ESKİNİN ÜNLÜ KOKAİNCİLERİ...
Necip Fazıldan Peyami Safaya; İbrahim Çallıdan Elif Naciye...
sONER yALÇIN / HÜRRİYET
Necip Fazıldan Peyami Safaya; İbrahim Çallıdan Elif Naciye...
1920li yıllardaki kokain álemlerinin ünlü isimleri
Yeni çıkan "Siz Kimi Kandırıyorsunuz" adlı kitabım, Yaşar Kemalin aşklarıyla da gündeme geldi. O halde bir başka magazin haberiyle devam edelim! Sizi, 1920lerin İstanbuluna götüreceğim. Çoğunu eserlerinden tanıdığınız ünlü simaların bohem hayatını anlatmak istiyorum size. Kimdi bu kokain kullanan ünlü isimler? Genellikle hangi gazetecinin evinde buluşuyorlardı? Kokaine neden "Beyza" adını vermişlerdi? Kokaini nasıl buluyorlardı? Bu zehirli hayattan kurtulabildiler mi?
İSTANBUL bohem hayatının merkezlerinden biri Gazeteci Fikret Adilin Beyoğlu Asmalımescitteki 47 numaralı apartmanın çatı dairesiydi.
Babasının büyük şair Tevfik Fikrete hayranlığından dolayı adını verdiği Fikret Adil gazeteciydi. Sanat eleştirileri yapıyordu.
İstanbul kültürel hayatının en önemli figürüydü. 1920li yıllarda yaşadığı bohem hayatını, "Asmalımescit 74" adlı kitabında anlattı.
Asmalımescitteki evinin numarası 47yi 74 olarak yazmıştı.
Bir de...
Arkadaşlarının isimlerini değiştirmişti:
Gazeteci-Yazar Peyami Safa, "Server Bedi";
Ressam İbrahim Çallı, "Dallı";
Ressam Elif Naci, "Elif Razi";
Şair Necip Fazıl Kısakürek, "Necip";
Müzisyen Mesut Cemil, "Cemil";
Bana göre yazar Mahmut Yesari, Salah Birsele göre gazeteci-radyocu Nurettin Artam; kimine göre ise gazeteci-radyocu Eşref Şefik, "Şeyh Memduh" idi.
Ve "Beyza", kokaindi!..
BEYZA PEK NEFİSTİR!
Fikret Adilin "Asmalımescit 74" kitabı 1933 yılında basıldı.
Alıntıyı kitabın ilk baskısından yaptım ve imla hatalarına dokunmadım:
"Gazetede, telefon çaldı:
Şeyh Memduhtu:
- Bu akşam Vaniköyüne gidiyoruz.
- Ne var?
- Vamık ziyafet veriyor.
- Peki kimler var?
- Dallı, Server Bedi, Necip, Mesut ve Beyza Hanım.
Beyza Hanımı tanırmısınız? Tanımazsanız tanıyanlara sorun. Pek nefis bir şeydir. Onu tanıyanlara içği, açlık ve uyku tesir etmez. Beyza Hanımın ağuşuna düşenler ordan ayrılamazlar. Aynı zamanda birçok aşığı vardır. Fakat hiç biri ötekisini kıskanmaz, onu herkes ayni derecede sever. Greta Gabro bile Beyza Hanıma aşıktır.
Son vapurla Vaniköyüne gittik. Deniz kenarında bir bahçe a giorno" tenvir edilmiş ve bir çardağa sofra kurulmuştu. (...)
Mesut çaldı, dinledik. Necip Otel Odalarını okudu, dinledik. Dallı renesans devrini inkar etti, dinledik. Şeyh Memduh Oskar Wildenin her insanda bir parça kadın ve bir parça da erkek kanı vardır nazariyesini müdafaa etti, dinledik.
Bu esnada Beyza Hanımın aramızdan kaybolduğunu fark etmiştik. Dallı:
- Eğer dedi biz gençler -Dallı 58 yaşındadır- (doğrusu 47 olmalı-sy) bu akşam Beyzayı bulamazsak bu memlekette sanat öldü demektir.
Vamık bir teklifte bulundu:
- Muhakkak Beyzayı bulmalıyız. Onsuz sabah edemeyiz..." (sayfa 130-131)
BEYZANIN 5 KARASEVDALISI
Asmalımescitteki evi bir dönem Fikret Adille ortak kullanan Necip Fazıl Kısakürek, 1975 yılında anılarını yazdığı "Babıáli" kitabında "Beyza"dan bahseder:
"Beyza Hanımfendi meselesi...
Beyza Hanımefendi adı ve sanıyla kokain...
Küçük bir şişe içinde naftalin gibi pırıl pırıl, ince ve beyaz bir toz...
Bu şişenin içine ruhu hapsedilen bir kadındır ve ismi Beyza Hanımefendi...
Beyazlığından kinaye...
Beyza Hanımefendinin etrafında beş karasevdalı...
