Merkez Bankası, dün dolar kurunun 2.30 TL’ye çıkmasıyla birlikte piyasaya iki kez doğrudan müdahale etti ve 3 milyar dolara yakın döviz sattı. ‘Merkez’in bu tarihi müdahalesiyle dolar, 2.27’nin altına düşse de kapanışı 2.29 TL’yle tamamlayabildi.
Radikal Gazetesi yazarı Uğur Gürses bugün yazısında dolar TL hareketine yer verdi.
İşte Gürses'in yazısı;
Merkez Bankası’nın bankalara iki kere doğrudan müdahale ederek döviz satması şunu açığa çıkardı; tarihsel olarak en yüksek seviye olan 2.30’luk bir dolar kurunun ‘şişmiş’ bir kur seviyesi olmadığı, bu seviyelerden bile yüklü döviz alım talebi olduğu ortaya çıktı. Bazen attığınız bir adım, uyguladığınız politikanın tüm defolarını ortaya çıkarır.
Bankacılar, dün sabah 2.2580’den açılan dolar kurunun 2.30’a gelmesiyle Merkez Bankası’nın doğrudan müdahaleye başladığını söylüyor. Ne yazık ki 2.27’nin altına düşse de kalıcı olamadı ikinci defa doğrudan müdahaleye rağmen 2.30’un üzerine çıktı.
Doğrudan müdahale, Merkez Bankası’nın telefonla bankaları arayarak ilan ettikleri alış kurlarından bankalara döviz satması demek. Her bir işlemde 5 milyon dolar satan Merkez Bankası’nın, öğlen saatlerine gelindiğinde en az 2 milyar dolar sattığı tahmin ediliyordu. Konuştuğum bankacılarda 3 milyar dolara kadar uzanan tahminler de vardı.
Normal koşullarda, fiyatı aşırı yükselmiş bir döviz kuru seviyesinde müdahale eden bir merkez bankasının piyasaya girerek doğrudan müdahale etmesi durumunda, çok az bir satışla kurun sert biçimde düşmesi beklenirdi. Nitekim Türkiye’nin serbest kur rejimi tarihine bakıldığında, birkaç kez sadece 9 milyon dolarlık satışla aşırılıkları sakinleştirdiğine tanık olduk. Ancak dün öyle olmadı.
Dünkü müdahale, para politikasının defosu üzerinde duran şalı kaldırdı. Dün Merkez Bankası, belki de tarihin en yüksek doğrudan döviz müdahalesini yaptı ama döviz kurunu pek de sakinleştirdiği söylenemez. Merkez Bankası, ne zaman ne kadar süreyle uygulayacağı bilinmeyen yüzde 9’luk bir
faiz icat etti, bunu da açıklama metninde nereye saklayacağını bilemedi. Ne yazık ki,
faiz artırmakta geciken, öteleyen ve itibar kaybeden bir merkez bankasının kaderi belli; kaçındığı
Faiz artışının kat ve kat fazlasını yapmak zorunda kalmak. İşte bizim Merkez Bankası, bu durumu en yakın 2011’de yaşadı ve gördü. Faizi yarım puan aşağıda tutmak uğruna, sonunda faizi iki katına çıkarmak zorunda kaldı. Aynı şeyleri yaparak hala farklı sonuçlar beklemek büyük hata.
Daha önce ne olmuştu?
Bundan önceki bir günde en yüksek doğrudan döviz müdahalesi, 2011 sonunda yapılan 1.9 milyar dolarlık müdahale idi. Ancak bunu izleyen günlerde hem satışa devam edildi, hem de ikili parasal sıkılaştırma yapılmıştı. Biri Merkez Bankası’nın faiz koridorunu yüzde 12.5’e çıkarıp faizlerin ortalama yüzde 11.5’e çıkması (politika faizinin iki katı) sağlanmış, ikincisi de Merkez Bankası sattığı dövizin karşılığında ortaya çıkan TL ihtiyacını karşılamamıştı. Yani sterilize edilmemiş bir döviz müdahalesi yapmıştı.
2011’deki yükselişte, ilk doğrudan müdahale 18 Ekim’de, 525 milyon dolar satılarak yapıldı. Bunun yetmeyeceği anlaşılınca 21 Ekim’de faiz koridorunun tavanı 3.5 puan artışla yüzde 5.0-9.0’dan yüzde 5.0-12.5 aralığına çekildi. 21 Ekim 2011 öncesinde 10 günlük gecelik faiz ortalaması yüzde 6.4 iken, sonrasındaki 10 günlük gecelik ortalaması ise yüzde 10.1 olmuştu.
Kur artışı sürünce, 30 Aralık 2011’de 1 milyar 865 milyon dolarlık tüm zamanların rekoru bir müdahale yapıldı. İzleyen 3 gün boyunca da devam etti. 4 günde toplam 2.9 milyar dolarlık satış yapılırken, karşılığı TL’ler için ortaya çıkan talep karşılanmadı. Bu ikili sıkıştırma etkili oldu.
Kur baskısına karşı Merkez Bankası 8 Haziran 2006’da faizleri 1.75 puan artırdı. Baskı devam edince 13, 23 ve 26 Haziran’da toplam 2.1 milyar dolar müdahale yapıldı. Yetmedi, 26 Haziran’da 2.25 puanlık faiz artışı yapıldı.
Ne yapmalı?
Yüklü müdahaleye rağmen döviz kuru bu seviyede kalırsa Merkez Bankası’nın müdahalede başarısız kaldığı, ‘tutamadığı’ düşüncesi yaygınlaşır, bu da ilave spekülatif atağı tetikler. Daha sonrası ise malum; Merkez Bankası doğrudan döviz satmadığı zaman, ‘rezerv kaygısı’ dile getirilir. Kur yükseliş sarmalına girer.
İşin doğrusu, doğrudan müdahale noktasına gelen Merkez Bankası’nın faiz silahını yüklü biçimde kullanmadan başarılı olması pek de mümkün görünmüyor. Hem 2006, hem de 2011’deki deneyim bunun teyidi. Ayrıca, dış dengeler açısından daha borçlu bir durumdayız.
Merkez Bankası günde yüzde 1.5-2 artan döviz kuruna karşı, satın alınan dövizin karşılığı olan parayı piyasaya hala yüzde 6-7 ile vermeye devam ettikçe, giderek pahalılaşan bir paranın ucuz finansmanını sürdürüyor olacak. Bir merkez bankası kendi parasının değerini, onun fiyatını yani faizi belirleyerek korur en önce.
1 - Merkez Bankası tek bir faiz oranından piyasaya para vermeli.
2 - Faizini ‘artık yeni bir artış olmaz’ denilebilecek ve beklentileri tamamen bitirecek bir seviyeye çekmeli.
3 - Bu faiz oranını uygularken, aynı zamanda piyasaya döviz likiditesi girişi sağlayacak zorunlu karşılık düzenlemesi yapmalı.
4 - Döviz satım ihalelerinde satışları aynı gün vadeye çekmeli.
5 - Bu satışlara kimi zamanlarda ‘sterilize edilmemiş’ doğrudan müdahaleler eşlik etmeli.