'Çıkarsınlar kasetlerimi, hazırım!'
Bu röportajı okuduktan sonra "Aslında Mustafa Sarıgül ile ilgili hiçbir şey bilmiyormuşum" diyeceksiniz. İşte her yönüyle Sarıgül...
Gazeteci-yazar Ayşe Arman yine çok konuşulacak bir röportaja imza attı. Şu aralar siyasetin en çok konuşulan isimlerinden bri olan Sarıgül'le ilgili neredeyse hiçbir boşluk bırakmıyor bu röportaj.
İşte Ayşe Arman'ın Hürriyet Pazar'da yayınlanan o röportajı;
İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olacak mı, olmayacak mı? O mu CHP’ye başvuracak, CHP mi ona “Gel aday ol” diyecek? Fetullah Gülen’le ilişkisi var mı, yok mu? Hakkındaki yolsuzluk iddiaları doğru mu, değil mi? Çapkınlık kasetleri gerçek mi, değil mi? Herkes onun hakkında bir şeyler söylerken, o, karşıma bütün hayatını anlattığı ‘Ne Bir Eksik, Ne Bir Fazla’ kitabıyla çıktı. Hayatının ilk 30 yılı, dizileri konu olabilecek kadar zor geçmiş. Kemallettin Tuğcu romanları gibi. Hiçbir kompleks duymadan yazmış, anlatmış. Sular seller gibi okunuyor. Uzun uzun her şeyi konuştuk...
Günün adamısınız. Herkes sizi konuşuyor…
- Herkes Sarıgül’ü konuşmuyor, yaptığım hizmetleri konuşuyor. Sarıgül’ü neden konuşsunlar ki, binlerce Mustafa var…
Çok gündemdesiniz. Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?
- Nasıl mı hissediyorum? Bizim köyde, kışlar sert geçer. Atları, ahıra koyarlar, aylarca çıkamaz o atlar oradan. Yaza doğru, ahırların kapıları açılır. O atlar öyle bir heyecan içinde dışarı fırlarlar ki… Tutabilene aşk olsun! İşte ben de, şimdi öyle hissediyorum. Fırlamaya hazır tay gibiyim…
BUGÜNÜ BEKLEDİM
Koştuğunuz yere hazır mısınız peki?
- Hazırın ötesindeyim! Bütün hayatım boyunca bugünü bekledim.
Peki nereye koşuyorsunuz?
- Sosyal demokrat düşüncelerimin iktidarına!
O zaman soruyorum: İstanbul Belediye Başkanlığı’na aday olacak mısınız, olmayacak mısınız?
- Önümüzdeki günlerde belli olacak…
Lafı dolandırmadan söyleyin, 29 Ekim’de mi?
- Bu 15 gün içinde birçok şey şekillenir.
Bu cevap da kesmiyor beni! Ortada bir belirsizlik var. CHP “Başvursun” diyor, siz, “Onlar bana talepte bulunsun” diyorsunuz. Bu, uzlaşılabilir bir problem mi?
- Elbette. Tamamen hukuksal bir prosedür. Çok rahatlıkla halledilir.
Peki onlar, size teklifte bulunmazsa, planınız nedir?
- Bak Ayşe, hiç kimsenin kapris yapma hakkı yok! Yurttaşlarınız sizi bir yere yerleştiriyor, toplum sizden bir şey bekliyor. Toplumun beklediği olayın dışına çıkamazsınız!
Yani CHP buna uymak durumunda, öyle mi?
- Ben de uymak durumundayım, her taraf uymak durumunda. Bu arada, Cumhuriyet Halk Partisi, benim mektebim, kendi evim. Ben gitmedim ki, beni gönderdiler. İhraç ettiler…
CHP olmazsa, B planınız var mı?
