Radikal, bugünkü sayısında London City University'den doktora öğrencisi Orkun Saka'nın ilinç bir yazısına yer verdi. Saka'nın "Telekinezi ve
faiz fobisi" başlığını taşıyan yazısı şöyle;
İlk karşılaştığımda, ‘faiz lobisi’ argümanının akademik düzlemdeki trajikomik haline bakıp ciddiye almamak gerektiğini düşündüm. Bu olsa olsa hatasını görüp ‘özür dileyemeyen’ bir Başbakan’ın her şeye rağmen sahiplenilmek adına giyebileceği görünmez bir gömlek olabilirdi. Gezi öncesinde ve süresince yapılan siyasi hataları örtbas edebilmek, dikkatleri polisleşen devletten uzaklara çekebilmek, yıllarca ‘dış mihraklar’ argümanıyla edilgenlik sahanında dövülmüş bir halka eski korkularını hatırlatabilmek adına en pervasız iktisat yorumcularına diktirilmiş tek-kullanımlık göz kamaştıran bir gömlek..
Lakin Başbakanımızın son günlerdeki danışmanlık tercihleri de gösteriyor ki ‘faiz lobisi’ ve benzeri kavramlar ülkenin siyasi terminolojisinde kalıcı bir yer edinecek ve önümüzdeki günlerde iktidar sözcüleri tarafından fazlaca kullanılacak. Buna binaen vaktinin büyük bir kısmını finansal krizler ve küresel sermaye hareketleri üzerine kafa yormakla geçiren bir akademisyen olarak bu konuda görüş bildirmek, tartışmayı akademik düzleme çekmek ve iktidara ne yazık ki çıplak olduğunu söylemek sorumluluğunu kendimde hissediyorum.
Risk faktörleri
Öncelikle finansal iktisat literatüründe herkesçe kabul gören ve birçok çalışmayla ispat edilmiş şöyle bir bulguyu hatırlatarak başlamalıyım: Sermaye piyasaları bir devletin borç kâğıtlarını fiyatlarken küresel, bölgesel ve ülkeye özgü risk faktörleri üzerinden faizleri belirlerler. Ülkeye özgü bu riskler ise büyüme oranları, dış borç, cari açık durumu gibi ekonomik verilerle beraber ülkenin politik istikrarı gibi sosyal faktörleri de içerisinde barındırır. Bu durumda bir ülkede politik istikrar bozulduğunda devlet tahvili üzerindeki
faiz oranlarının yükselmesi, borsanın düşmesi ve yerli para biriminin değer kaybetmesi beklenebilir.
Yani bir ülkede binlerce insan sokaklara dökülüp toplumsal bir refleks gösteriyor ve kendi ülkesinin polisi tarafından şiddetle durduruluyorsa o ülkede politik risk etmenleri artıyor demektir ve yabancı yatırımcı kendi parasının geleceğinden daha az emin olmaya başlamıştır. Böylece finansal göstergeler aşağı yönlü hareketlenir. Bunun sebebi artan risk faktörleri yüzünden yabancı yatırımcının o ülkedeki borsa ve/veya tahvil piyasasından çıkmak istemesi ve çıkarken yerli olan tüm göstergeleri negatif etkileyecek bir satış hamlesine girişmesidir. Bu ise sermayenin serbestçe dolaşabildiği küresel
finans sisteminde gayet doğal, gayet olasıdır. Böyle bir durumun yalnızca Türkiye ’nin başına geldiğini düşünen, akademik dünyadan bihaber iktidar yorumcularına tünedikleri yerden komplo teorileri yumurtlamak yerine son üç dört senedir Avrupa’daki politik havanın piyasalara nasıl yansıdığını araştıran birkaç makaleye göz atmaları önerilebilir.
Sermaye liberalizasyonuna geçmiş hiçbir ülkede hiçbir yatırımcı, riskin yükseldiğini düşünüp parasını alıp o ülkeden çıktığı için eleştirilemez ya da suçlanamaz. Aynı yatırımcıyı ülkenize gelirken nasıl güler yüzle karşılayıp “Bakın ne kadar güzel yabancı yatırım çekiyoruz” şeklinde demeçler verdiyseniz (ve yıllardır cari açığınızı nasıl kolay yoldan finanse ettiyseniz) piyasanızdan çıkarken de aynı şekilde elini kolunu sallayıp gitmesini mazur görmek zorundasınız. Ne yazık ki küresel
finans sisteminin kuralları böyle işlemekte ve hükümetin ekonomi kurmayları iktidara geldikleri ilk günden beri takındıkları sermaye yanlısı duruşla bunları zaten öngörmüş ve kabul etmiş olmalılar.
