BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri
AKBNK 49,54 -3,43 257.608.000.000,00
ALBRK 6,50 2,52 16.250.000.000,00
GARAN 102,80 -1,81 431.760.000.000,00
HALKB 19,82 -0,60 142.402.300.792,44
ICBCT 12,39 -0,48 10.655.400.000,00
ISCTR 10,66 -3,62 266.499.680.200,00
SKBNK 5,07 -1,93 12.675.000.000,00
TSKB 10,49 -1,78 29.372.000.000,00
VAKBN 20,40 -2,11 202.284.799.069,20
YKBNK 22,16 -3,57 187.186.656.453,44

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaAraştırmaLikidite tuzağı----

Likidite tuzağı

Likidite tuzağı
27 Eylül 2009 - 22:49 www.finansingundemi.com

FSA’nın İngiltere’nin likidite riski yönetimindeki boşlukları doldurmak için kurguladığı yeni rejimi, sektör tarafından aşırı bağnaz ve potansiyel anlamda zararlı olarak değerlendiriliyor.

Likidite Tuzağı FSA’nın İngiltere’nin likidite riski yönetimindeki boşlukları doldurmak için kurguladığı yeni rejimi, sektör tarafından aşırı bağnaz ve potansiyel anlamda zararlı olarak değerlendiriliyor. The Banker/ Michelle Price Global finansal erimeyi izleyen kaosun ortasında zaten böylesi bir neticenin gerçekleşmesi, uzunca bir süredir bekleniyordu; global bankacılık kurallarının dramatik boyutlarda sıkılaştırılması. Ancak bankacılık sektöründeki kimi insanlar, İngiliz Finansal Hizmetler Otoritesi’nin (FSA) likidite riski yönetimini adamakıllı iyileştirmek yönünde attığı son adımların, işleri düzeltmek yerine daha da kötüleştireceğinden şikayet ediyorlar. Yasadışı eylemlere karşı her an tetikte olan bu İngiliz kurumu, politik anlamda attığı cüretkar bir adımla, Basel sermaye rejiminin doğuşundan bu yanaki en yasaklayıcı ve ulaşılması zor düzenleyici gelişmeyi temsil eden sımsıkı yeni kurallar aracılığıyla likidite riskini global anlamda derhal çözmeye yeltenen ilk büyük düzenleyici haline geldi. Ancak pek çok bankacı, FSA’nın yeni “Likidite Standartlarının Güçlendirilmesi” rejiminin şiddetli ve potansiyel anlamda yıkıcı bir aşırı reaksiyon olduğuna inanıyor. FSA’nın koyduğu aşırı talepkar zaman cetveline hiç girmeden bu yeni kuralların, operasyonel ve teknolojik anlamda hiç de azımsanmayacak çapta bir devrim gerektirdiği söylenebilir. Tek başına IT harcamalarının bile 2.4 milyar ’£’ı (yani 3.9 milyar doları) aşması bekleniyor ki bir IT başkanının söylediğine göre bu çok yüklü faturanın sadece bu tek bir kalemi bile küçük şirketlerin kökünü kazımaya yetebilir. Eğer FSA muradına ererse bankacılık endüstrisi, İngiliz bankacılık sektörünün uzun vadeli karlılığını ciddi şekilde çökertecek fonlama maliyetleri pahasına likit varlık tamponlarını şişirmek zorunda kalacak. Bu arada İngiliz kökenli iştiraklerin de kendi kendilerini fonlayabilecek seviyeye gelmesini şart koşan kural ise Uluslararası Finans Enstitüsü’ne (IIF) göre uluslararası bankaların global likidte yönetimlerinin etkinliğini azaltmakla tehdit eden dağınık sıkışmış likidite havuzlarının oluşmasına ve her bir şirketin grup-genelindeki üçüncü-parti kredi pozisyonlarının ve bütçe kaldıraçlarının artmasına neden olacak. Eleştiriler, ayrıca küçük ve özellikle yabancı bankaların sırf getirilen bu IT zorunluluğu yüzünden çok büyük bir külfet altına gireceğini iddia ediyor. FSA’nın yeni rejimi hakkındaki ateşli tartışmalar büyüye dursun, bu arada lobi grupları Londra’nın uluslararası bir merkez olarak yakın geleceğinin risk altında olduğunu söylüyorlar. Hem yabancı hem de uluslararası bazı bankaların ciddi ciddi bu şehri terketmeyi veya Londra merkezli işlerinin bir kısmının yerlerini değiştirmeyi düşünmeye başlamasıyla pek çok piyasa gözlemcisinin