Kenan Tekdağ Show TV için çok iddialı!
TMSF tarafından el konulduktan sonra Ciner Grubu’na satılan Show TV’de yeni yapılanma başladı
TMSF tarafından el konulduktan sonra Ciner Medya Grubu'na satılan Show TV'nin tepe ismi Kenan Tekdağ'dan iddialı açıklamalar geldi.
Show TV’nin yeni Yönetim Kurulu Başkanı Kenan Tekdağ, ‘Şov başlıyor’ sloganıyla start verilen yapılanmadan Gezi olaylarında medyanın tutumuna kadar merak edilenleri MediaCat Genel Yayın Yönetmeni Pelin Özkan’a anlattı.
Ciner Medya Grup Başkanı ve bünyeye dahil olduktan sonra Show TV Yönetim Kurulu Başkanı olan Tekdağ, grubun stratejileri, frekans ihalesi, Gezi olaylarında maruz kalınan eleştiriler, protestolar ve dijital medya alanındaki yatırımlar hakkında birbirinden çarpıcı açıklamalar yaptı.
Show TV’yi satın alma kararı nasıl ortaya çıktı?
Genel içerikli bir eğlence kanalı, uzun süredir gündemimizdeydi. Daha önce MediaCat’e verdiğim söyleşide hatırlarsanız bir eğlence kanalı arayışı içerisinde olduğumuzu belirtmiştim.
Show’un satışı uzun süredir gündemdeydi. TMSF’ye geçmeden önce görüştünüz mü Çukurova Grubu’yla?
Hayır, böyle bir görüşmemiz olmadı daha önce. Ancak daha önceki söyleşimde de söylediğim gibi bir eğlence kanalı arayışımız vardı. Show TV’yi almadan önceki düşüncemiz frekans ihalesinin sonuçlarına bağlı olarak Habertürk’ü genel içerikli kanal haline getirmekti. Böyle bir fırsat çıkınca değerlendirdik. Show güçlü bir marka. Böyle bir imkân doğunca bunu tercih ettik.
Show Türkiye’nin en eski özel kanallarından. Zaman içinde bir marka kimliği inşa etmiş durumda. Kanalın Ciner Grubu’na geçmesi bu kimlikte ne gibi değişiklikler yaratacak? Sizin aklınızda nasıl bir Show TV algısı var?
Bir kere yeni logomuz ‘Şov başlıyor!’ söylemini içerecek. Gerçekten güçlü bir marka ve izleyicilerin marka sadakati çok yüksek. İnsanlar mutlaka Show TV’ye bakıyor. Ama herkesin bildiği prangalar nedeniyle bu algıda ciddi bir aşınma yaşanmış. Resmen devir teslim olmadan önce dahi yaptığımız bazı tercihlerle, bu aşınma durdu ve reytingler tekrar yükselişe geçti. Bu daha başlangıç. Bir kere yapımcılar, proje sahipleri nezdinde artık çok güçlü bir Show TV muhataplığı var. Türkiye’nin en iyi yapımcılarıyla görüşüyoruz.
Kısa sürede satış işlemleri gerçekleşti ve kanalı ayağa kaldırmaya başladık. Bu işin kısa sürede bitmesinin sebebi, sahip olduğumuz know-how. Tecrübemiz var, muhataplarımız bizi tanıyor, reklamverenler bizi tanıyor, yapımcılar bizi tanıyor, çalışanlar bizi tanıyor. ATV’de 2006’da dört segmentin dördünde de birinciydik. Show TV’deki hedefimiz aynı.
Bugün ortaya çıkan gerçek, reklamverenler için ortadan kalkmakta olan bir mecranın güçlü bir şekilde tekrar yarışa girmesi. Böylece rekabet tekrar çoğulculaştı. Ben inanıyorum ki bugünden başlayarak hem yapımcılar hem reklamverenler Show TV’yi reytinglerde durduğu yere göre değil, duracağı muhakkak olan yere göre değerlendirmeye başlamışlardır. Biz girdiğimiz her sektörde bunu söylüyoruz, iddialıyız.
Çok sıkıntılı bir süreç yaşadı kanal size geçmeden önce. Bazı ekran yüzlerini ve iddialı yapımlarını kaybetti. Siz bununla ilgili ne gibi somut adımlar atıyorsunuz?