Piyasa spekülasyonları
Bu noktada olup bitenle ilgili iktidarın iki büyük yorum saptırmasına dikkat çekmeliyim. Birincisi, hikâyeyi tersten okumak. Yani ekonomik veriler alaşağı olsun, birileri faizden kazansın diye koca bir direnişin tertiplendiğini düşünmek. Bütün paranoyaklığıyla beraber bu argümanın demokratik taleplerin üzerini örtmek ve protestoların öznelik kapasitesini yok saymak adına peydahlandığını görmek için muhalif olmaya dahi gerek yok. Bunu söylemek, Avrupa’nın dört bir yanında anti-demokratik kemer sıkma politikalarına karşı meydanlara dökülen insanların politik eylemlerinin sırf Avrupa tahvil piyasalarında olumsuzluğa sebep olduğu için
Faiz lobisine hizmet ettiklerini söylemekle eşdeğer.
İkincisi, daha anlaşılır bir saptırma. Hükümet, ekonomik verilerin politik risk artışıyla açıklanamayacak kadar yüksek bir düşüşe maruz kaldığına inanıyor ve faiz lobisi diye nitelediği grup aslında piyasada spekülasyon yapan herkesi kapsıyor. Ancak şimdiye dek sermayeye güvenerek yol alan hükümet aklının spekülasyonun finansal piyasaların ayırt edilemez bir unsuru olduğunu unutmaması gerekirdi. Keynes’ten beri bilegeldiğimiz sermayenin hayvansal içgüdüleri, tüm canlı topluluklarında gözlemlenebilen irrasyonel korku ve coşku gibi davranışsal reflekslere tabi olmaları, elbette zaman zaman ülkeleri hiç olmayacak krizlerin eşiğine kadar getirebiliyor. Bunu en son Avrupa’daki çevre ülkelerin borçlanma maliyetlerindeki akıl almaz artışlarda gözlemledik ve piyasaların ne kadar kırılgan, krize eğilimli yapılar olduğunu bir kez daha tecrübe ettik.
Lakin eğer hükümet bu ikinci bakış açısında samimiyse spekülasyonu engelleyebilmek için yapabileceği çok şey var. Örneğin Nobel Ödüllü ünlü ekonomist James Tobin’in tavsiyesine uyup borsa ve döviz piyasasındaki her bir işleme çok küçük oranlarda vergi koyarak spekülatif hareketleri yavaşlatabilir. Ya da doksanlı yıllar öncesindeki gibi sermaye kontollerini sıkılaştırıp sıcak paranın ülkeye giriş çıkışını kısıtlayabilir. Böylece ekonominiz ani girişlerle ısınmazken ani çıkışlarla da yerle bir olmamış olur; fakat diğer bir taraftan neoliberal kalkınma planlarınızı ve İstanbul’u
Finans merkezi yapma arzunuzu da başka baharlara ertelemiş olursunuz.
Peki bundan sonra ne olacak? Orta vadede ABD Merkez Bankası’nın uzun soluklu parasal gevşeme hamlelerini tersine çevirecek olması küresel sermaye piyasalarındaki hareketliği arttıracak. Bu da önceki dönemde görece yüksek faiz için gelişmekte olan ülkelere akın etmiş portföy yatırımlarının çıkma eğilimine dönmesi demek. Yani yazının başında da belirttiğim küresel risk etmenleri artacak ve ulusal merkez bankaları para çıkışını önleyip kendi piyasasını daha cazip hale getirebilmek için faiz arttırımı yoluna gidecekler. Bu demek oluyor ki Türkiye’de iktidar yine olası bir siyasi hatanın üzerini örtmek için ilk önce bu söyleme dönecek, karanlık ‘lobi’leri gündeme getirip fobileri kaşıyacak ve küresel dalgalanmalardan dahi kendine bir ‘mazlum edebiyatı’ damıtacaktır.
Oysa benim naçizane önerim, Merkez Bankası bu dalgalanmaları yatıştırmak için uğraşırken hükümetin ülke içerisindeki politik kutuplaşmayı çözecek hamlelere girişmesi ve Başbakan’ın sivri üslubu sebebiyle ülkenin politik riskini tepelere çektiğini anlamasıdır.
“Ekonomiyi, finansı sizden öğrenecek değiliz” diyebilirsiniz tabii. O vakit küresel dalgalanmalardan payınıza düşecek tehlikeleri telekinezi yöntemiyle savuşturursunuz artık.