FSA’nın farkında bile olmadan Londra şehrini yanlış bir istikamete doğru sürükleyip sürüklemediğini sorgulamasına neden oldu. FSA HIZLI GİDİYOR Krize yaklaşılan yıllarda Batılı finansal piyasaların ellerinin altındaki likidite bolluğunun son derece basit bir soruyu yanıtlamakta yetersiz kaldığı görülüyor; piyasadaki geleneksel likidite kaynakları bir anda buharlaşıverseydi ne olurdu? Ucuz ve her an ulaşabileceği nakit para bolluğu içinde yaşamaya alışarak büyümüş bir endüstri açısından bu olası durum çok zor kavranabilirdi. Ancak Northern Rock ve Lehman Brothers gibi kurumlara ölümcül darbeyi indiren de likidite yoksunluğuydu. Likidite riski, bir kez kokusu çıktıktan sonra derhal sessiz bir katile dönüşmüştü. Bir ara kaybolan likidite riski, şu anda hakim olan global bir düzenleyici zorunluluk ve zaten birkaç düzenleyici de daha şimdiden bu konuda seslerini yükseltmeye başlamış durumda. Modernize edilmiş Finansal İstikrar Kurulu, likidite raporları için global bir standart belirlemekle görevlendirildi. Avrupa Bankacılık Denetleme Komisyonu ve Komitesi de şu anda likidite standartlarının gözden geçirilmesi sürecinde. Bu arada Bankacılığı Denetleyen Basel Komitesi’nin (BCBS), Basel II’nin gelecek versiyonuna likidite provizyonları eklemesi bekleniyor. Ancak her ne kadar böylesine büyük bir gürültü koparılıyorsa da ardından çok az eylem geliyor. Aralarında ABD’nin, Kanada’nın, Avustralya’nın, ve bazı Avrupalı ülkelerin de olduğu pek çok ulusal düzenleyici eyleme geçmeden önce BCBS’den gelecek yön eğilimini bekliyor. Zaten FSA’nın kendi likidite riski standartlarını belirlemekte bu kadar aceleci olmasının nedeni de bu. 2008 Aralık ayında bu şehrin yasa dışı eylemlere karşı tetikte olan kurumu, likidite standartlarını güçlendirmenin yeni kurallarını vurgulayan üç konsültasyon raporundan birini yayınladığında likidite riski üzerine kararlılıkla gidecek global ilk düzenleyici kurum olduğunu göstermişti. FSA, bu taslak önerilerinde, genel olarak niteliksel ve niceliksel iki grup halinde tercüme edilebilecek ve yaygın olarak zorlayıcı ve ulaşılması zor olarak değerlendirilen yeni kuralları ön plana çıkartmıştı. FSA; BASEL SERMAYE REJİMİNİN DOĞUŞUNDAN BU YANA, EN YASAKLAYICI VE ULAŞILMASI ZOR DÜZENLEYİCİ GELİŞMEYİ TEMSİL EDEN, SIMSIKI YENİ KURALLAR ARACILIĞIYLA LİKİDİTE RİSKİNİ ÇÖZMEYE YELTENEN, GLOBAL ANLAMDA İLK BÜYÜK DÜZENLEYİCİ OLDU. NİTELİK VE NİCELİK Bu rejimin niteliksel unsurlarına göre bankalar, yapı kooperatifleri ve yatırım şirketleri aralarında likidite pozisyonunun izlenmesi, ayrıntılı ve sağlam bir şekilde hazırlanmış fonlama planları ve kapsamlı stres testlerinin de bulunduğu bir dizi sistem ve kontrolleri uygulamak zorunda. Ancak daha da çarpıcı olanı ise kurumları gelişmiş likidite varlığı tamponları kurmaya ve sürdürmeye zorunlu kılan niceliksel kurallar. Ancak en tartışmalı konu, düzenleyicilerin, içlerine şubelerin ve iştiraklerin de dahil edildiği İngiltere’de yerleşik tüm faaliyetlerden kendi ayakları üzerinde durabilmelerini ve fonlama açısından da kendi kendilerine yeterli olmalarını talep etmesi. Ayrıca şirketlerin büyük bir çoğunluğunu FSA’ya günlük bazda iletmek zorunda bırakan aylık, haftalık ve günlük bir dizi detaylı raporun hazırlanması zorunluluğu da var. Kritik olanı ise FSA’nın feragat rejiminden muaf tutulmadığı müddetçe İngiltere’de yerleşik iştirakler ve şubelerden yerel bazda raporlama yapması istenmesidir. Bu kurallara bu ay sonuna kadar nihai şekilleri verilecek ancak herkes daha şimdiden şu konuda hemfikir; FSA, bankaların kendi