Eşref Şefik, Fikret Adil, Mesut Cemil, Peyami Safa, Elif Naci...
Onu ellerinin üst kısmında başparmaklarıyla şahadet parmağı arasındaki çukura gömerler ve burunlarına götürüp sağlı sollu çekerler...
Hatta ellerinde Beyzadan en küçük bir zerre kaybolmasına razı olmazlar...
Bunu onlara tanıdık eczacılar temin ettiği gibi, Fikret Adilin alt katlarında Macar bar artistleri de bulur.
Eğer bulamazlarsa da bohem halkasından birinde görecek olurlarsa karşılığında veremeyecekleri şey yoktur.
Genç Şair (kendisidir-sy), içkiden sonra bohem halkasının tepesine binen ve onları deve gibi güden Beyza Hanımefendiden ne anladıklarını merak etmiş ve şu izahı almıştır:
- Müthiş bir şey!
Burnunda ve yanak adalelerinde hafif bir donma hissi ve peşinde dipsiz bir huzur, sulhçu mizaç ve her şeyi bağışlama, oluruna bırakma zevki...
Bu bir hal; lafla anlatılamaz. Bir kere, iki kere çekmekle de anlaşılamaz; devam etmek ve onunla ünsiyet kazanmak lazım...
Tecrübe edersen anlarsın ve Beyzanın sırlarını bizden daha güzel dile getirirsin..." (Sayfa 79-80)
Necip Fazıl Kısakürek, anılarını kaleme aldığı "Babıáli" adlı kitabında, o yıllarda kumara, içkiye ve sigaraya düşkün olduğunu ancak kokain kullanmadığını yazdı.
BİR TEREDDÜDÜN ROMANI
Peyami Safanın "Bir Tereddüdün Romanı" adlı eseri, tıpkı Fikret Adilin "Asmalımescit 74" kitabı gibi 1933 yılında yayınlandı.
Peyami Safa da daldığı bu bohem hayatını bu romanında anlattı. Romanın kahramanı bir yazardı; yani kendisiydi.
Bir gece ressam İbrahim Çallının atölyesinde yaşadıklarını şöyle anlatıyordu:
"Nihayet içlerinden birinin atölyesinde karar kıldılar. Büyük binanın denize bakan bu odası, ölçülmüş ve düşünülmüş bir karışıklık içinde rahat ve zarif döşenmişti. İçeri girer girmez hemen sustular ve atölye sahibinin yeni yaptığı resimler karşısında büyük bir ciddiyetle durdular. Hálá bırakmadıkları ud, keman ve içki şişeleri ve meze paketleri bir an evvelki şahsiyetlerinin gülünç birer sembolü halinde ellerinde sallanıyordu (...)
Ve birkaç kadeh içtikten sonra ud sahibinin eline tutuşturuldu.
- Haydi, bakalım arkadaş, çal bakalım: Kamayı vurdum yere... (...)
Ud çalan arkadaş sazı birdenbire elinden bırakarak atelye sahibinin yanına gitti ve kulağına bir şey söyledi.
- Sahi dedi o, hiç fena olmaz, nasıl bulalım?
- Otomobilini çıkar atlayalım beraber gidelim.
- Haydi (...)
Ve üç kişi otomobile atlayarak Beyoğluna çıktılar. Bir camiin ve polis kulübesinin yanından saparak dar bir sokağa girdiler, otomobilden indiler. Kepenkleri yarıya kadar inik, kapısı kilitli gayet küçük dükkánın camından baktılar. (...)
- Mal nasıl?
- Birinci.
- Senin ikinci dediğin yoktur ki.
- Vallahi yalan söylüyorsam gözlerim çıksın.
- Hep öyle söylersin ve tebeşirle aspirinin kilosunu beş bin liraya satarsın.(...)
Atölyeye geldikleri zaman şu manzarayı gördüler: Orada kalanlardan ikisi kanepede arkalarına dayanmışlar. Bir tanesi karşılarında yere bağdaş kurup oturmuş. Bir elinde şişe ve öbür elinde kadehle başını sağa sola mütemadiyen sallayıp duruyor. Hiçbir şey konuşmuyorlar. Yeni gelenleri görünce yerlerinden fırladılar. Müthiş bir gürültü koptu. Birbirlerine sarılıyorlar, haykırışıyorlar ve yerlere yuvarlanıyorlardı. (...)
Üç-dört kişi dışarı çıktılar ve bitişik salonda baş başa verdiler. Ellerinde bir şey muayene ediyorlar, ışığa tutuyorlar, kokluyorlar ve bakıyorlardı. Biri, fena değil diye mırıldandı. Öteki, enfes dedi.(...)
Ve hep beraber ağır ağır bir şarkı söylediler. Evlendiği için aralarından çekilen müzisyen bir arkadaşlarını andılar. Tamburu üstüne yumuşak bir inhina ile eğilen uzun sıcak ve munis gölgesinin hatırası canlandı. Bir tanesi bu gaip gölgeye ellerini sallayarak, Eşe..k! Eşe..k! Şimdi horul horul uyuyorsun, yaşamıyorsun diye bağırdı!" (Sayfa 84-92)
"Eşek!" diye aşağılanmaya çalışılan kişi Mesut Cemildi.