- Hiçbir şekilde, negatif düşünmek istemiyorum. Bütün yurttaşlarımız, demokratik büyük bir buluşma istiyor. Hepimiz bu buluşmayı sağlamakla mükellefiz. Ülke, öyle bir halde ki, bütün Anavatan partililer, Cumhuriyet Halk Partililer, Doğruyol Partililer, DSP’liler, hatta önceki seçimlerde AK partiye oy vermiş binlerce insanımız bile, yeni bir arayış, yeni bir çıkış, yeni bir umut arıyor. Türkçesi, ‘çare’ arıyor! E bunu engellemeye de kimsenin hakkı yok…
O ‘çare’ siz misiniz peki?
- Binlerce vatandaşımız dağlara taşlara, ‘Çare Sarıgül’ diye yazdı. Aslında beni yazmadılar, kendi geleceklerini, kendi düşüncelerini yazdılar. Kendi düşüncelerini, iktidara taşımak için benim adımı yazdılar. Ben şu anda sadece önde görünüyorum, binlerce genç var çare olabilecek aslında arkada…
OLUMSUZLUK YOK
Öyle ya da böyle, CHP’de ya da değil, siyaset sahnesinde varsınız yani…
- ‘Değil’ ihtimali, söz konusu değil! Bütün sosyal demokratlar, barışa, özgürlüğe, laikliğe inanlar, cumhuriyetin değerlerini geliştirip güçlendirmek isteyen herkes, bu büyük demokratik buluşmayı sağlamak durumunda. Tehlike yanımızdan geçerken, seyirci kalamayız. Çünkü gerçekten de yanımızdan geçen bir tehlike var.
O zaman niye, “Adaylığımı henüz açıklamıyorum” diyorsunuz?
- E çünkü bir süreç var ve o süreç diplomatik bir şekilde devam ediyor. Ama merak etme, bu süreç haktan, hukuktan ve adaletten yana. Cumhuriyet ve demokrasiden yana. Bu süreçte bir olumsuzluk yok. Biraz sabırlı ol kardeşim, diyeceğimi diyorum zaten!
Ama lafları yuvarlıyorsunuz. İki hafta sonra mı her şey netlik kazanacak?
- Kasım önemli bir ay. 10 Kasım, Atamızın dünyaya gözlerini kapattığı gün…
Ona bakarsanız, 29 Ekim de cumhuriyetin kurulduğu gün! Ne yapacağınız söyleyin de, hepimiz rahat edelim…
- Her şey güzel olacak sevgili Ayşe! Siyaseten ne yapacağım zaten belli, önümüzdeki 15 gün içinde yol haritası da belli olacak. Kamuoyunun beklemiş olduğu, çok arzu ettiği gelişmeler yaşanacak.
BİLGİ KİRLİLİĞİ
Yazdığınız kitap ‘Ne Bir Eksik, Ne Bir Fazla’ bu siyası hazırlık için mi?
- Bugüne kadar hakkımda, lehte-alehte herkes bir şeyler söyledi, söylüyor. Bir sürü ‘bilgi kirliği’ yaratan kitap çıktı. Çok üzüldüm. En çok da, Kurultay’da, genel başkanlığa adayı olduğum zaman çıkardıkları kitaba. Maalesef, o kitabı çıkaranlar da bizim arkadaşlarımız. Ben de dedim ki, “Madem ortada böyle bir bilgi kirliliği var. Herkesin neyin ne olduğunu, bir de benden duysun. Ne bir eksik, ne bir fazla yüzde 100 Sarıgül’ü tanısınlar!” O yüzden yazdım…
Anladım da, ne değişti de şu anda yayınlıyorsunuz bu kitabı, ne değişti de şimdi kendinizi hazır hissediyorsunuz?