likidite risklerini kavrama şekillerinde önemli bir kültürel ve altyapısal değişimi başlatmayı deniyor. Bu düzenleyici, kendi aldığı önlemlerin, şirketlerin fonlama kaynaklarını sınırlandırabilecek piyasa şoklarına karşı olan dayanıklılığını dikkate değer derecede yükseltmesini ümit ediyor. Altyapısal bir perspektifle kurumlar, kendi grupları içindeki işler bazında likidite riski pozisyonlarına karşı büsbütün entegre olmuş bir bakış açısı geliştirmeye zorlanacaklar. Latin Amerika’daki kredi kartı işinden Londra’daki emtia kaldıraç masasına kadar, bankalardan, likidite pozisyonları hakkında detaylı ve güvenilir verileri yüksek bir hızda bir araya toplamaları istenecek. Bu sayede yalnız mevcut verilerin çok daha zenginleştirilmesi değil aynı zamanda verilerin daima erişilebilir, altalta toplanmış ve istenilen her an sunulabilir olması zorunluluğu getirilerek ve sonra da bir dizi stres-testi senaryosunu beslemek üzere kullanılması amaçlanıyor. Ve son olarak da bu bilgilerin, yönetim kurulunca net bir şekilde anlaşılmış ve imzalanmış bir risk-raporlama çerçevesinde birleştirilmesi ve FSA’ya bildirilmesi gerekiyor. BİR BİLGİ DEVRİMİ Likidite riski yönetimiyle ilgili bu kriz-sonrası vizyon neredeyse yeni bir bilgi devriminin doğmasına yol açmış durumda. Finansal düzenlemelerin IT alanındaki olası sonuçları üzerine uzmanlaşmış bir düşünce kuruluşu olan JWG-IT tarafından Nisan/Mayıs aylarında yapılan bir anket araştırmasında, cevap veren bankaların yüzde 64’ü mevcut IT sistemlerinin yeni zorunluluklara cevap verecek şekilde kolaylıkla dönüştürülebileceklerine inanmadıklarını söylemişler. Bu durum hiç de şaşırtıcı değil. Sonuçta onlardan, karmaşık ve hantal global kurumlarda son derece nadir görüldüğü üzere, grup-seviyesinde bilgilerin altalta toplanması istenmektedir. Bir likidite stres-testi yazılımı tedarikçisi olan Aleri’nin CEO’su Don DeLoach, şöyle diyor: “Bankalar bugüne değin likidite akışlarını, iştirakleri seviyesinde izleyip yönetiyorlardı; yani farklı kadrolar ve sistemlerle, farklı yapılar, farklı formatlar ve farklı zamanlamalarla sayısız nakit akışı girişi ve çıkışı oluyordu. Bir banka size para birimleri bazında genel pozisyonu veya ödemeler dengesi hakkında, 15 dakika önceki durumunu bırakın ilişkilendirilmiş bir bakış açısıyla raporlamayı neye benzediğini bile nadiren anlatabilir”. Bir finansal danışmanlık şirketi olan Business Control Solutions’ın CEO’su Nigel Walder de bilgilere neredeyse anında ulaşma talebinin, IT direktörleri açısından da ayrı bir endişe kaynağı olduğunu söylüyor. Bu rejime göre bankaların donanımları her ne kadar aylık veya çeyrek dönemlik bazda raporlamaya yeterli olsa da günlük bazda veya istendiği anda rapor verebilecek durumda olmaları şartı koşuluyor diyor. Veri zorunluluğunun derinliği, kapsamı, ayrıntıları ve hızı, müthiş külfetli. Tüm bunlar kapsamlı birer stres-testi modeli tasarlanması ve beslenmesiyle ilgili ekstra taleplerle birleştirildiğinde ise FSA’nın rejiminin azıcık göz korkutmaktan çok daha fazlası anlamına geldiği söylenebilir. BİRÇOK BANKA, HİÇ BİR ŞEY YAPMIYOR VE DEĞİŞİM İŞTAHI DA ÇOK DÜŞÜK. PJ Di Giammarino PARA TUZAĞI The Banker, birkaç kuruma FSA’nın yeni likidite riski zorunlulukları hakkındaki görüşlerini almak için yaklaşmayı denedi. Maalesef ki hiç biri kamuoyuna bir yorum yapmak istemedi. Ancak, Thomson Reuters’da risk yönetimi global başkanı olan Andrew White, endüstrideki ruh halinin karışık olduğunu söylüyor. Standartların güçlendirilmesi gereksinimine çok az bankacı itiraz ediyor ancak bazıları