Başbakan Erdoğan'ın ve sonrasında bakanlarında sık sık dile getirdiği 'faiz indirimi' çağrısı Merkez Bankası'nı baya zor durumda bıracak gibi. Kulislerde Merkez Bankası'nın iki arada kaldığı söyleniliyor. Merkez Bankası eğer
faiz indirirse hükümetin baskısı altında kaldığı için indirdiği söylenecek, eğer faizi indirmezse de hükümete karşı bir tavır alındığı bazı kesimler tarafından konuşulacak. Merkez Bankası ne yapacak herkes bunu merak ediyor. Ama görülen o ki Başçı'nın işi çok zor....
Dünya'dan Serhat Gürleyen bugünkü köşesinde "Teknik direktörlük mü zor? Merkez Bankası başkanı olmak mı?" diye sordu. İşte Gürleyen'in o yazısı;
Korktuğumuz oldu! Gelişmekte olan ülkelere yönelik risk iştahı biraz olsun toparlanıp Türk lirası değer kazanmaya başlayınca o mahur beste çalınmaya başlandı. Türk lirası faizler çok yüksek, Merkez Bankası faizleri indirmeli şarkısını sık sık duyar olduk.
Her mesleğin kendine göre zorlukları vardır. Ama Türkiye öznesinde iki meslek - teknik direktörlük ve merkez bankası başkanlığı– uygulamada diğerlerinden ayrışıyor. Teknik direktörlüğün zorluğu toplumun büyük kesiminin futbolu sevmesinden ve fahri direktör olarak ileri geri konuşmasından kaynaklanıyor. Büyük baskı altında çalışan teknik direktörler takımları kaybedince kendilerini topun ağzında buluyorlar. Merkez Bankası başkanı olmanın zorluğu futbolda yaşananın tersine kamuoyunun enflasyonla mücadeleyi önemsememesinden kaynaklanıyor.
Tarih boyunca hiper-enflasyon yaşamamış Türk insanı önceliğini fiyat istikrarına değil büyümeye veriyor. Durumun farkında olan politikacılar büyümede aşağı yönlü risk gördükleri zaman Merkez Bankası’na yüksek perdeden yükleniyorlar. Piyasaların güvenini kazanmak için cephede savaşan Merkez Bankası kalenin içinden gelen saldırılar karşısında zor durumda kalıyor.
Felsefe yapmayı bırakalım. Mevcut duruma bakalım. Türkiye büyüme - enflasyon dengesinde ne durumda?
Büyüme ile başlayalım. Eş anlı olarak yaşanan FED dalgasını ve politika şokunu iyi yöneten Türkiye ekonomisi 2013 yılında sert iniş tehlikesini atlatarak %4,0’ün üzerinde büyümeyi başardı. Öncü göstergeler 2014 yılının ilk çeyreğinde %3,0’e yakın bir ekonomik büyümeye işaret ediyor. Yılın tamamı için bizim büyümemiz %2,5 seviyesinde.
Söz konusu büyüme rakamları ekonomisini yeniden dengelemeye çalışan bir ekonomi için yeterince yüksek. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve genel seçimler gibi iki temel sınavdan geçecek olan hükümet bu büyüme rakamlarını yeterli bulmuyor ve Merkez Bankası’na
faiz indirmesi için yükleniyor.
Enflasyon cephesine dönelim. Önceliğini makro ihtiyati tedbirlerle ekonomide yeniden dengelenmenin sağlanmasına veren Merkez Bankası arka arkaya iki yıldır enflasyon hedefini tutturamadı. Politika cephesinde yaşanan kriz ve kurlarda yaşanan şiddetli değer kaybı yüzünden üçüncü sene de hedefin tutturulamayacağı anlaşılınca, Merkez Bankası ocak ayı sonunda faizlerde şok bir artışa gitmek durumunda kaldı.
Gelişmekte olan ülkelere yönelik risk iştahındaki artışa bağlı olarak Türk lirasının hızla değer kazandığını gören Merkez Bankası piyasalara verdiği likiditeyi artırarak geçtiğimiz haftalarda gecelik faizleri politika faizi olarak belirlediği %10,0 seviyesine yaklaştırmaya başlamıştı.
Merkez iki arada bir derede
Ancak Başbakanın
Faiz oranlarının düşürülmesi gerektiği açıklaması Merkez Bankası’nı zor durumda bıraktı. Merkez Bankası faizleri indirmeye devam ederse bazı çevrelerce siyasetin güdümüne girmekle suçlanacak. Tam tersini yapıp faizleri indirmezse bazı çevrelerce hükümete karşı komplo senaryoları yazılabilecek. Bu kritik ortamda Moody’s’in Türkiye’nin görünümünü durağandan negatife çevirmesi işleri daha da zorlaştırıyor.
Peki, Merkez Bankası ne yapmalı? Merkez Bankası eleştirilere kulaklarını kapatıp işini yapmalı. Büyümenin makul bir hızla gittiği ve ekonominin dış ticaret lehine dengelenmeye devam ettiği bir konjonktürde para politikasını tedricen gevşetmeli. Merkez bankalarının başarısı kimsenin tam olarak mutlu olmadığı o hassas dengeyi yakalayabilmelerindedir.