Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı Cemil Ertem Akşam gazetesinde yer alan yazısında piyasalardaki Çin depremini kaleme aldı. 'Kara Pazartesi'nin ardından bazı kesimler yaşanan olayları 1990'larda yaşanan Doğu krizine benzettiler. Peki yeni bir Doğu krizi mi geliyor?
İşte Ertem'in o yazısı;
Pazartesi gününü küresel
finans çevreleri “kara pazartesi” ilan etti hatta daha da ileri gidenler bunu yeni bir krizin başlangıç günü olarak anlatmaya başladı.
Ancak kriz diye anlattıkları, tıpkı doksanlı yıllarda olduğu gibi, yeni bir Asya ya da gelişmekte olan ülkeler krizi idi. Gerçekten böyle mi; Fed ‘in yakın gelecekte faizleri artırması da devreye girince biz yeni bir kriz tüneline girecek miyiz?
Hemen söyleyelim ki, kesinlikle böyle bir şey olmayacak. Hatta şu “kara pazartesi” meselesi de doğru değil ve çok açık bir algı oluşturma operasyonu. Financial Times, pazar günü manşetten Çin’deki (imalat sanayi) PMI endeksinin Temmuz ayına göre, Ağustos ayının ilk üç haftasında 47,8 den 47,1’e düştüğünü bir felaketmiş gibi duyuruyordu. Oysa bu yeni bir durum değil ve bu düşüş başta Çin Merkez Bankası (PBOC) olmak üzere, Çin bürokrasinin beklentisi daha doğrusu tercihi doğrultusunda olan bir durum. Çin büyümesinin 2012’den beri, Çin’in tercihi doğrultusunda, düştüğü herkesin malumu.
Bu açıdan Çin’den gelen olumsuz veriler global krizin yeni bir aşaması, özellikle yeni bir Asya ya da gelişmekte olan ülkeler krizi olarak okunamaz.
Zaten Çin’in büyüme grafiğine baktığımızda şunu görürüz: Özellikle 2009-2010’dan itibaren Çin büyümesi düşerken Çin’in dünya GSYİH’sına katkısı artıyor. Bu, Çin’in sermaye ihraç ettiği anlamına da gelir. Buradaki makas ve kopuş 2012 yılıdır. Çin, 2012 yılından itibaren verdiği dış ticaret fazlalarıyla ABD doları ve kağıdı almayı azaltıyor bunun yerine-ağırlıkla- sermaye ihraç ediyor.
Ayrıca Çin, düşük ücrete dayalı, iç talepten tamamen vazgeçen ve yalnız ihracata dayalı büyüme stratejisini terk ederek, iç talebin de desteklediği marka ve teknolojiye, dolayısıyla görece yüksek katma değere dayalı yeni bir büyüme yoluna giriyordu.
Bu yeni yol, aynı zamanda, dışarıya yoğun sermaye ihracını gündeme getiriyordu. Yani biz 2012’den sonra şunu görmeye başladık; Çin’in dünya GSYİH’a katkısı sermaye ihracıyla artarken, kendi iç büyümesi düşüyor.
Yeni bir düzen, yeni bir para sistemi...
Bu sürecin otomatik sonuçlarından birisi de, Bretton-Woods para sisteminin dolayısıyla dolara dayalı rezerv para ticaret cycle nin delinmeye başlaması ve giderek son bulmasıdır.
Bu anlamda PBOC, iki hafta önce parasının değerini devalüe ederek, pahalı hale gelen ihraç mallarını rekabetçi hale getirmeye çalıştı ama bu devalüasyonun esasında ihracatı artırmaktan çok, yuan’ın globalleşmesini sağlamaya dönük olduğunu söyleyebiliriz. PBOC Başkan Yardımcısı Yi Gang, yuan devalüasyonu konusunda düzenlediği basın toplantısında, yapılan devalüasyonun yunanın global sisteme entegresi açısından önemli olduğunu söyledi zaten.
Gang, sabit ve katı kuru sürdürülemez olduğunu da sözlerine eklemişti.