empoze edilen yükün ölçeğini biraz zorbalık olarak nitelendiriyor. Sonuçta FSA’nın rejimine boyun eğmek hiç de küçümsenecek bir iş değil; operasyonel anlamda oldukça pahalı ve karmaşık, IT-yoğunluklu ve politika kokuyor. Ancak şu günlerde en büyük rahatsızlığı, maliyetinin yüksekliği. Bu yükümlülükler üzerinde çalışmaya başlayan büyük bir ABD’li bankadaki IT mimarisinin hoşnutsuz başkanının sözleriyle; “Önlerine gelen IT faturasını gördüklerinde bazı şirketlerin canlarına okunacak, bundan emin olabilirsiniz”. FSA’nın çizdiği tahminlere göre, ölçeğin küçükler kısmında yer alan organizasyonlar özellikle de yapı kooperatifleri, bu işten en az 50 bin € ile paçayı kurtarabilecekler. Ancak bankacılık gruplarının çok sayıda iştirakinin faaliyet gösterdiği, ölçeğin yukarısına doğru çıkıldıkça, bu kurumlar önlerinde 3.3 milyon € ile 7.4 milyon € arasında değişen faturalar bulabilecekler. Uzun vadede ise bu rakam daha da artabilir. FSA verileri üzerinden ekstrapolasyon hesaplamaları yapan JWG-IT’ye göre bu rakamlar, sık sık istenebilecek raporlamalar ve stres-testleriyle ilgili olan ve 700 milyon €’yu geçebilecek genel işletme giderlerini kapsamıyor. Ne de düzenlemelerle yönlendirilen IT projelerinin, düzenlemenin kendisinin embriyonik aşamalarında genellikle karşılaşılan belirsizliklerden kaynaklanan önceden tahmin edilemeyen kaçınılmaz muhtemel maliyetleri kapsıyor. The Banker şimdiye kadar en az bir ABD’li aşırı titiz bankanın, FSA’nın ikinci konsültasyon raporunda yaptığı değişiklikler yüzünden başlangıçtaki IT çalışmalarını baştan aşağı değiştirmek zorunda kaldığını biliyor. Şu aşamada bu endüstrinin yapacağı ilk harcama tutarlarının toplamı, geniş bir yelpazeye yayılıyor: Bir IT danışmanlık şirketi olan Atos Consulting, bu rejime uyumun maliyetinin en muhafazakar tahminlerle 300 milyon € ile 700 milyon € arasında değişeceğini söylüyor. Yelpazenin diğer ucundaki JWG-IT ise nihai rakamın 2.4 milyar €’yu geçebileceğini tahmin ediyor. Bir başka görüş de FSA’nın bu yeni zorunluluklarının maliyetinin Finansal Piyasalar Enstrümanları Yönetmeliği’ninkinin (MIFID) üç katını bulabileceğini iddia ediyor. FSA, bu düşünce kuruluşlarının maliyet tahminlerine ve görüşlerine, gerekecek harcamanın çoğunun FSA ile ilişkili zorunluluklardan bağımsız olarak zaten gerçekleştirilmesi gerektiğini söyleyerek itiraz ediyor. FSA’da büyük çaplı ve geleceğe yönelik politikalardan sorumlu direktör Paul Sharma, “Bu endüstrinin harcayacağı paranın dikkate değer bir kısmı kendi bilgi sistemlerinin likidite riskini de göz önüne alarak ama öncelikle kendi kalitesinin iyileştirilmesine gidecek” diyor. Ancak uluslararası şirketler açısından tek endişe kaynağı FSA faturası değil: Bazı IT başkanlarını çileden çıkaran asıl konu, global sonuçları. Daha önce adı geçen bir IT mimarisi başkanı, “Eğer bu likidite riski önlemleri global arenaya da taşınırsa, veya Federal Reserve (ABD Merkez Bankası) FSA’nın istediğinin sadece üçte-ikisini bile istemeye başlarsa, işte o zaman fatura astronomik seviyelere fırlar” diyor. ZAMAN SINIRLI Para kadar zamanlama da önemli bir sorun. Bazı lobi gruplarının direnmesinin ardından FSA’nın başlangıçtaki son gün tarihlerinden geri adım atıldı ancak halen başarılması pek de mümkün olmayan sınırlarda duruyor. FSA, İngiltere’de yerleşik olan şirketlerden ve denizaşırı bankaların buradaki şubelerinden bu rejimin niteliksel hükümlerine bu yılın son çeyreği itibariyle uyumlu hale gelmiş olmalarını isterken niceliksel hükümlere uyumluluk için ise 2010’un 1’inci çeyrek ve 2’inci