O halde şimdi de Mesut Cemilin kitabına konuk olalım.
DIŞLANAN MESUT CEMİL
Tanburi Cemil Efendinin oğlu olan ve babası gibi musiki konusunda üstat sayılan Mesut Cemil, Celal Sahir Erozanın kızı Berin (İkinci eşi Nadir Nadi idi-sy) Hanımla evlenmişti.
O günleri babasının biyografisini yazdığı "Tanburi Cemilin Hayatı" adlı kitabında bakın nasıl yazdı:
"Evleneli daha birkaç gün olmuş... Bekárken, başda Çallı İbrahim olmak üzere ressam, edib, şair sınıfından İstanbul yaranı ile birlikte bohem hayatı yaşadım. Evlilikle bu bahsi kapattım. İşte o birkaç günün sonunda bir akşam vakti oturduğumuz sokağın ağzından bizim güruhun şamatasını duydum. Beni alıp götürecekler! Tedbir olarak hemen evin ışıklarını söndürdüm; hanımla oturduk. Bizimkiler kapıya gelip ısrarla çalmaya başladılar. Sesimizi çıkarmıyoruz. Benden ümidi kesince, reisimiz Çallı, içeri duyuracak kadar yüksek sesle, Yürüyün arkadaşlar! Biz Tanburi Cemilin oğlunun evine geldiğimizi sanıyorduk. Meğerse Şair Celal Sahirin damadının evine gelmişiz dedi ve gittiler." (Sayfa 22)
Sadece Mesut Cemil değil zamanla çoğu "Beyzanın tutsaklığından" kurtuldu.
Kokainden ölen bir Osmanlı şehzadesi: ABDÜRRAHİM HAYRİ EFENDİ
SULTAN II. Abdülhamidin beşinci oğluydu. 1894 yılında Yıldız Sarayında doğdu. Almanyada eğitim gördü.
Birinci Dünya Savaşında Galiçyada Tabur Komutanlığı, Filistinde Alay Komutanlığı yaptı.
Almanyanın en yüksek harp nişanını "Pour le Merite" (Liyakat Nişanı) aldı.
1919 yılında; Osmanlı hanedanları arasında bir ilki gerçekleştirerek Avrupa usulü izdivaç yapıp, Mısırlı Abbas Halim Paşanın kızı Nebile Emine ile evlendi. Bir yıl sonra kızları Mihrimah Selçuk dünyaya geldi.
Gerek eşiyle bozuk olan ilişkisi ve gerekse savaş yenilgisi Abdürrahim Hayri Efendiyi bunalıma soktu. İntihar etti. Ancak sıktığı kurşun beynine isabet etmeyince kurtuldu. Bir süre Venedikte sağlık yurdunda kaldı.
Şehzade Abdürrahim Hayri Efendi müziğe karşı çok yetenekliydi. Çok iyi piyano çalıyordu.
Salı akşamları Nişantaşındaki evine Mabeyn orkestrasına mensup 20-25 müzisyen çağırıyor; klasik müzik dinliyordu. Bazen orkestrayı kendisi yönetiyordu; bu konuda da çok mahirdi.
(Ara not: Bakmayınız siz bugünün Fazıl Saya hakaretler eden cahil politikacılarına, son dönem Osmanlı hanedanının, -kadınları da dahil (Hatice Sultan, Fehime Sultan, Kadriye Sultan, Fatma Sultan gibi)- çoğu çok iyi piyano çalıyordu.)
Kurtuluş Savaşının son döneminde Padişah Vahideddin, Mustafa Kemal ve arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurmak amacıyla Ankaraya bir heyet gönderilmesine karar verdi.
Heyetin başında Şehzade Abdürrahim Hayri Efendi vardı.
Ankara Hükümeti, heyetle görüşmeyi kabul etmedi.
Abdürrahim Efendi, İstanbula boynu bükük döndü.
Kurtuluş gerçekleşip saltanata son verilince Abdürrahim Efendi "Halife" olmayı bekledi.
Beklediği gerçekleşmedi.
Ve 1924te hilafetin kaldırılmasıyla birlikte sürgüne gönderilen 144 kişi arasında o da vardı.
Parise yerleşti ailesiyle.
1933 yılında eşi Emine Hanımdan ayrıldı.
Annesi Peyveste Hanımefendi ve kızı Selçuk Sultan ile yaşamaya başladı.
Ekonomik sıkıntı çekmeye başladı.
Osmanlı hanedanı mensuplarıyla hiç ilişkiye geçmedi.
Zamanla diğerleri de onu unuttular.
Ta ki...
20 Ocak 1952 tarihine kadar.
Abdürrahim Hayri Efendinin cesedi Pariste bir otel odasında bulundu.
Yüksek dozda kokain almıştı.