Merkez Bankası, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve bazı bakanlardan gelen 'faiz indir' baskıları nedeniyle 16 Ocak'tan itibaren zor günler yaşadı. Uğur Gürses, Hürriyet'teki yazısında Merkez Bankası'nın bu dönemde döviz rezervlerindeki azalışı değerlendirdi. İşte o yazı:
Üzerinde 'faiz indir' baskısının başladığı 16 Ocak gününden 20 Mart gününe iki ayda Merkez Bankası rezervleri tam 8.5 milyar dolar azaldı.
Açıklanmış bu verilere ilave olarak, Merkez Bankası bilançosundan 20 Mart-26 Mart arasında da yaklaşık 1 milyar dolarlık bir azalış hesaplıyorum.
Bu süreci yapılan kimi teknik hatalar da besliyor. En başta, kamu enerji şirketlerine toptan döviz satış kararı alınması ve Merkez Bankası'nın kur yükselişine karşı başlattığı kısmi sıkılaştırmayı Beştepe zirvesinden sonra gevşetmesi de geliyor.
Bir Merkez Bankası'nın, hangi yöne olursa olsun döviz müdahalesinin başarılı olabilmesi için önce ulusal parasına dair sıkılaştırma ya da gevşetmeyi planlarına dahil etmesi gerekiyor. Yoksa başarılı olması olanaklı değil. Bizdeki gibi 'aman faizlere dokunmayalım, kızıyorlar' kaygısı birinci sıraya gelir oturursa işleri karmaşık hale getirip durumu kötüleştirirsiniz. Döviz kurundaki düşüşler, 'alım fırsatı' ya da 'çıkış fırsatı' olarak görülmeye başlanır. Sonra da konu, rezervlerin seviyesine gelir.
Aralık ayı ortasında Merkez Bankası, piyasada toptan döviz talebi gösteren kamu enerji şirketlerinin döviz ihtiyaçlarını karşılama kararı aldı. Bu kararın en olumsuz taraflarından biri rezervlerde erime yaratacak olmasıydı. Hele ki cari açık, kısa vadeli borç ve uzun vadeli anapara ödemelerinin toplamının döviz rezervlerinin yüzde 150'sinden fazla olduğunun gün aşırı konuşulmaya başlanıp herkesin rezervlere gözünü dikeceği bir döneme girerken.
Kamu enerji şirketlerinin döviz ihtiyaçlarının karşılanması kararı alındığında, Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonu (döviz varlıkları ile döviz borçları arasındaki fark) tam 40 milyar dolardı. 26 Mart günü akşamı itibariyle bu tam 35 milyar dolara geriledi.
Merkez Bankası'nın açıkladığı verilerden, Mart ortası itibariyle kamu enerji şirketlerine satılan döviz miktarını 4.1 milyar dolar hesaplıyorum. Buna Hazine'nin dış borç ödemeleri için satın aldığı dövizleri de eklerseniz 5 milyar doları buluyor. Buna ilave olarak, rezerv azalışını belirleyen ikinci unsur da, bankaların Merkez Bankası'na döviz olarak yatırdıkları zorunlu karşılıklardaki azalış. Ki bunu Merkez Bankası kısmi olarak serbest bırakmıştı. İkincisi de, Mart ayının görece yüksek dış borç ödemelerinin yapıldığı da bir ay olması. Hazine, dış borç ödemelerinde önce kendi hesabındaki dövizleri kullanıyor. Bu hesapta da, 3.2 milyar dolarlık ödeme ile son yılların en düşük bakiyesine, 1 milyar doların altına inildi.
Dışarıdan bakanlar için tüm bunların sadece tek bir sonucu var; Merkez Bankası rezervlerinin kabaca 10 milyar dolar azaldığı.
Merkez Bankası bunun ardından 'rezerv yeterliği' konusunun tartışmaya açılacağını bildiğinden, TL karşılık yerine bankaların isteğine bağlı olarak döviz olarak tutulan karşılıkların geçici niteliğini kalıcıya çevirmek için manevralar yapmıştı.
Merkez Bankası,
faiz silahını kullanamayacağı bir duruşu korudukça, döviz konusunda da içe kapanan, ürkek ve 'mezarlıkta ıslık çalan' bir manevra içine giriyor. Kamu enerji şirketlerine döviz satışını üstlenmek, geçici döviz karşılıklarını kalıcı hale çevirmek için adımlar atıyor.
16 Ocak-20 Mart arası dönemde Türkiye'den çıkan tahvil yatırımı 1.5 milyar dolar, hisse senedi yatırımı 593 milyon dolar. Repodan çıkan tutarı da hesapladığımızda toplam 3.1 milyar dolar ülkeyi terk etti. Neden gayet basit, 'ikisi bir arada'; Merkez Bankası işini yapmıyor, yapmasına izin verilmiyor.
Merkez Bankası Başkanı Başçı Beştepe'ye Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmeye gitmeden öncesinde çoktan piyasaya verdiği parayı sıkmaya başlamış, bankalar aldıkları likiditenin yüzde 18'ini pahalı gecelik
faiz olan yüzde 10'un üzerinden sağlıyordu. Görüşme sonrasındaki 3 hafta içinde bu sıkılaşma yerini gevşemeye bıraktı.
Sonuçta Merkez Bankası 'idarecilik' yapıyor; 'rezervler belli bir yere kadar erir, eridiğine dair sesler yükselirse o zaman bakarız' havasında. Ancak, artık 'hikâyeyle uyutacak' koşulların kalmadığı bir konjonktüre girildi.
Yatırım bankası Goldman Sachs'ın hafta sonu yayımladığı raporunun başlığı durumumuzu çok iyi anlatıyor; "Türkiye: Bir kaçırılmış fırsat ve bir çok belirsiz görünüm."