çeyrek dönemleri itibariyle aşamalı bir geçişi öngörüyor. Teknik uzmanlar ve bankacılar, bu zaman sınırlamalarını en iyimser ifadeyle ihtiraslı; en kötümser ifadeyle ise hayalperestlik olarak nitelendiriyorlar. Risk yazılımları tedarikçisi FRS Global’de bir likidite riski uzmanı olan Selwyn Blair-Ford, “FSA’nın bu zorunlulukları kriz öncesinde yazılmış likiditeyle ilgili tüm saygın raporlarda ele alınırdı. Ancak neredeyse yedi yılı bulan bu sürede bu raporların hiç birinde bunların nasıl uygulanabileceğini belirten tek bir kelime bile yoktu” diyor. Blair-Ford, şirketlerin ekim ayı olarak ilan edilen son tarihe yetişebilmeleri için çalışmaya ocak ayında başlamış olmaları gerektiğini, ancak o sıralar FSA’nın 2008 Aralık ayında yayınladığı ilk konsültasyon raporunu incelemek ve sindirmekle meşgul olduklarını söylüyor. Diğerlerinin ise böylesi bir zaman sınırlamasının varlığından bile haberleri yokmuş gibi görünüyor. FSA’nın yeni yükümlülüklerinin getirdiği maliyetler ve yasaklayıcı ölçek bir yana, şurası çok net ki bu endüstride ciddi bir farkındalık eksikliği sorunu da yaşanıyor. JWG-IT grubu, nisan-mayıs araştırmasında anket yapılan şirketlerdeki personelden sadece yüzde 41’inin FSA’nın 2008 Aralık ayındaki konsültasyon raporundan haberdar olduğunu ortaya koyuyor. JWG-IT’nin CEO’su PJ Di Giammarino, “Pek çok banka hiç bir şey yapmıyor ve değişime yönelik bir iştah da söz konusu değil” diyor. Normalde birkaç yıl sürmesi gereken bir projenin bir yıldan daha az bir sürede tamamlanmasını istemek, sanki yeterince cezalandırıcı değilmiş gibi, bir de şirketlerin büyük bir çoğunluğundan bu işi bütçelerini ciddi oranlarda makasladıktan ve yoğun bir şekilde eleman çıkarttıktan sonra yapmaları isteniyor. Bir yatırım bankasının IT yöneticisine göre uyumsuzluğun bedeli, oldukça yüksek. Di Giammarino, “Bazı bankalarda gerçekten temel altyapı sorunları var; hepsi gayet iyi biliyor ki FSA’nın zaman sınırlaması ulaşılamaz bir hedef” diyor. Ancak FSA’ya göre eğer bu endüstri bir sonraki kredi döngüsünde likidite riski yönetimini hizaya getirmiş olmak istiyorsa bu iddialı zaman sınırlamasına uymak zorunda. Sharma, bu konuda “Üstün-nitelikli bilgilerin mümkün olduğunca çabuk ve aşağı yukarı kredi büyümesinin oldukça keskin bir şekilde durmaya başladığı sıralarda sağlanmış olması, sadece likidite riskinin yönetimi bakımından değil, aynı zamanda düzenlemeler açısından da bir haylı kritik” diyor. KRİZ ÖNCESİNDE LİKİDİTE ÜZERİNE YAZILMIŞ TÜM SAYGIN RAPORLARDA FİNANSAL HİZMETLER OTORİTESİNİN ZORUNLULUKLARINDAN BAHSEDİLİRDİ. ANCAK BU RAPORLARIN HİÇ BİRİNDE BUNLARIN UYGULANABİLİR OLUP OLMADIKLARINDAN BAHSEDİLMEZDİ. Selwyn Blair-Ford LONDRA MUAMMASI FSA’nın getirdiği zorunluluklar, bazılarının aşırılıklarının en küçüğü olarak yorumladıkları üzere, IT altyapılarının adamakıllı elden geçirilmesini gerektiriyor. En kızgın eleştiriler ise İngiltere’de yerleşik iştiraklerin ve şubelerin muaf tutulmadıkları müddetçe fonlama bakımından kendi kendilerine yeter duruma gelmeleri ve FSA’ya yerel bazda likidite raporları vermelerini zorunlu tutan uzun vadeli bankacılık iş modeli üzerine odaklanıyor. Sharma, “İngiltere’de sadece ana şirketlerinin likidite için verdikleri sözlere güvenen iştirakler ve şubeler var. Sebebi ne olursa olsun, eğer biz İngiltere’dekiler bu vaadin niteliğini değerlendiremiyorsak o zaman çok net ki ona tamamen güvenmemiz hiç de akıllıca olmaz” diyor. FSA’nın bu kurallarının, Lehman Brothers’ın İngiltere’deki yerleşik varlıklarının bu şirketin batışından kısa bir süre önce sadece