BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaFinans KulisÖzelleştiler ama el konulabilir!----

Özelleştiler ama el konulabilir!

Özelleştiler ama el konulabilir!
09 Haziran 2011 - 08:28 www.finansgundem.com

Stratejik olarak belirlenen kuruluşlarda özelleştirme sonrasında, devletin luzüm görmesi halinde özelleştirilen kurumlara el konulabiliyor

Bu sayede devlet, ilgili kuruluşun yönetimine el koyabiliyor. Özelleştirme sebebiyle güvenliğin tehlikeye düşeceğini iddia edenler, altın hissenin sağladığı imtiyazı görmezden geliyor. THY, Telekom, Tüpraş, Petkim ve Erdemir'in satış sözleşmelerine özel hükümler konulmuş. Ayrıca bu kuruluşlar belli bir süreliğine özelleştiği için verilen süre sonunda yeniden devlete geçiyor.Özelleştirmenin ana felsefesi, devletin, asli görevleri olan adalet ve güvenliğin sağlanması yolundaki harcamalar ile özel sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımlarına yönelmesi, ekonominin ise pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir. Özelleştirme ile devletin ekonomideki sınai ve ticari aktivitesinin en aza indirilmesi hedeflenirken, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi üzerindeki KİT finansman yükünün azaltılması, sermaye piyasasının geliştirilmesi ve atıl tasarrufların ekonomiye kazandırılması, bu yolla elde edilecek kaynakların altyapı yatırımlarına kanalize edilebilmesi mümkün olacaktır. O halde verimlilik açısından özel mülkiyet, piyasa koşullarında rekabet ve atamalarda verimlilik ve liyakat, refaha giden yolda olmazsa olmaz şarttır. Çünkü yüksek katma değer ve toplumsal zenginlik ancak böyle bir sürecin sonucunda gelecektir.
Konu burada kapanmıyor. Özelleştirme şartnameleri burada hayati önemi haizdir. Bir kere kamu tekellerini ve verimsizliğini yok edelim derken, kesinlikle özel sektör tekellerine mahal verilmemelidir. İkinci olarak, özelleştirmeler süresince geçmişin yanlışlarına mecburen 'dur' derken, her nasılsa kazanılmış haklardan mahrumiyete de elden geldiğince yol açmamak lazımdır. Ancak bu dahi bütünüyle mümkün değildir. Zira adı üstünde, yanlış bir yapılanmayı tasfiye ederken, bu yapıdan nemalanan insanların geçmişten beri elde ettikleri ancak aslında çoğunluğun aleyhine olarak elde edildiğinden hakkani, verimlilik açısından rasyonel olmayan, iktisadi akla uymayan sözde 'haklara' halel geleceği kesindir. Burada kesimler arasında dengenin gözetilmesi esastır.
Üçüncü olarak, özelleştirilen işletmelerin, amme menfaatlerine aykırı olarak, alan şirketlerce tasfiye edilip kapatılmasına izin verilmemelidir. 'Arsası karşılığı ödediği bedelden fazlasını alıp kapattı, yerine konut yapıldı' gibi iddialar özelleştirmelerin kamuoyundaki durumunu şaibeli hale getirmektedir. Bunun için özelleştirilen kuruluşlara yatırım şartı, toplumsal menfaatleri koruma şartı getirilmektedir ve getirilmelidir de.
Tam da bu noktada gündeme getirilmesi gereken bir başka konu da stratejik şirketlerin özelleştirilmesiyle ilgilidir. Özelleştirilen kurumlarda milli menfaatler yasalar gereği gözetilmekte, bunlar şartnameye konulmaktadır. Örneğin 637 sayılı savaşta ve olağanüstü hallerde devletin, (bedeli sonradan ödenmek üzere) bu türden işletmelere el koyma hakkı mevcuttur. Kişilerin özel araçlarına seferberlik görev emri düzenleyen devletin, savaş ve olağanüstü halde tüm işletmelere ve varlıklara el koyma ve kullanma hakkı hükümranlık hakkından kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede devlet açısından "stratejik" olarak belirlenen kuruluşlarda özelleştirme sonrası dönemde, gerekli görülmesi halinde, devletin etkinliğini sağlamak için "altın hisse" uygulaması yapılmaktadır. Altın hisse sayesinde gerektiğinde devlet, ilgili kuruluşun yönetimine el koyabilmektedir. Bu nedenle özelleştirme sebebiyle "güvenliğin tehlikeye düşmesi" gibi bir durum söz konusu değildir. 4046 sayılı kanuna göre "altın hisse" oluşturulması zorunlu görülen kuruluşlar şunlardır: Türk Hava Yolları (THY), TC Ziraat Bankası, T. Halk Bankası, Türkiye Petrolleri, TMO. Bu kapsamda THY, Telekom, Tüpraş, Petkim ve Erdemir'in satış sözleşmelerine özel hükümler konulmuştur.
