Türkiye’de ekonomi gündeminin en sıcak tartışması büyümenin fren yapmaması için faizin düşürülmesi olmaya devam ediyor. Peki bu işe yarar mı? Ekonomistler
faiz indirim tartışmalarının piyasaya etkilerini Bigpara'ya yorumladı.
Kısa vadeli faizlerle, uzun vadeli faizlerin farkına dikkat çeken uzmanlar, piyasaya duyulan güvenle birlikte, faizlerdeki gerilemenin makro yapısallarla uyumlu olması gerektiğini belirtti.
Faiz tartışması Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yerel seçimlerden sonra piyasalarda yaşanan iyimserlikle Merkez Bankası’nın PPK’ı olağanüstü toplayarak
faiz indirmesi gerektiğini söylemesiyle patlak verdi. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı bu çağrıya “Faiz indirimi kararını PPK verir” açıklamasıyla karşılık verdi. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de
Faiz tartışmasına dahil oldu ve “Siyasi belirsizlik ortadan kalkmıştır. Merkez Bankası hangi gerekçeyle faizleri artırdıysa yine aynı gerekçeyle faizi düşürsün” dedi.
Düşük faizin büyümeyi ve yatırımı canlandıracağı beklentisini üç ekonomist yorumladı.
Prof. Dr. Burak Saltoğlu - Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü
Türkiye’nin son dönem milli gelirinin %70 i tüketimden geliyor. Düşük faizde tüketimi teşvik ettiği için faizin büyümeye ilişkin etkisi pozitif. Tabii yatırımları da faiz düşüşü olumlu etkiler normal şartlarda.
Tabii ki beklentilerin daha olumluya dönmesi önemli. Politik riskin seçim sonrası normalleşmeye başlaması bu anlamda beklentileri olumlu etkiler. Hem yatırım hem tüketim kararlarını beklentiler doğrudan etkiler. Tabii global belirsizlikler ve en önemlisi ihracatımızın ana yönü olan Avrupa ekonomileri büyümemiz için önemli kanallardır.
Faizin indirilmesinde nedenlerin başında azalan politik riskin etkisi ile normalleşen kurlar oldu. Bu güzel bir gelişme. Sadece bu etkide gelişmekte olan ekonomilere tekrar yönelen fonların etkisi de var. Bu fonların tekrar geri çekilmeleri durumunda bizi yine zor duruma düşebiliriz. Daha kalıcı ve sağlıklı büyüme ihracattan gelir. O da AB ekonomilerinin açılması ile hızlanır.
İnan Demir – Finansbank Başekonomisti
Faiz seviyesini değerlendirirken Merkez Bankası’nın belirlediği kısa vadeli faizler ve piyasada belirlenen uzun vadeli faizler arasındaki ayrımı gözetmek gerekiyor. Piyasada oluşan kısa vadeli faizler büyük ölçüde Merkez Bankası’nın politika faizi kararları ve likidite politikası uygulamalarıyla belirleniyor. Ancak ekonomik temellerin daha farklı faiz seviyeleri gerektirmesi durumunda uzun vadeli faizler kısa vadeden çok daha farklı yönde hareket edebiliyor. Bunun güzel örneklerinden biri 2013 yılının 2. Yarısı ve 2014 Ocak ayında yaşananlar; mesela Ağustos 2013’te ya da Aralık 2013/Ocak 2014 döneminde Merkez Bankası’nın en yüksek politika faizinin %7.75 olmasına rağmen 2 yıllık ve 10 yıllık Hazine tahvillerinin faizleri %10’un üzerindeydi.
Kısa ve uzun vadeli faizler arasındaki ayrıma dikkat çektikten sonra söylemek lazım ki ekonomik aktiviteyi esas belirleyen uzun vadeli faizlerin seyri; dolayısıyla büyümeyi desteklemek için düşürülmesi gereken faiz uzun vadeli faizler. Ancak öyle bir düşüşü sağlamak için enflasyon ya da dış finansman görünümü gibi faktörlerin lehte gelişmesi gerekiyor; Merkez Bankası’nın faiz kararlarının uzun vadeli faizleri de aşağı çekeceğinin – 2013 örneğinde de görüldüğü gibi – bir garantisi yok.
Faizin düşük olmasına rağmen büyümede sıkıntı yaşanabilecek bir durum döviz kuru kanalıyla ortaya çıkar. Kısa vadeli faizlerin ekonomik temellere göre fazla düşük kaldığı bir durumda döviz kurunun yükselmesi hem tüketici/reel kesim güvenini olumsuz etkileyerek hem de döviz borçlusu şirketleri zor duruma sokarak büyüme performansına zarar verebilir. Bu anlamda mesela Ocak 2014’teki faiz artırımlarının döviz kurunu stabilize etmek suretiyle Türkiye’nin 2014 büyümesini olumlu etkilediğini söyleyebiliriz.
Burcu Ünüvar – Yaşar Üniversitesi Öğretim Üyesi ve eski banka ekonomisti
MB’nin faizinde olmasa da, yakın zamanda piyasanın fiili borçlanma maliyetinde bir miktar gerileme görüldü. Faizin düşüşü büyümeyi destekleyebilecek faktörlerden sadece bir tanesidir ve piyasada güvenin olmadığı durumlarda tek başına yeterli değildir. Bu nedenle faizlerdeki gerilemenin makro yapısallarla uyumlu olması gerekir. Aksi takdirde gerekçesi sağlam olmayan “yapay” faiz indirimleri, para politikasına güveni sarsma riskini beraberinde getirebileceği için büyüme üzerinde beklenen olumlu etkiyi yaratmayacaktır.
Türkiye öznesinde istikrar algısının tekrar iyileşmesi, büyüme cephesini destekleyecek en temel faktör olacaktır. Siyasi ajandanın dolu olması, işgücü piyasasında belirsizliğin artması ve yakın geçmişte kurda yaşanan keskin hareketlerinin tekrar edebileceği endişesi yatırım ve tüketim iştahını sınırlıyor. 2013’te beklenenin üzerinde gelen büyüme rakamı içerisinde kamu katkısı ve rezerv birikiminin de yüksek olması, 2014 büyümesine ilişkin aşağı yönlü endişeleri arttırıyor. Bu noktada MB’nin sıklıkla büyüme konusunda iyimser mesajlar vermesinin de tümüyle beklenti yönetimi olduğunu düşünüyorum.
Küresel ekonominin ve Türkiye’nin yüklü ajandası göz önünde bulundurulduğunda, buna Türkiye öznesinde riskli enflasyon görünümü de eklendiğinde, popülist değil, temkinli , akılcı ve aynı zamanda orta vadeli istikrarı gözeten tutarlı-şeffaf bir para politikasının izlenmesi faydalı olacaktır.