tek bir gecede New York’a uçmasıyla sonuçlanan Lehman Brothers Senaryosu’na çözüm bulmak için geliştirildiği çok açık. Zira sonuçta bu bankanın İngiliz kreditörlerine tahrip gücü müthiş yüksek bir darbe indirilmiş ve iflas işlemleri süresince de kendilerini son derece adaletsiz bir konumda hissetmişlerdi. Bu arada FSA ayrıca İngiliz bankacılık piyasasını, İngiltere’deki iştiraklerde doğabilecek yabancı virüslere karşı aşılayabilmiş olmayı da ümit ediyor. Ancak aşılama, bazen hastalanmaktan bile daha kötü sonuçlar da doğurabilir. Uluslararası bankaların çoğu, tıpkı Lehman Brothers gibi kendi likiditilerini sınırlar ötesinde yönetirler. Bazı eleştiriler, likiditeyi sadece İngiltere içinde çember altına almanın denenmesiyle, bankacılık sisteminin kendi kendine iyileşme özelliğinin azaltılmış olacağını iddia ediyorlar. Bu endüstrinin derneği IIF ise özellikle bu konuda bir hayli bastırıyor. Temmuz raporunda IIF, diğer ulusal düzenleyicilerin de yerel varlıkların çember altına alınmasını sağlayan ancak global anlamda dağınık sıkışmış likidite havuzlarına yol açabilecek benzer tasarımlar açıkladığını söylemişti. Bu raporda ayrıca bu tip koşulların “gereksiz yere şirketlerin her birinin grup-genelindeki üçüncü-parti kredi pozisyonlarını, bilanço kaldıraçlarını ve sermaye gereksinimlerini arttıracağı” belirtilmişti. Yani sonuçta finansal sisteminin karlılığının düşeceği söyleniyor. KANUNDAKİ İSTİSNALAR FSA aslında iştiraklerin ve şubelerin fonlama yeterliliği ve yerel raporlama zorunluluklarına karşı muafiyet talep edebilecekleri bir feragat rejiminden dem vuruyor. FSA, böylesi bir muafiyet için ise grup seviyesinde Londra’daki tüzel kişiliğinin ana şirket tarafından yeterince fonlandığını ispatlayan kanıtlar istiyor. Bu senaryoda örneğin Londra’da küçük bir iştiraki olan bir Japon bankasından FSA’ya tüm global likidite pozisyonunu FSA’nın istediği dilde ve formatta vermesi istenebilir. Piyasa gözlemcilerine göre ise bu şartlar, hem pratik hem de politik olarak imkansız. ABN Amro’nun eskiden global sermaye ticareti başkanlığını yapmış bağımsız bir danışman olan Scott Eaton, ciddi olarak FSA’nın talep ettiği verilerin bandajlarını açmaya yeltenebileceğinden yani pek çok bankacı arasındaki diğer bir huzursuzluk kaynağından kuşkulanıyor. Hangi şirketlerin bu feragat rejiminden faydalanabileceği henüz belli değil ve en iyi ifadeyle bu rejimin üstünde kara bulutlar dolaşıyor. Ancak eğer FSA feragatlerinde eli açık davranmazsa, Londra’nın cazibesi bir anda kuşkuyla karşılanır hale dönecek. White, İngiltere’deki iştiraklerin büyük bir çoğunluğunun, özellikle de yabancı markaların Londra’da yerleşik yığınla şubesinin, İngiltere’deki işlerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaklarını söylüyor. White, şunları ekliyor: “Burada varlıklarını sürdürerek para kazanıp kazanamayacaklarını bilmeseler bile gerçekten bu düzenlemenin maliyetine katlanırlar mı? Bankaların buradaki işlerini acilen değerlendirmeleri gerekiyor.” İngiliz Bankacılar Derneği (BBA), küçük yabancı bankaların daha şimdiden bu yeni şartların altından kalkılamayacak kadar maliyetli olduğunu ifade eden endişelerine işaret ederek uyarıyor. BBA’da ihtiyati sermaye ve risk takımının direktörü Simon Hills, “Bazı küçük bankalar, bu niceliksel likidite zorunluluklarının devenin belini kırabilecek cinsten bir yük olacağını söylüyor.” Ayrıca Londra piyasasından çıkabileceklerini de ekliyor. Eğer FSA feragatlerinde aşırı cömert davranırsa bu sefer de kendisini aşırı ağır bir yükün altında bulabilir. Bugün