- Türküsü var: “Bekle kar altındaki buğday tanesi, yine onun sularıyla yeşereceksin/ Başını dik tutabilirsen, boy vereceksin!” Yıllarca üzerime geldiler, “Bu adamdan bir halt olmaz!” dediler, “Yapamaz!” dediler. Ben de uzun bir süre kar altında bekledim. Şimdi, kar altındaki o buğday tanesinin boy verme zamanı. Sonra şair devam ediyor: “Her tarafı allı morlu, güller açar türlü türlü, bu fırtına dünden belli. Baş edeceksin!” Ben de edeceğim! 10 yıl boyunca çok zulme maruz kaldım. Kendi evimden, CHP’den bile ihraç ettiler. Türkiye Değişim Hareketi’ndeki binlerce arkadaşımla birlikte yollara düştüm. Türkiye’nin her tarafına gittim. Biz bugünlere oralardan geldik. Ben, yurttaşlarımın bana umutlu bakışlarını o zaman gördüm. O bakışları da, boşa çıkarmayacağım!
GEZİ'DE EN ÖNDEYDİM AMA ŞOV KISMINDA YOKTUM
Gezi’de herkesi şaşırttınız. Her olayda öne çıkan Sarıgül, geri plandaydı. Neden?
- Tam tersine. Gezi’de en öndeydim, sadece şov kısmında yoktum!
Nasıl yani?
- Oraya ilk giden de bendim, ilk gazı yiyen de. Sana filmlerini de gösterebilirim. Orada, gençlerin müthiş bir mücadelesi, çabası vardı. O emeğe saygısızlık etmek istemedim. Siyasi bir kimlik olarak, o gençlerin önünde dursaydım, bu sefer diyeceklerdi ki, “Sarıgül’e bak! Rol çalıyor, oy avcılığı yapıyor. Gezi’yi oya tahvil etmek istiyor!” O zaman biz n’aptık? O gençlere, destek olmak için Kızılay görevi üstlenmeye karar verdik. Parkın bütün tuvaletlerini biz gönderdik. İlk dört gün, ihtiyaçların büyük kısmını biz karşıladık. Bunu da şimdiye kadar hiçbir yerde dillendirmedim. Sen sordun, söylüyorum. Benim bütün doktorlarım, hemşirelerim, onlara çok çok teşekkür ederim, 150 arkadaşım, 28 ambulansım, bütün temizlik müdürlüğü, fen işleri müdürlüğü oradaydı. Günlerce gönüllü çalıştılar. Yani görünmüyordum ama oradaydım!
ÇAPKINLIK KASETLERİ İDDİASI DOĞRU DEĞİL
Hakkınızda en çok konuşulan şeylerden biri de, Fetullah Gülen hareketiyle bir ilginiz olduğu… Doğru mu?
- Ben, bölgemdeki cemaatlerin yurtlarına, okullarına, elimden gelen desteği veriyorum. Çünkü Türkiye’de bir cemaat gerçeği var. Evet, o cemaat okullarındaki gençlerinin iftar yemeğine ya da sahurlarına yardımcı oluyorum ama Ermeni ve Musevi yurttaşlarımızın okullarına da oluyorum. Camilerimize, cem evlerimize destek verirken, kilise ve sinagoglara da destek veriyorum. Hiçbirini ayırmıyorum.
Fettullah Gülen’le görüşür müsünüz? Siyasi alışverişiniz olur mu?
- Yok, öyle bir şeyimiz olmadı.
Hiç mi tanışmadınız?
- 25 sene önce, bir dostumuzun evindeki bir iftar yemeğinde bir araya geldik. Ondan sonra bir daha hiç görüşmedik. Ama görüşürüm. Ben medeni bir insanım, düşüncesini beğeneyim, beğenmeyeyim, herkesle görüşürüm.
Hakkınızda bunca şey söyleniyor olması; yok cemaat ilişkisi, yok yolsuzluk dosyası sinirinizi bozmuyor mu?
- Hayır. Siyasetçi olmak böyle bir şey. Siyasilerin, her şeyinin açık ve net olması lazım. Yurttaşlarımızın da bilgilenme hakkı var, buna saygı duyuyorum. Tabii ki sen de gazeteci olarak bunları soracaksın.
