Patronu kızdıran rektör gitti mi?
Gezi Parkı açıklamasıyla Hüsnü Özyeğin'in tepkisini çeken, Özyeğin Üniversitesi'nde şok gelişme...Erhan Erkut istifa etti mi?
Geçtiğimiz haftalarda Özyeğin Üniversitesi Rektörlüğü Gezi Parkı protestoları için bir bildiri yayınlanmış ancak üniversitenin sahibi Hüsnü Özyeğin konuyla ilgili yaptığı açıklamada bildiriden duyduğu üzüntüyü dile getirmişti. Bu olayların ardından dün ve bugün yaşanan gelişmeler kafaları karıştırdı, İddiaya göre Gezi Parkı olaylarındaki tavrı nedeniyle Özyeğin Üniversitesi Rektörü Erhan Erkut’un istifaya zorlandığı ve sonunda baskılar karşısında dün istifasını Mütevelli Heyeti’ne sundu ve Gezi olaylarına katılan öğrencilerine sahip çıktığı için istemediği halde görevinden ayrıldığı iddia edilen Erkut, istifa ile ilgili konuşmadı. 1 Temmuz’dan itibaren istifası geçerli olan Prof.Dr. Erkut’un yerine vekaleten Rektör Yardımcısı Esra Gençtürk görev yapacak. Erkut’un üniversitede verdiği İşletme derslerine öğretim üyesi olarak devam edeceği açıklandı. 2008’de kurucu rektör olarak Özyeğin Üniversitesi’nde göreve başlayan Prof.Dr. Erhan Erkut, Bilkent Üniversitesi’nden buraya geçmişti.
Gezi olaylarına tepkisi ilk olarak üniversitenin web sitesinde yaptığı bir açıklama ile gösteren Erkut, daha sonra bu yazıyı kendi kişisel sayfasına aktardı. Ancak, bu arada twitter’da da tepkilerini sürdürmeye devam etti. Gezi’ye giden öğrencilerin sınavları için esneklik de sağlayan Erkut’un istifa edeceği uzun süredir konuşuluyordu. Özyeğin Üniversitesi’nde görev yapan birçok akademisyenin de imzasının bulunduğu Gezi sonrasında bloğunda yayınlanan yazıda şu ifadelere yer verildi:
“Aşağıda imzası bulunan Özyeğin Üniversitesi mensupları olarak, Taksim’de ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde barışçıl bir şekilde protesto haklarını kullananlara karşı uygulanan ölçüsüz ve şiddet dolu müdahaleleri kınıyor, kentine sahip çıkan bireylerin ve toplulukların katılım haklarını yok sayan, farklı düşünce ve hayat tarzlarına karşı tahammülsüz yönetim anlayışını protesto ediyoruz.
Ölçüsüz şiddeti uygulayan kolluk kuvvetleri kadar bireylerin haklarını ve özgürlüklerini korumakla görevli bütün yetkilileri olanlardan sorumlu tutuyoruz.
Olaylara gözünü kapatarak halkı bilgilendirme görevini yerine getirmeyen ana akım medyayı da bir an önce sorumluluklarını yerine getirmeye ve özür dilemeye davet ediyoruz.
Yöneticileri yıkımları durdurmaya, halkın birçok haklı nedenden dolayı yoğun tepki verdiği projelerden vazgeçmeye, uygulanan orantısız şiddeti sonlandırmaya çağırıyoruz.”
Prof. Dr. Erhan Erkut kimdir?
Lisans derecesini 1980 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Endüstri Mühendisliği Bölümünden; doktorasını 1986 yılında, Florida Üniversitesi’nden aldı. 1985-2005 yılları arasında Alberta Üniversitesi’nde ders verdi. Cenevre, Ohio State, NIDA (Bangkok), Boğaziçi ve Sabancı Üniversitelerinde konuk öğretim üyeliği yaptı. “INFORMS Teaching of Management Science Practice Award” ile “3M Teaching Fellowship” başta olmak üzere dokuz eğitim ödülünü ve Canadian Operational Research Society tarafından verilmiş beş başarı ödülünü almaya hak kazandı.
Kanada Doğal Bilimler ve Mühendislik Araştırma Birliği tarafından yürütülen bölgesel haberleşme ağı tasarımı projesi dahil, 11 dış kaynaklı projede liderlik görevinde bulunan Prof. Dr. Erkut, Alberta Üniversitesi’nde Centre for Excellence in Operations adlı uygulamalı araştırma merkezini kurdu. 50'den fazla uluslararası hakemli dergi makalesi bulunan Prof. Erkut, 2005 – 2007 yılları arasında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanlığı görevinde bulundu. Erkut’un iki kızı Kanada’da anneleriyle birlikte kalıyor ve eğitim görüyor.