Londra’da faaliyette olan 650 kurumdan 500’ünün birer feragat peşinde koşması bekleniyor ki bu hem düzenleyici hem de şehir açısından müthiş külfetli bir iş anlamına gelir. Bu nedenle ve ana şirketin likidite pozisyonlarının global şeffaflığının talep edilmesinin doğurduğu pratik meydan okumalar yüzünden, bir likidite riski danışmanlığı şirketi olan Liquidatum’un kurucu direktörü Bill Cuthbert, bu feragatnamelerin FSA açısından bir hayli sorunlu olacağına inanıyor. Sharma ise bu feragat rejiminin, feragati kabul edilen ve edilmeyen kurumlar arasında “çifte” standart uygulanmasına neden olmayacağının altını çiziyor. Açıklamasını sürdürürken, FSA’nın bazı şartlarda bir kurumun tamamen olmasa da belirli ölçülerde likidite açısından kendi grubuna bel bağlamasına izin verebileceğini belirtiyor. Yani kurumlar, bu durumda teker teker değerlendirilecekler. Ancak bu belirsizlik ilgili tüm taraflar açısından işlerin azaltılması değil aksine artması anlamına geliyor. TAMPONLARIN SARSILMASI FSA, feragat rejimi üzerinde müzakereler yapmak istiyor olabilir. Ancak üst düzey politika yapıcılar açısından kritik bir öneme haiz likidite tamponlarında manevra yapmak için çok az alan olması ihtimali bir hayli yüksek. FSA’nın şartlarında, İngiltere’de yerleşik tüzel kişiliklerin, kendi likit varlık tamponlarının önemli bir kısmını, piyasanın sıkıntıya girdiği zamanlarda çabucak nakde dönüştürülebilecek G-7 hükümet bonoları gibi “satılabilir” varlıklarla doldurmaları isteniyor. Ancak bankacılar, bu kompozisyonun en basit ifadeyle müthiş sınırlayıcı olduğuna inanıyorlar. BBA, sadece G-7 hükümet bonolarına odaklanmanın pek çok bankanın iş modelinde zararlı bir etkiye neden olacağını söylüyor. Bir başka ifadeyle kesinlikle oldukça pahalıya patlayacak. FSA, bir bankanın genel fonlama modeline göre belirlenecek olan likit varlık tamponu için henüz bir kapsama oranı belirlememiş durumda. Buna rağmen bankaları daha yüksek oranlarda nakit ve düşük-getirili bono tutmaya zorlamak, onların aktifleri üzerinden getirilerini dikkate değer oranda düşürebilir zira bu varlıkları finanse etmenin maliyeti kazandıracakları paradan daha yüksek olabilir. Credit Suisse’deki analistlere göre, likidite tamponu çok büyük bir sorun. Bu bankanın araştırma takımının bir dizi Avrupalı bankadan topladığı örnek veriler üzerinde yaptığı kaba hesaplamalar, nakit ve hükümet bonosu tutma seviyesindeki her yüzde 5’lik artışın bir trilyon Eoru’luk likit varlık anlamına geldiğini ve bunun tercümesinin de sektörün net faiz gelirlerinde 5 ile 10 milyar € arasında değişen bir azalmaya neden olarak karlarının bu zorunluluk öncesine kıyasla yüzde 2 ile yüzde 5 arasında düşmesi olacağı iddia ediliyor. Gelişmekte olan piyasalarda faaliyet gösteren uluslararası ve yabancı bankalar açısından yerel para birimi riskini azaltmak için bu piyasalardaki likidite pozisyonlarını aynı para birimi üzerinden hükümet bonolarıyla denkleştirmek çok daha ihtiyatlı bir yaklaşım olabilir. Bu tip bonolar, şu anda tanımlanan varlık tamponlarının dışında tutulmaktadır. Varlıkların “satılabilirliğini” gösteren konsept ise bunun bir bankanın repo pencereleri gibi şu anda küçük şubelere ve iştiraklere kapalı imkanlara erişim yeteneğine bağlı olmasından dolayı dikenli bir tanım. BBA’nın da önerdiği üzere eğer küçük bankalara İngiliz Merkez Bankası’nın (BoE) Operasyonel Kredi ve Mevduat Hizmetleri’ne erişme imkanı verilirse bu sorun belki çözülebilir. Bu konuya politika yapıcılar da sempatiyle yaklaşıyor ancak bu sorunun detayları üzerinde biraz daha