Bir başka söylenti de Başbakan’ın elinde, hakkınızda acayip kasetler olduğu. O yüzden Şişli Belediye Başkanlığı’nı terk edemezmişsiniz, öyle söyleniyor…
- Hayır. Önümüzdeki dönem, kesinlikle Şişli Belediye Başkanı olmayacağım. Şişli’deki yurttaşlarıma bugüne kadar bana verdikleri destek için çok teşekkür ediyorum ama artık Şişli’de ben yokum. Bu söylentiler de o bilgi kirliliğinin bir parçası. Şu ana kadar hakkımda açılmış en ufak bir dava, en ufak bir soruşturma yok. Kim, hakkımda ne biliyorsa, elinde ne varsa, döksün ortaya. Bugüne kadar hiç şey olmayıp da, seçime dört ay kala bir şey çıkarırlarsa da, buna da kimse inanmaz!
Bir de çapkınlık kasetleri dedikodusu var…
- Benim en hassas olduğum nokta. Benim bundan sonraki hayatım çocuklarıma adanmış durumda. Oğullarım Ömer ve Emir için yaşıyorum. Onlara iyi bir baba olmaya çalışıyorum. Böyle şeylerle, uzaktan yakından alakamın olması söz konusu bile değil!
Yine de insan, tedirgin olmaz mı? Her yere kamera koymuş olabilirler. Sizin durumunuzda, bu daha da korkunç değil mi? Ne hisseder insan böyle bir durumda?
- Kendime güvenim tam. İçim rahat. Varsa ortada bir şey, bekliyorum çıkarsınlar!
YOLSUZLUK İDDİALARINA SORUŞTURMA AÇILMASINA BİLE GEREK GÖRÜLMEDİ
CHP’yle sorununuz, aslında Baykal sorunu mu?
- Evet. Deniz Bey’le o günün şartlarında çok büyük bir mücadele verdik ve ben 100 oyla kaybettim. Ona karşı mücadele verince başıma gelmeyen kalmadı. Benim için, “Aslan gibi bir belediye başkanı” dedi ama karşısına aday olunca da, hakkımda söylemediğini bırakmadı. Deniz Bey ile biz, hasım değil, rakiptik. Deniz Baykal benim düşmanım değil! Yine de hakkımda söyledikleri için canı sağolsun!
Üç milletvekili görevlendirilerek hakkınızda rapor hazırlandı ve o raporda, büyük rüşvet iddiaları vardı. Sonra da rapora dayanarak, sizi partiden ihraç ettiler…
- O söylediğin rapor, Cumhuriyet Halk Partisi Disiplin Kurulu tarafından reddedildi. Danıştay tarafından reddedildi. İçişleri Bakanlığı müfettişleri tarafından reddedildi. Cumhuriyet Savcılığı tarafından reddedildi. İçi boş şeylerdi. Siyasi maksatla hazırlanmış düzmece bir rapordu. Eminim ki, o raporu hazırlayan CHP milletvekilleri de şu anda çok üzgündür. Çünkü soruşturma açılmasına gerek dahi kalmadı.
Günün birinde ya da şu anda, CHP Genel Başkanı olmak gibi bir talebiniz, hamleniz var mı?
- Bakın, kimin genel başkan olacağına, siz karar veremezsiniz. O yurttaşlarımızın takdiridir. Şu anki Genel Başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nu takdir ediyorum. Çalışmalarını ve demokrasi anlayışını beğeniyorum. Bu partinin şu anda bir genel başkanı var ve bir genel başkan arayışında değil...
Öyle diyorsunuz ama ben kitabınızdan anlıyorum ki, sizin asıl amacınız Türkiye’yi yönetmek. Sizin hareket hattınız, belediye başkanlığı, CHP genel başkanlığı ve başbakanlık mı?