Öyle anlaşılıyor ki, Çin’in bu makas değişimi, gelişmekte olan ülkeleri değil, daha çok, gelişmiş ülkeleri vuracak. Örneğin, Çin ve Alman ekonomilerindeki son yıllardaki entegrasyon çok dikkat çekicidir. 2014 yılında Almanya Çin’e 74,4 milyar dolar Euro ihracat yaparken, Çin’den ithal ettiği ürünlere 79,7 milyar Euro ödemiş. 1990 yılından bu yana Almanya’nın, Çin’e ihracatı 20 ithalatı ise 30 kat artıyor. Başta otomotiv olmak üzere, Almanya’da ihracata bağımlı sanayinin Çin’deki büyüme düşüşünden etkilenmemesi imkansız. Peki uzun dönemde, Çin’de yükselen ücretlerle birlikte artan iç talepten Almanya başta olmak üzere, Batı sanayisi faydalanabilir mi; bu soruya da çok olumlu yanıt veremiyoruz çünkü bu süreçte Asya ülkeleri Batı’nın yerini alacaklardır.
Asya’nın çıkışı, Batı’nın krizi...
Sonuç olarak başta Çin olmak üzere, Asya ülkelerindeki büyüme düşüşünü yeni bir gelişmekte olan ülkeler krizi beklentisi olarak değerlendiremeyiz. Bize göre, hem AB hem de ABD tarafındaki kriz derinleşerek devam ediyor. Euro’nun yeniden değerlendirmeye başlaması güney Avrupa için ciddi bir sorundur. Yunanistan’ın seçime gidiyor olması da Yunanistan’ı merkeze alan Avrupa borç sorununun bittiği anlamına gelmez.
J.K. Galbraith, 2004’te Çin, Hindistan ve kriz konusunda şunları söylüyordu: “ Gerek Çin gerek Hindistan 1970’lerde Batı bankalarının dümen suyuna girmeyerek kendilerini borç krizinden kurtardılar. Her iki ülke de sermayeyi kontrol etmeye devam ediyor, böylece sıcak para bu ülkelere serbestçe girip çıkmıyor. Her iki ülkede de ağır sanayi büyük ölçüde devlet sektörünün elinde olmaya devam ediyor... Evet, Çin ve Hindistan, bir bütün olarak büyük bir iş başardılar ve yaptıkları reformlar, yasal düzenlemeler bunda rol oynadı.”
(http://www.salon.com/opinion/feature/2004/03/22/economist/print.html )
Esasında Galbraith’in bu söylediklerini, Dünya Bankası yetkilisi olarak Çin gözlemlerini yazan Ramgopal Agarwala’da şu cümleyle teyit ediyor: “ Çin’in başarısının temelinde Washington Mutabakatı politikalarına körü körüne uymaması yatmaktadır.” ( R. Agarwala, The Rise of China: Threat or Opportunity? -2002)
Gördüğünüz gibi bugün olan biteni, bir biçimde, süreci yakından izleyen bilim insanları ve iktisatçılar, yıllar önce, yazmış.
O zaman ortaya çıkan şudur; şimdilerde Asya’dan, ya da daha genel olarak gelişmekte olan ülkelerden yeni bir kriz dalgası geliyor diye anlatılan “şey” kesinlikle Batı’nın krizinin yeni bir aşaması ve daha da derinleşmiş halidir.
Faiz ve Türkiye’nin göstergeleri...
Tam aksine, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin buradan, bir krizle değil ama yeni bir kalkınma hikayesiyle çıkması çok mümkündür. Bu çerçevede bırakın, Fed’in bu ay
faiz artırmasını, tam aksine, yeni bir parasal genişleme hamlesine hazırlanması gerektiğini bile konuşabiliriz. Çünkü, artık verdiği fazlalarla ABD’yi finanse edecek bir Asya yok karşılarında. Şimdiye değin, ABD, IMF eliyle gelişmekte olan ülkelere, “ayağını yorganına göre uzat” tavsiyesinde bulunuyordu; şimdi Asya, ABD’ye aynı şeyi söylüyor.
Türkiye’ye gelince, Türkiye’nin hiç bir ekonomik göstergesi kriz işareti olmadığı gibi, bize göre, kur dahil bütün göstergeler dünyadaki yeni dengeye uyumlu göstergelerdir.
Seçim sonrası yeni hükümetin kurulması ile, sanayi ve ihracat göstergeleri, daha da iyileşerek, yeni bir büyüme stratejisi için önümüze önemli bir fırsat seçeneğini koyacaktır.