SERAP SÜRMELİ – FINANSGUNDEM.COM
Ben Londra’ya hiç gitmedim. Londra’da Sofra’yı hiç görmedim. Ama Reha Muhtar’ı okuyunca soluğu Sofra London’da aldım. Londra’daki Sofra’da değil ama…
Güzel bir Mayıs günü o köşeyi okurken karar vermiştim, “Gideceğim, bakacağım, yazacağım” diye. O gün bugünmüş, kısmet işte…
İngiliz’in yağmuruna inat güneşli bir havada, Karaköy’deyim. Önemli semtin, kritik bir noktasına kurulmuş Sofra. Biri Rıhtım Sokak’tan, diğeri Kemankeş Caddesi’nden iki girişi var. Adım atınca içeri, biri ufak, diğeri gösterişli iki bar karşılıyor sizi. Avizeler iri, dikkat çekici. Duvarlar arınmışlığın rengi, masa örtüleri gibi beyaz. Şimdilik boş ama ünlü ressam Prof. Dr. Gülten İmamoğlu’nun el hünerleriyle dolacak.
Mekan geniş; 1200 metrekare. Mekan rahat; tıkış tıkış gibi ama değil. Mekan yüksek; basık ne kelime! Bir düşünün, 180 kişiyi aynı anda ağırlamayı kaç kişi becerir acaba?
Ona bakıyorum. Göremiyorum derken Londra yağmurları gibi aniden çıkıyor ortaya. O yağmuru özlüyor mu bilmiyorum ama Hüseyin Özer güneş gibi süzülüyor içeri. Çevresine sıcaklık yayıyor. Güleç yüzlü, gözleri parlıyor. İngilizce, Türkçe karışık ama olsun çok konuşkan…
Hüseyin Özer’i İstanbul’un iş, sanat ve medya dünyasından daha çok, Londra’ya giden Türkler tanıyor. İngilizlere Türk mutfağını sevdiren Sofra London’un kurucusu Özer, Türklerin randevularla yer ayırttığı, Hollywood starlarının mutlak uğradığı mekanıyla gurur duyuyor.
Peki, uzaklarda, o kadar Türk’ün arasında anavatan hasretine hiç yakalanmayan Hüseyin Özer’in İstanbul’da işi ne?
Küçük yaşta dindarlığın kazandırdığı okuma açlığında İngilizce öğrenmeyi kendine iş edinen, 21 yaşında İngiliz restoranlarında tabure üzerinde uyuyan, hırs ve azimle başarıya kilitlenen Özer, ortaklık teklifi üzerine ‘imparatorluklar kenti’ne ayak bastığını söylüyor. Londra’ya uçarken yıllar önce geride bıraktığı İstanbul’u özlüyor mu? Tam soracakken o başka bir konuya atlıyor. Daha sayfaları taze The Sunday Times tarafından dünyanın en iyi Türk lokantası seçilen Sofra London’u İstanbul’a nasıl taşıdığını anlatıyor.
Hayatın tokat’ını çocuklukta yemiş, açlık, sefalet çekmiş ama hep direnmiş biri olarak, ikinci yaşamı İngiltere’de yakalasa da toprak Anadolu. Zaten bunu gizlemiyor, bir çaba harcamıyor. Zaten Anadolu’nun şavkı yüzünde duruyor, dışarı vuruyor.
Ama çok ilginç onun kavgası bambaşka: İşini doğru yapmak…
Cazip bir teklifle çağrıldığı İstanbul’a adım atışının bir amacı da zaten duyduğu büyük bir üzüntü. Ona göre Türkler lokantacılıkta dünya standartlarının altında. Yeni Hüseyin Özerler, ustalar, ehil eller yetişsin, yurt dışına açılsın, mutfağımızı tanıtsınlar istemiş, kalkmış, gelmiş.
Peki, kim bu Hüseyin Özer? Her gidenin, her tanıyanın hayran kaldığı, sitayişle bahsettiği, öve öve bitirilemeyen bu Türk, lokantacı mı, aşçı mı, işletmeci mi? Yanıt mı? Kendisi de bilmiyor ki!
Bildiği tek şey, kendinden emin olduğu, 41 yıldır alın teriyle hep zirveye koştuğu.
İşte şu an biraz dinleniyor. İki restoranda da salon-mutfak arasında mekik dokuyan Hüseyin Özer’le hem oturuyor, hem sohbet ediyoruz. “Bebeğim” dediği Sofra London’un bahçesinde, tatlı bir esintinin altında konuşuyoruz. Dersaadet’in gözdesinde, çan sesleri aşağıya düşüyor; ezan insanın dünyasını değiştiriyor. Yemeklerin kokusu, mezelerin ışıltısı masamıza konuyor…
75 KURUŞA ÇAKMAKLARA BENZİN DOLDURDUM
Finansgundem.com: Sizinki nasıl bir hayat? Durgun mu, serüven mi?