‘Şov başlıyor’ diyoruz. Bunun altyapısını oluşturuyoruz. Yaklaşık bir ay içerisinde sürprizlerimiz peş peşe gelecek. Yoğun bir şekilde görüşüyoruz. Dengeler tekrar olması gereken yere gelecek.
Show TV iç yapımlarda başarılı bir kanaldı. İçerik temininde ağırlık ne yönde olacak?
Show TV’yi bünyemize kattığımız ilk günden beri çok ciddi bir yeniden yapılanma çalışması devam ediyor. İşe en etkili yönetim modeli ve organizasyon yapısını kurmak açısından bakıyoruz. C Yapım isimli bir şirketimiz var. Bu şirketimiz artık bir şekilde üretimde yer alacak. Ama biz iyi projesi olan, iyi formatı olan, yapımcılıkta kendini kanıtlamış, yarışta yer alabilecek iddiaya sahip bütün yapımcılara şans tanıyacağız. Hiçbir seçeneği dışarıda bırakmayacağız. İşbirlikleri ve ortak yapımlara ağırlık vereceğiz.
Show TV’nin başına Habertürk Genel Müdürü Semih Kaya getirildi. Yönetim anlamındaki yapılanma tamamlandı mı? Başka neler yapacaksınız?
Grubumuza bir bütün olarak bakıyoruz. Bu aynı zamanda bir entegrasyon süreci olacak. Habertürk ve Show TV entegrasyonunu, ekran önü ve ekran arkası da dahil olmak üzere en etkili şekilde planlıyoruz.
Show TV’deki ilk değişikliklerden biri, anchorman olarak Ali Kırca’nın yerine Erhan Çelik’in getirilmesi oldu. Bu değişikliğe neden ihtiyaç duyuldu?
İşin hakikatı, Ali Kırca şu an izinde. Şu anki bütün atamalarımız vekaleten. Belki bu söyleşi yayınlandığında bu durum değişmiş olabilir, kendimi bağlamak istemiyorum. Ama halihazırda bir görevden alma yok. Hem kendi iş kültürümüzle bağdaşacak nitelikte mevcut arkadaşların bir analizini yapmak hem de birikmiş izinlerini kullandırarak arkadaşların rahatlamasını temin etmek ve nokta tercihleri daha rahat yapabilmek için böyle uygun gördük. Bu konularda nihai sözü söylemiş değiliz. Görüşmelerimiz devam ediyor.
Habertürk’ün güçlü bir haber kadrosu var. Bu Show TV’ye yansıyacak mı, Show TV’de habercilik anlamında nasıl bir politika izleyeceksiniz?
Show TV bir eğlence kanalı. Bizim politik tandansı yüksek, gündeme çok hakim, anchorman ya da anchorwomanlarımızla grubun siyasal nitelikteki haberleri doğal olarak Habertürk’te devam edecek. Show TV eğlence kanalı fonksiyonuna uygun bir şekilde yapılandırılacak.
Gezi olayları sırasında siz de dahil çeşitli medya grupları, olayları yansıtmamakla, hükümet çizgisinde hareket etmekle eleştirildiniz. Bu eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz? Sizce bu süreçte haber kanalları üzerine düşeni yaptı mı?
Biz kanal yönetimi olarak şiddet içeren ya da şiddet potansiyelini artıracak nitelikteki görüntülerin canlı olarak, sıcağı sıcağına verilmesi söz konusu olduğunda soğukkanlı davranmayı tercih ediyoruz. Diyelim ki ülkenin herhangi bir yerinde başka bölgelere sirayet etmesi muhtemel çatışma nüveleri başladı. Burada, yayıncılık sorumluluğu ve ahlakıyla, daha doğrusu kamusal sorumlulukla gazetecilik heyecanı her zaman örtüşmeyebilir. Örneğin bir mezhep çatışması potansiyeli veya etnik nitelikteki bir lokal olay, başka bölgelere sirayet etme ihtimali taşıyorsa, sıcağı sıcağına canlı ve olay yerinden vermek doğru mudur, değil midir? Yani yarım saat sonra, bunu daha soğukkanlı bir şekilde, ne olup bittiğini anlayarak, faktörleri analiz ederek vermek mi sorumlu yayıncılıktır, yoksa gazetecilikte sorumluluk söz konusu olamaz, gazeteci gördüğü şeyi verir ve “sorumluluğunu başkası taşısın” mı der? Bu sadece bizde değil, dünyanın her yerinde tartışılan bir konudur.