Olağanüstü hallerde, savaş ve seferberlik hallerinde stratejik şirketlerin devlet tarafından kullanılması yasalarla hükme bağlanmış.
Devlet Hava Meydanları, Devlet Demiryolları, PTT, Deniz Nakliyat ve Türk Hava Yolları, savaş ve olağanüstü hallerde Ulaştırma Bakanlığı koordinatörlüğünde ve gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetler kullanımına bırakılmış.
Savaş, seferberlik ve sivil savunma durumlarında tüm gerçek ve tüzel kişilikler kendilerine verilen hükümlükleri yerine getirmek zorundalar.
Haberleşme, Telekom'un imtiyazlı hissesi ile güvence altına alınıyor.
TSK'nın petrol ihtiyacı, Tüpraş'taki imtiyazlı hisse ve diğer rafinerilerin görevlendirilmesiyle güvenceye alınmış. Yarın: KİT'lerden nemalananlar özelleştirmeye karşı çıkıyor
Petlas kapatılacaktı, bugün F-16'lara lastik üretiyor
Yazımızın ilk günkü kısmında kamu iktisadi teşekküllerini (KİT) çökerten fasit daireyi sizinle paylaşmıştık. Örneğin Kardemir ve Petlas, 1994 krizinde tümüyle kapatılacaktı. Tek kuruş alınmadan. Bu yörede yaşayan halkın infialinden korkanlar bunları satamadı. Petlas sürekli yatırımları sayesinde büyüdü, rekabetçi oldu ve geldiğimiz aşamada şimdi hem daha çok işçi çalıştırıyor hem de F-16'lara lastik üretiyor, artanı da dünyaya satmaya çalışıyor. Petlas'ın araba lastikleri artık 'yok satıyor', büyük kısmı ihraç ediliyor. Krizde bile Türkiye'de büyümesine ara vermedi. Kardemir kapanma noktasından, çalışanlarına devredilmek suretiyle özelleştirilmiş, bugün İSO-500 şirketi içinde ilk 50'ye giren bir dev şirkete dönüşmüştür. Kapsam içi ve dışı dahil olmak üzere 3.000 kişinin istihdam edildiği işletme, 2010 yılında 20 milyon TL'den fazla kâr açıklamıştır.
Açıkçası mülkiyet kamuda olduğunda, kâğıt üzerinde pek de cici duran bütün yasal düzenlemelere rağmen KİT'leri siyasetçilerin arpalığı olmaktan kurtarmak mümkün olmamıştır ve olması da zordur. Politik ve bürokratik baskılar, bu kuruluşların bir istihdam deposu olarak görülmesi ve bu doğrultuda uygulanan dengesiz istihdam politikaları, işletme sermayesi yetersizliği, koruma şartlarında ithal ikamesi düşüncesiyle kurulmuş olmaları; bu nedenle hâlâ rekabetçi bir zihniyetle yönetilmemeleri, maliyetleri yükselten gereksiz büyüklükleri, fiyat-maliyet ilişkisinin kurulamaması, karar verme süreçlerinde görülen yetersizlik ve koordinasyon eksikliği, personel yetiştirilmesi ve eğitiminde görülen eksiklikler, verimliliğe dayalı bir ücret politikası olmaması gibi etkenler de KİT'lerde verimliliğin düşük seviyelerde olmasının doğrudan ya da dolaylı faktörleridir.
'O zaman böyle yapmasınlar' demek kolay, bu temenninin hayatta ise karşılığı yoktur. Bunu diyenlerin hiçbiri kendileri 'bankamatik memuru' olup işe bile gitmeden maaş almaya, 40 yaşında emekli olmaya itiraz etmemiştir. En fazla 20 sene prim yatırıp, 40 yaşında emekli olup belki 40-50 sene Süleyman'ın hazinelerinden emekli maaşı almayı hakkı görenler bununla yetinmeyip, emekli maaşlarının azlığından dem vurmak hakkını da kendilerinde görmektedirler.
Kabul edelim, uzun vadede Türkiye'yi bataklığa çeken bu kirli oyunu Türk halkı çok sevmiştir. O kadar ki, çöküşün eşiğinde olan bir ülkede Süleyman Demirel'in bir kez daha iktidara gelmek için herkese iki anahtar vaadini bu millet sevmiş ve onu yedinci kez iktidara getirmiş, bedelini 2001 yılında acı bir şekilde ödemiştir. Bu süreci düzeltip Türkiye'yi bir umut ülkesi haline getiren AK Parti, popülizmden elden geldiği kadar kaçarken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun 'fakirlere de maaş' vaat ederek anahtar sayısını üçe çıkardığı görülmektedir.