çalışılması gerekiyor. Ancak bu rejimden Londra’nın bir dizi küçük yabancı bankasının dezavantajlı çıkacağını düşünen genel bakış açısındaki sempati seviyesi daha az. Eleştirilerin çoğunun asıl noktayı ıskaladığına inanan bir politika yapıcının ifadesiyle; “Standartları yükselttiğinizde onların seviyesine çıkmaktan aciz olanların dezavantajlı duruma düşecekleri herkesin bildiği bir gerçektir”. LONDRA’DAKİ TÜZEL KİŞİLİKLERİN YEREL LİKİDİTELERİNİN ÇABUK İYİLEŞME ÖZELLİĞİNDE YAŞANACAK HERHANGİ BİR ARTIŞ, BANA GÖRE REKABETÇİ POZİSYONU AZALTMAK BİR YANA AKSİNE İYİLEŞTİRMEYE YARAR... SIFIR YEREL KORUMA REKABETÇİ OLMAYAN EN UÇ POZİSYONDUR. Paul Sharma TEK TARAFLILIĞIN MALİYETİ Politika yapıcılar, yeni düzenlemelerden kaynaklanan ağır maliyetler olduğunu kabul ediyorlar. Ve Londra’nın rekabet sorununu da hafife almıyorlar. Bu yeni rejim için düzenleyiciye danışmanlık da yapmış FSA’ya yakın bir politika yapıcıya göre hükümet yetkililerinin zihninde Londra’nın finansal bir merkez olarak geleceği sorusu “aşırı ağır basıyor”. Ancak FSA açısından likidite standartlarının güçlendirilmesinin Londra’nın cazibesini kaybetmesine malolacağını iddia etmek, huysuzluk yapmaktan başka bir şey değil: Sonuçta Lehman Brothers’ın New York’taki müşterilerini Londra’dakilerin dezavantajına ihya eden eski rejimdi. Sharma, “Londra’daki tüzel kişiliklerin yerel likiditelerindeki çabuk iyileşme özelliklerinin artması bana göre rekabetçi pozisyonun kötüleşmesi değil, aksine iyileşmesiymiş gibi geliyor. Sıfır yerel koruma, rekabeti aşırı engelleyen bir durumdur” diyor. Ancak bu yeni düzenleme için uluslararası politika alanı henüz hazırlanmamış durumda ve endüstri içinde FSA’nın uluslararası planda tek taraflı olarak liderliğe soyunması, hem düşüncesiz hem de riskli bir adım olarak değerlendiriliyor. Lobi grupları FSA’nın duruşunun uluslararası kuralların parçalanmasını tetikleyip tetiklemeyeceğini tartışıyorlar. BCBS’in liderliğinde BBA’nın öne sürdüğü ve pek çok bankanın desteklediği yukardan-aşağı bir yaklaşımla üst seviyede yapılacak tartışmaların FSA’nın duruşunu yumuşatması bekleniyor. En azından BCBS’ye boyun eğilmesiyle çok daha üstün bir global standartlaşma yakalanabilir ve bu sayede de global firmaların maliyetleri aşağıya çekilebilir. Ancak bu ümitlerin de nafile olduğu anlaşılmış durumda. Sharma FSA’nın diğer düzenleyicilerle ters düştüğünü şiddetle yalanlıyor ve onun kesinlikle global koordinasyonu desteklediğinin altını çiziyor. The Banker’ın anladığına göre İngiliz Merkez Bankası da uluslararası planda aynı sertlikte standartlar üzerinde bastırıyor. Ancak üst düzey politika yapıcılar arasında diğer ülkelerin onu izleyeceği ümidiyle birilerinin muhakkak ilk adımı atması gerektiği düşünülüyor. Sharma, “İngiltere’deki şirketler nezdinde eskiye kıyasla bugün yerel likiditemizin çabuk iyileşme özelliğinin arttırılması gerektiği çok açık. Bu ekstra çabuk iyileşme özelliğine kavuşulmasının geciktirilmesinin hiç bir anlamı yok, özellikle de zaten kendisi net olmayan uluslararası zaman çizelgesini bahane ederek” diyor. Anlaşılıyor ki FSA’nın kendi önerilerinde daha ne kadar ileriye gideceğini görmek için beklemek gerekiyor. Ancak bu endüstrinin hafızasının bir balığınki kadar kısa olduğunu iyi bilen politika yapıcıları arasında elle tutulur bir çözülme havası gözleniyor. Ancak bu düzenleme eğer gerçekten çok ileri giderse, isteyerek veya istemeyerek de olsa, sonuçları oldukça geniş kapsamlı ve bir o kadar da dramatik olabilir.
ETİKETLER :
YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)