Gezi olayları herkesin öngörüsünden farklı bir hızda ve farklı faktörlerin devreye girmesiyle gelişti. Bizim daha soğukkanlı bir değerlendirme yapmamız kendi öznel kararımızdır, eleştiriye açıktır. Ama bu dışarıdan söylendiği gibi, baskı ya da sansür gibi açıklamalar bizim özelimizde hakikati yansıtmıyor. Bu süreçte soğukkanlı değerlendirme anlayışı ortaya çıktı. Bu da sadece bir gün devam etti. Ertesi gün olayları kendi bakış açımıza göre verdik. Bu tavrımız olaylara katılan ya da destekleyen kitlelerin hoşuna gitmemiş olabilir, bunu da saygıyla karşılıyoruz.
Bakın, haber kanalları Gezi olaylarında yaşananları enformatif nitelikte vermekten kaçınmadı. Adil davranmak isteyen, öfkesiyle değil objektif analiz yapanlar görecek ki, en çok eleştirdikleri kanal hangisiyse o başta olmak üzere tüm kanallarda, enformatif nitelikte verilmesi gereken haberlerin hepsi gün içerisinde haber bültenlerinde fazlasıyla verildi. Ama bu bazı insanları tatmin etmemiş olabilir. Bunun yerine herkesin, tamamen meydana odaklanarak 24 saat süreyle Gezi’ye bağlanarak Gezi yayını yapmasını bekleyenler var. Müsaade etsinler de kanallar kendi politikalarını kendileri yapsınlar. Ben bu değerlendirmelerin, birikmiş öfkenin günah keçisi aramasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Gezi olaylarının medyaya bakış konusunda da bir dönüm noktası olacağı söyleniyor. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Bu olaylarda sosyal medya çok öne çıktı, bu bir gerçek. Ancak sosyal medya etiği, kontrolü, standartları oluşmuş değil. Bir taraftan çarpıtma, yalan, manipülatif haberler de içermek kaydıyla ham haber boyutu, diğer taraftan organizasyon kurma fonksiyonu ortaya çıktı. Aslında biz sosyal medyanın organizasyon kurma boyutunu ilk kez bu vesileyle görmüş olduk. Burada tabii ki medya kuruluşları başta olmak üzere herkesin görmesi gereken şeyler var. Ama ben her şeye rağmen şunu söylüyorum: böyle dönemlerde insanların sıcak, anlık haber ihtiyacı öne çıkar ve ona yoğunlaşılır. Ama olaylar biraz soğuduktan sonra eleştirel bakıldığında, her şeyin heyecanla olmayacağının, ham bilgilere yüklenmekle olmayacağının, içinde yaşadığımız toplum göz önüne alındığında her şeyin böyle yürümemesi gerektiğinin de bilincine varılacağını düşünüyorum.
Hiçbir yeni mecranın çıkışı kendi başına mutlak zararlı ya da mutlak faydalı olarak değerlendirilemez. Her şey diyalektik çelişkisini içinde barındırır; bunun gelişim, çelişme ve dönüşüm mekanizmalarını içerdiğini göz önüne almak lazım. Pozitif ve negatif yanlarını birlikte görmek lazım.
Bir zamanlar Türkiye’de merkez medya ve çevre medyadan söz edilirdi. Şimdi paralel merkez medyalardan söz ediliyor. Bu kategorizasyonları nasıl değerlendiriyorsunuz? Grubunuzu nerede konumlandırıyorsunuz?
Ben medyadaki kategorizasyona öyle bakmıyorum. Bana göre misyon medyası var, bir de kitle medyası var. Önemli olan dürüstçe bunun adını koymak. Her ikisinin de demokrasilerde yeri vardır. Her ikisi de birbirini besler, birbirinden öğrenir. Ayrıca demokrasilerde halkın her kademeden yönetimi denetlemesi açısından işlevselliği vardır. Öyle baktığımda misyon medyası on yıl önce de vardı bugün de var. Kitle medyası da öyle. Belki merkez medya olarak kendini yeniden tanımlayanlar olabilir. Merkeze atfettikleri anlam on yıl önce farklıydı, bugün farklı. Demokratik çoğulculuğa yer verip vermemektir bence kriter. Medyaya girdiğimiz tarihten beri biz kendimizi kitle medyası olarak tanımlıyoruz.