Kararlar geç alındığı için yatırımlar aksadı teknoloji eskidi
İstihdam odaklı ve ahbap çavuş atamasına dayalı yönetim modelinde elbette ki KİT'lerde verimliliği etkileyen en önemli faktör olan teknoloji ve nitelikli beşeri sermaye yatırımının güme gittiği görülmektedir. Bugün işletmeci KİT'ler olarak isimlendirilen kuruluşlarda kullanılan teknoloji, ilk kuruldukları yılların teknolojisi, nispeten geri ve zamanı dolmuş teknolojilerdir. Bu bağlamda geçmişte kaynak yetersizliği nedeniyle teknoloji konusunda çağın gereklerine ayak uydurulamamış olması, KİT'lerde verimliliğin düşük olmasının önemli sebeplerinden birisidir.
Yapılan bütün çalışmalar genel olarak KİT'lerdeki verimliliğin düşük olduğunu gösterse de 'kamu yararı' açısından, yerli sanayinin kurulmasına öncülük etmek, ülkede yeterli sermaye birikiminin oluşmasına katkıda bulunmak ve ekonominin gerektirdiği ara ve yatırım mallarının üretilmesi gibi nedenlerle anlamlıdır. O halde özel sektörün ilgisi olmadığından ya da gücü yetmediğinden ilgi göstermediği alanlarda kamu kesimi yatırım yapmalı, ancak ilk fırsatta bunu doğru bir modelle özel sektöre aktarmalıdır. Aksi takdirde, Süleyman Demirel'in Türkiye'yi 2001 krizine götüren ve kamu bankalarının 50 milyar doları aşkın zararlarını 'ne yapalım yani, devlet kâr yeri değildir, bazı görevleri olmuştur ve bu yüzden görev zararı yazmışlardır' deyip ülkeyi IMF'nin kucağına terk etmesi tam da bu yapıyı göstermektedir.
İlginçtir ki, 1980'li yıllarda kalkınma hamlesine giren Japonya'da neredeye bütün yatırımları yapan devlet, daha 1990'lı yıllarda bunların çoğunu özel sektöre devretmek aklını göstermiştir. 1990'lı yıllardan beri derinleşerek devam eden 20 senelik ekonomik kriz ortamında Japonya çareyi yaygın bir şekilde özelleştirmelere ve buradan rekabet ve verimliliğe dönerek kurtulmakta bulmuştur. Ancak çareyi görmek başka, toplumsal baskılar altında uygulamak başkadır.
KİT'ler, siyasetçilerin 'arpalığı' haline gelmişti
Keza KİT'lerin verimsizliğinde 'sürdürülemez istihdam oluşturma' baskısı ile 'ömür boyu istihdam garantisi ile' atanan üst düzey yönetimlerin payı da yüksektir. Tablodan görüleceği üzere 'kayıp on yıl' olarak kayıtlara geçen 1990'lı yıllarda büyüme düşük ve oldukça istikrarsız (oynak), bütçe açıkları, kamu borç yükü ve dolayısı ile kamu kesimi borçlanma gereği (KKBG) çok yüksek, yatırımlar ve sanayi üretim artış oranı oldukça yetersiz, kapasite kullanım oranları düşük iken, her ne hikmetse (!) işsizlik % 7,7 ile göreceli olarak düşük gibi durmaktadır.
Oysa bütün bu verilerin yüzde yüze yakın oranda iyileştiği 2000'li yıllarda işsizlik % 10 bandının altına gerilemiyor. Bu çok çarpıcı. Çünkü 1990'larda işsizlik çözülmedi, sorun halının altına süpürüldü. Taşrada verimlilikten ve piyasadan kopuk olarak sürdürülen çok yaygın tarımsal destekler, şehirlerde ise KİT'ler rey uğrunda istihdam deposu olarak sürdürülürken, ekonomi hızla yolun sonuna doğru ilerliyordu. 2000'li yıllarda ise verimlilik baskısı tarıma, sanayiye yansıdı, KİT'ler tasfiye edildikçe ve rasyonelleştikçe verimlilik artmakta, gereksiz istihdam kadroları mecburen tasfiye edilmekte, bu yüzden istihdam artmasına rağmen işsizlik düşmemektedir.
Keza, bir kârlılık baskısı altında olmayan bu yapıların mantığı bütün dünyada 'gittiği yere kadar'dır. Bu işletmelerdekiler 'çalışır gibi gözükür' devlet de bunlara 'maaş ödermiş gibi' yapar. Ancak üst yönetimlerin gelirlerini artırmak için bin bir 'çizgi dışı' mekanizmalar devreye sokulur ve abat edilir. En önemli mekanizma ise rüşvettir. Zaman

ETİKETLER :
YORUMLAR (1)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)