariz toparlanma çığlığı olduğunu iddia ediyor.
Gerçek şu ki, ABD’de faiz oranlarında güvenilir bir düşüşe ve dolarda ikna edici bir zayıflamaya yer açmak için gereken şey bir ABD durgunluğu olabilir. Ve ABD'nin parasal koşullarının gevşetilmesi, şu anda gelişmekte olan ekonomiler için kesinlikle olumlu sonuçlar doğuracaktır. Bu koşulların son zamanlarda sıkılaştırılması, bu ekonomiler için yeterince korkunç zorluklar yarattı. Gelişmiş ekonomilerin uluslararası sermaye piyasalarına erişimlerini aşındırdı. Özellikle düşük gelirli ülkeler için borç temerrüdü riskini artırdı ve para birimlerini istikrarsızlaştırarak fiyat istikrarını en usta merkez bankasının bile kavrayabileceğinden öteye itti.
İki dönem, bunu kanıtlıyor
ABD'deki durgunluğun ardından sermaye akışlarının yükselen piyasalara geri döneceği fikrinin doğruluğunu ise kanıtlayan örnekler bulunuyor. İki dönem özellikle dikkate alınmaya değer: 1990'ların başı ve 2008 küresel ekonomik krizinin sonrası.
ABD 1990 ve 2007 yıllarında sırasıyla 8 ay ve 18 ay süren resesyonlar yaşadı. Her iki durgunluk da ABD’de parasal koşulların anlamlı bir şekilde gevşemesine izin verdi ve bu, bizim son zamanlarda yaşadıklarımızdan pek de farklı olmayan bir riskten kaçınma döneminden sonra, gelişmekte olan ekonomilere sermaye girişini tetiklemeye yardımcı oldu.
Örneğin, 1992 yılında, uluslararası sermaye piyasaları, gelişmekte olan ekonomilere, onlardan yaklaşık 10 yıl para aldıktan sonra, GSYİH'nın yaklaşık yüzde 1'i oranında net kredi sağladı. 2010 yılına gelindiğinde ise bu akış, Lehman Krizi ve sonrasında ortaya çıkan iki verimsiz yılın ardından GSYİH'nın yüzde 2'sine yükseldi.
Sonuçları kötü olmuştu
Finansgundem.com’un derlediği bilgilere göre, yine de her iki olayın da kötü bir şekilde sona erdiğini hatırlamakta fayda var: 1990'ların başında yaşanan sermaye akışlarındaki artış, 1994 yılının sonlarında Meksika'daki ‘Tekila Krizi’ ile aniden durma noktasına geldi. Sermaye girişlerindeki finansal kriz sonrası yaşanan patlama bir dizi sarsıntıyla sonuçlandı: 2011 yılı sonuna doğru varlık fiyatlarında yaşanan büyük satış ve 2013 yılı baharında Fed'in para politikasını sıkılaştırarak piyasa kargaşasını tetiklediği ‘taper tantrum’ yani varlık alımlarının azaltılmasının gelişmiş ekonomilerde yarattığı öfke.
Tek neden ekonomik koşullardaki gevşeme değil
Gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akışlarındaki bu 'iki patlama dönemi’nin tamamen ABD ekonomik koşullarındaki gevşemenin bir sonucu olmadığı da doğrudur çünkü işin içinde başka faktörler de bulunuyordu.
Böyle bir gevşeme sermaye akışları için bir ‘itici’ faktör olarak anlaşılır. Yatırımcılar, ABD oranları düşükken ve doların değeri düşerken gelişmekte olan ülkelerden daha yüksek getiri elde etmek isterler.
Çekim faktörleri ve Türkiye
Ancak ‘çekim’ faktörleri de önemlidir. Bunları, yükselen ekonomilerin büyüme potansiyeli, politika yapıcılarının uzun vadeli yatırım sermayesi girişlerini teşvik etmek için harcadıkları çaba ve piyasa katılımcılarının gelişmekte olan ekonomiler için ‘işlerin yolunda gittiğine’ dair genel güveni olarak özetlemek mümkün. Yani, yatırımcıların dikkatini çekmek için bir çekim gücü olamayan gelişmekte olan ülkelerin bu avantajdan faydalanamayacağını söylemek istiyoruz.
Bu iki tarihsel olaya bakıldığında, her iki durumda da ‘çekme’ faktörlerinin oldukça güçlü olduğunu belirtmekte fayda var. 1990’lı yılların başında gelişmekte olan ekonomiler, yatırımcıların küreselleşmenin faydaları ve Türkiye, Meksika, Tayland ve benzeri ülkelerin ticaret engellerinin azaltılması, kendilerini küresel ekonomiye entegre etmeyi istemeleri, bütçe açıklarını azaltmaları ve enflasyonu düşürmeleri noktasındaki heyecanlarından maksimum seviyede faydalandılar.
Buna ek olarak, 1990'ların başından bu yana, bir dizi ülke 'Brady Inıtiative' kapsamında borç indiriminden yararlandı. Dolayısıyla gelişmekte olan ekonomileri bilançoları, 1980'li yılların kriz döneminde olduğundan daha temiz olarak algılandı.
Aynı şekilde, finansal kriz sonrası ortam da gelişmekte olan ekonomilerin ciddi bir çekim gücü yaratmasını sağladı. Gelişmekte olan ekonomiler krizden nispeten zarar görmezken, büyüme beklentileri, Çin'in 2008 yılı sonlarında reel ekonomiyi küresel emtia fiyatlarına ve küresel ticaret büyümesine yeniden enjekte eden devasa bir teşvik programı başlatma kararıyla desteklendi.
Küresel ticarette büyüme zayıf seyrediyor, bu da gelişmekte olan ülkelere orantısız bir şekilde zarar veriyor. Jeopolitik gerilimler küreselleşmeyi tehdit ederken korumacılık yükseliyor.
Çekim gücü bugün geçerli değil ama…
Gelişmekte olan ekonomilerin güçlü ‘çekme’ faktörlerine sahip olduğunu söylemek bugünlerde oldukça zordur. Küresel ticarette büyüme zayıf seyrediyor, bu da gelişmekte olan ülkelere orantısız bir şekilde zarar veriyor. Jeopolitik gerilimler küreselleşmeyi tehdit ederken korumacılık yükseliyor. Endonezya veya Vietnam gibi istisnalar dışında, büyümeyi artıran yerel ekonomik reformlara dair de maalesef çok az kanıt var.
Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelere sermaye akışının belirlenmesinde ‘itici’ faktörlerin önemli olması muhtemel gözüküyor. İşin püf noktası, bu tür sermaye akışlarında, ABD resesyon sonrası patlamasının geçmişte olduğu gibi çökmemesini sağlamak olacak.
Yaklaşan resesyon tarihin en kötüsü olabilir
Resesyona iyi tarafından bakmanın 6 yolu
ABD'li dev fonların liderlerinden resesyon yorumu
Dünya Bankası: Avrupa'da resesyon riski artıyor
BM: Mevcut para politikaları küresel resesyon riski taşıyor
Finansingundemi.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan www.finansingundemi.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin www.finansingundemi.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur. BİST isim ve logosu “koruma marka belgesi” altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BİST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BİST’e ait olup, tekrar yayınlanamaz.