Gezi olayları ciddi bir düşüşe neden oldu mu?
Evet, Gezi olayları her sektörü etkilediği gibi reklam sektörünü de ciddi şekilde etkiledi. Firmalar reklamda istekli davranmadılar. Bunu, sosyal çalkantıların olduğu dönemlerde reklam kullanmama eğilimiyle açıkladılar. Tabii kendi tercihleridir ama bu doğru bir tutum mu, tartışılır. Çünkü karamsarlığı artırmanın kimseye faydası yok. Ekonominin ana oyuncularının olumsuz bir olayı daha da büyütecek şekilde, beklentileri negatife çevirecek şekilde tutum ve davranışlar sergilemelerinin rasyonellikle ilgisi yok, kimseye de faydası yok. Neticede ekonomiyi büyütmekte herkesin menfaati var.
Gazete mi televizyon mu daha çok etkilendi?
İlk üç gün televizyon, daha sonra gazeteler etkilendi.
Habertürk frekansını genel içerik olarak aldınız? Neden?
Genel kanalla tematik kanal arasındaki fark hangi türde ne kadar yayın yaptığınızla alakalı. Bunun oranı yüzde 70’e yüzde 30’dur. Frekansı da genel HD’den aldık. O denge söz konusu olduğundan Habertürk için infotainment modeli gündemde.
48 milyon 600 bin lira ödeyeceksiniz frekans için, Habertürk gibi tematik bir kanal niye genel içerik frekansı aldı?
Genel içerikli olmak için ille de dizi yayını yapmak gerekmiyor. Genel kategoride tanımlanmanın diziler dışında da çeşitli mekanizmaları var, Show TV ile Habertürk arasında böyle bir ayrım yapacağız. Habertürk’ün infotainment karakterine uygun içerik planlaması üzerine çalışıyor arkadaşlarımız.
‘YAZILI BASIN İÇİN HÂLÂ UMUT VAR’
Gazeteler ya da genel olarak yazılı basın son dönemde düşük bir tiraj grafiği çiziyor. Sizin Habertürk gazetesi özelinde bu konudaki değerlendirmeniz nedir? Bu düşüşü tersine çevirmenin bir yolu var mı? Yoksa birçoklarının söylediği gibi yazılı basının önlenemez düşüşüyle mi karşı karşıyayız? Grubun bu konudaki yaklaşımı nedir?
Tüm dünyada yazılı basının karşı karşıya olduğu bir mesele bu. Sosyal medya, televizyonu bile eskimiş hale getirirken gazeteler iyice olayların gerisinde kalıyor. Bu düşüşün temelde eskimiş dağıtım yöntemleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. 20’nci yüzyılın habitat anlayışına göre bir dağıtım mekanizması geçerli olmalı. Böyle bir dağıtım mekanizması oluşturmalıyız. 21’inci yüzyılda yaşanan değişimin sosyolojisini yazılı basının tam olarak okuyamadığını düşünüyorum.
Bahsettiğiniz tekniklerden birisi abonelik mi?
Ben kişisel olarak aboneliğin çok önemli olduğuna inanıyorum. Grup olarak dünyadaki örnekleri de analiz ediyoruz. Baktığınız zaman tirajlar hafta içi düşüyor haftasonu yükseliyor. Hafta sonu gazete, dolu dolu neredeyse bir gün okusanız bitiremeyeceğiniz bir içerikle çıkıyor ve fiyatı da buna uygun olarak hafta içinin üç dört misli daha yüksek oluyor. Böylece gazetenin maliyetleri karşılayacak kârlı bir ürün haline geldiğini görüyoruz. Belki hafta içi tiraj dağıtımı mekanizmaları ile hafta sonu mekanizmalarının farklılaştırılması düşünülebilir. Diğer taraftan son on yılda Türkiye’de bir kent devrimi yaşandı. Bu kent devrimine yönelik analizlerin iyi yapılarak, kaynakları akılcılaştırmak da düşünülebilir. Daha bütün mekanizmalar kullanılmış, tüketilmiş ve umutsuz vaka haline gelmiş değil yazılı basında.