Erkut’un twitter’da söylediklerinden bazıları:
YÖK Başkanı: Üniversite mensupları yargıç gibi konuşmamalı
YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, Taksim’de yaşanan olaylarla ilgili “Bazı üniversite mensuplarımızın pozitivist bilim paradigması içerisinden birer yargıç gibi konuşup, siyaseti, toplumu küçümsemesini de doğru bulmuyorum” demişti. Çetinsaya, şunları söylemişti:
Üniversiteler, tarih boyunca öncü fikirlerin, barışcıl projelerin, demokratik bir biçimde yaşama kültürünün yeşerdiği ve savunulduğu mekanlar olarak ülkemizin bugün tecrübe ettiği gerilimlerin tırmanmaması için çaba sarf etmek ve istikrarı savunmak durumundadır. Normalleşen demokrasisi, büyüyen ekonomisi, artan itibarı ile Türkiye büyük bir fırsat yakalamıştır. Toplumsal barışı tesis etmek adına önemli adımlar atılmıştır. Bu barış süreci ülkemiz için önemli bir fırsattır. Bu fırsatın heba edilmesine razı gelemeyiz. Birkaç gündür sağlanmak istenen bu istikrarsızlık ortamı, ülkemizin bugünü ve yarını için tehlike arz etmektedir. Barış sürecine zarar verebilecek bir durumları vardır. Bu bakımdan tekrar istikrarı, toplumsal barışı tesis etmek, barış sürecine asla ve asla zarar vermemek gerekiyor. Bu nedenle bizlere büyük iş düşüyor.
Üniversiteler müzakereyi savunmalı
Sıklıkla vurguladığım gibi üniversiteler, öncü fikirlerin, barışçı gelecek tasavvurlarının, demokratik bir biçimde birarada yaşama kültürünün yeşerdiği ve savunulduğu mekanlar olarak ülkemizin bugün tecrübe ettiği gerilimlerin tırmanmaması için çaba sarf etmek, itidali ve müzakereyi savunmak durumundadır. Bugün ülkemizde toplumun, doğanın, mekanın ve kültürün mahiyeti ve muhtevası hakkında farklı düzeylerde, birçok tartışmanın sürdürüldüğünü görüyoruz. Biz üniversite mensupları olarak kendimizi toplumun dışında ya da üstünde yer alan yargıçlar mesabesinde göremeyiz. Ne var ki, biz toplumsal, kültürel, siyasi sorun ve gerilim alanlarına futbol taraftarlığı düzeyinde de yaklaşamayız. Bugün üzülerek görüyorum ki, bazı üniversite mensuplarımız, tarafı oldukları siyasi pozisyonu kavram ve fikirler eşliğinde değil, sloganlar eşliğinde savunmaktadır. Yine üzülerek görüyoruz ki birçok tartışma doğrulanmamış, manipülasyon amacıyla üretilen yanlış haberlere dayalı olarak sürdürülmektedir. Üniversite mensuplarımızın doğaya, mekana, tarihe, topluma, kültüre, geleceğe ilişkin çeşitli kitle iletişim ortamlarında görüş beyan etmeleri anlamlıdır, değerlidir. Fakat üniversite mensupları bununla yetinemezler. Çünkü üniversiteler araştırmaların, uzun dönemli çalışmaların mekanıdır. Bu nedenle üniversitelerimizin bu süreçte atmaları gereken en önemli adım toplumsal çatışma alanlarına uzun dönemli araştırmalarla sürece katkı vermesi, tartışmaların düzeyini ve kalitesini arttırmasıdır.
1960’lar Türkiyesi’nde değiliz
Bizler, üniversitelerimizin sessizleşmesini değil, aksine üniversitelerimizin çevresine çok daha duyarlı olmalarını, fakat bunu bir çatışma diliyle ve sadece gündelik yorumlarla değil, müzakere diliyle ve yaptıkları uzun soluklu araştırmalarla yapmalarını önemli görüyoruz. Bunun yanında bazı üniversite mensuplarımızın pozitivist bilim paradigması içerisinden birer yargıç gibi konuşup, siyaseti, toplumu küçümsemesini de doğru bulmuyoruz. Topluma, siyasete, farklı tespit, öneri ve öngörüleri sunmayı önemli buluyoruz. Fakat bu tespit, öneri ve öngörüleri geleneksel meslek odası mantığı ve diliyle ortaya koymayı da doğru bulmuyorum. 1960’ların Türkiyesi ile karşı karşıya değiliz ve 1960’ların meslek odası diliyle üniversite mensuplarımızın konuşmasını anlamakta zorlanıyorum. Üniversite mensupları olarak bizlere düşen “farklılıklardan korkulmaması” ve “dogmatizmden kaçınılması” gerektiğini savunmaktır.
Şiddeti özendirmeleri kabul edilemez
Birkaç gündür ülkemizde yükselen toplumsal tansiyon karşısında öğrencisinden öğretim elemanına, idari çalışanından yöneticilerine kadar üniversitelerimizin değerli mensuplarının farklı fikir ve görüşlerini dile getirirlerken şiddete başvurmaları ya da şiddeti özendirmeleri kabul edilemez. Şiddet içeren, şiddeti öven talep ve fikirler akademik özgürlük sınırları ile bağdaşmaz. Akademik özgürlük, fikir ve görüşlerin korkusuzca ve barışçıl bir tarzda dile getirilmesi, kişilik haklarını rencide etmeksizin ortaya konması anlamına gelir. Üniversite mensuplarımızdan bu süreçte beklentimiz, ülkemizin toplumsal barış adına attığı önemli adımları boşa çıkaracak şekilde şiddet övgüsü yapan ifade ve örgütlenmelerden kaçınmalarıdır. Unutulmamalıdır ki üniversiteler her şeyden önce eğitimin ve araştırmanın mekanlarıdır. Özgür ve kaliteli bir akademik ortamın varlığı, daha güzel, daha müreffeh, daha demokratik bir Türkiye’nin de teminatı olacaktır.