Hüseyin Özer: Aslında yokluktan başladı. Ben Tokat Reşadiyeliyim. Çocukluğum yokluk ve sefillik içinde geçti. Çok okumak istiyordum ama annem babam ayrıldığı için bu mümkün olmadı o zamanın şartlarında. 11 yaşında Ankara’ya gittim. Tabi iş yok, yatacak yer yok, üst baş yok. Yaş da küçük… Karın tokluğuna bir lokanta da yerleri süpürmeye başladım. Sonra 75 kuruşa çakmaklara benzin doldurdum. Beni doyurmuyordu, uzun süre aç kaldım. Bu arada halime acıyan bazı insanlar bilet paramı alıp beni Tokat’a geri yollamak istiyorlardı. Ben de otobüse ön kapıdan binip arka kapıdan iniyordum. Çünkü Tokat’a dönemezdim. O günlerde elime geçen paranın bir kısmıyla sokaktan dini kitaplar aldım. Okudum. Okudukça yenilerini aldım. İslamiyet’e merakım, bağlılığım arttı. Dindar oldum. Ardından diğer dinleri öğrenmei arzusu başladı. O zamanlar parayı pek bilmediğim için insanları daha çok tanıma isteği duyuyordum. Biraz daha zaman geçince İstanbul maceram başladı.
14 yaşındaydım İstanbul’a geldiğimde. Bir lokanta iş buldum, hemen çalışmaya başladım. O zamanın şartlarında iyi de para verdiler. Arkadaşlarla ortak oda kiraladık. Ama asıl önemli olan İngilizce öğrenmek için kendime hoca tuttum. Çünkü diğer dinleri merak ediyor, okumak istiyordum. Bunun için de İngilizce bilmem şarttı. Bu hırsla haftada iki gün İngilizce ders alıyordum. Hiç okula gitmedim ama İngilizce öğrendim.
LONDRA MACERAM 21 YAŞINDA BAŞLADI
-Lokantacılık nasıl başladı?
Hüseyin Özer: Babam beni nüfusa erken yazdırdığı için çok erken yaşta askere gittim. Dönüce de evlendim. Hatta o zaman çalıştığım ustamın yeğeniydi eşim. Küçüklüğümden beri en büyük isteğim bir yuva kurmaktı. Buna kavuşmuştum. Ancak eşim beni terk etti. Evde kalan eşyaları sattım ve Londra’ya gitme kararı aldım. 21 yaşındaydım, artık Londra maceram başlıyordu.
Londra’da ilk işim kebapçıda oldu. Ama orada da zor günler yaşadım. Sandalye üzerinde yattım, tuvalet yıkadım. Şimdi bakıyorum da 41 sene olmuş Londra’ya uçalı. Evim barkım her şeyim Londra’da. İlk eşimden bir kızım ve 2 torunum var. Kızımla çok görüşmesek de iyi bir baba olmaya çalıştım. Bu arada 4 kez evlenip, ayrıldım.
Restoran açma işine gelince, “Biri güvensin, dükkan açsın bana ve öğretsin” dedim. Ve öyle de oldu. İşletmeciliğinden aşçılığına kadar ben işimi komple yaparım. 2 sene sonra eski çalıştığım yeri satın aldım. Böyle böyle büyüdüm. Geldiğimiz nokta ortada; dünyanın ünlü dergilerinden The Sunday Times, Sofra London’u bir ay önce ‘Dünyanın En İyi Türk Lokantası’ seçti.
-Dünyanın en iyisi seçildiğine göre ilgi büyük demektir..
Hüseyin Özer: Şu anda bile Londra’da Sofra London’un kapılarında kuyruk var. Çok ünlü müşterileri vardır Sofra London’un. Bir kere Türkiye’den gelen bütün ünlü işadamı, politikacı ve sanatçılar kesin Sofra London’a uğrar.
Yabancı artistlerden de gelen var. Mesela ‘James Bond’ Sean Connery, özellikle kadınların çok beğendiği Brad Pitt. Hatta New York’ta lokanta açsak ilk müşterimiz Brad Pitt olacak. Daha aklıma gelmeyen bir sürü şöhreti restoranımızda ağırladık. Aslında ben de pek tanımıyorum ama çalışma arkadaşlarım kaçırmıyor, onlar söylüyor ‘işte şu yıldız geldi’ diye.
YENİ HEDEFİM BRÜKSEL
-Yeni kentler, yeni şubeler… Teklif var mı?
Hüseyin Özer: Dünyadan bir sürü teklif geliyor, ‘Bir şube de burada açalım’ diye ama ben ilk önce İstanbul’u değerlendirdim. Bu arada şunu da söylemeden geçmeyeyim yurt dışındaki bir sonraki Sofra London’ın hedefi Belçika’nın başkenti Brüksel olacak.
-İstanbul London nasıl açıldı?
Hüseyin Özer: Biz üç ortağız. Ben, Nazlı Yılmazer, Ali Şekergümüş. Birlikte restoran açma teklifi Nazlı Hanım’dan geldi. Değerlendirmesini yaptık, sonra da Karaköy’de Sofra London’u işletmeye açtık. Müşterileri buraya tepelerden indireceğiz. Çünkü yemeğimiz ve servisimiz çok güzel. Bakın burada hem balık hem et yiyebilirsiniz. Hepsi aynı kalitede ve çok üst seviyede. Biz her şeyi çok iyi yapıyoruz, öyle ‘şunu daha iyi yapıyoruz’ diye bir şey yok. Tabi mezelerimiz ve hafif tatlılarımız da çok iyi. Bakın bir lokantacı aşçı değilse o lokantayı açmaması lazım. Açarsa da kesin batar. Yemeği yapacaksın ve o yemeği satacaksın..