- Şöyle, her siyasetçinin tabii ki bir hedefi vardır ama o hedefe gidilecek yolda birtakım şeyleri siz belirleyemezsiniz. “Ben şuraya geleceğim” diyemezsiniz. Yaptığınız çalışmalar ve yurttaşlarınızın takdir duygusu, sizi bir yere taşıyabilir. Ama siz, Ben CHP gençlik kollarına girdiğim zaman, gençlik kolu başkanı olacağım diye girmedim, ilçe başkanı olacağım diye de girmedim, 30 yaşında Türkiye’nin en genç milletvekili olacağım diye de girmedim. Yaptığım çalışmalar ve yurttaşlarımın takdir duygusu beni buraya getirdi. Hayat bana nerede fırsat verilirse, orada seve seve hizmet ederim…
GEÇMİŞİMİ NİYE GİZLEYEYİM Kİ?
Bu kitap, eteğinizdeki taşları dökmek mi, “Ben böyle bir adamım” demek mi?
- Hayatım boyunca insanlar arkamdan konuştu. Hep dediler ki, “Babasının tanıyordum ben bunun! Bizim kapıcı Hakkı Efendi’nin oğlu!” Rahatsız olmuyordum. Aksine, gurur duyuyordum. Evet, gerçek bu. Benim zor bir hayatım oldu, verdiğim mücadele büyük bir mücadeledir. İstedim ki herkes, neyin ne olduğunu, benim ağzımdan duysun. Zaman da öyle bir zaman, şeffaf olma zamanı, komplekssiz olma zamanı, zaman kendini kendini anlatma zamanı. Her gazetede başka bir haber çıkıyor, her kuliste başka şeyler konuşuluyor. Twitter’da başka şey yazılıyor. Sonunda, her şeyi bütün gerçekliğiyle kendim anlatmaya karar verdim.
İLK İŞİM ÇOBANLIK
Ne kadar zamanda yazdınız?
- Dört yıl sürdü.
Nasıl yazdınız?
- Her şeyi, bir arkadaşıma anlattım, o kasete aldı. Sonra çözdü, edit etti. Bütün kitap, konuşularak yapıldığı için çok canlı, kıpır kıpır. Sıkıcı olmamasına, akıp gitmesine çok özen gösterdik. Kendini, sıfırdan inşa etmiş bir adamın öyküsü bu. Geçmişimde de utanacağım hiçbir şey yok. Evet, insanın aklının alamayacağı bir fakirlikten geliyorum; evet, babam kapıcılık, şoförlük yaptı. Ama bak, başardım. Ben başardıysam başka gençler de başarabilir!
Erzincan’ın bir dağ köyünde doğuyorsunuz. Ne kadar yokluk, ne kadar yoksunluk, ne kadar büyük bir mücadele…
- Rahmetli hacı annem, beni armut toplarken doğurmuş. Sancısı başlıyor. Ben ağacın altında dünyaya geliyorum ve taşla göbek bağımı kesiyorlar. 6 yaşıma gelene kadar da babamı görmüyorum. Köyün hayvanlarını otlatmak üzere dağa çıkıyorum. Çobanlık yapıyorum. Dağa çıktığım zamanları hiç unutmam, gökyüzünden bir uçak gördüm mü, “Tayyare, tayyare! İstanbul’daki babama selam söyle!” derdim.
Babanızı neden 6 yaşına kadar görmüyorsunuz?
- Çünkü o İstanbul’da çalışıyor, ekmek parası için limanda hamallık yapıyor. Bize para gönderiyor. Doğumumu ona telgrafla haber vermişler. 6 yaşındayken “İstanbulcu geldi” dendi, karşımda duran adam, babamdı. Köyün büyüklerine, Birinci, Bafra ve Gelincik sigaraları getirmişti, herkese ikram etti, Allaaaah muazzam bir şeydi, çocuklara şeker dağıtıyor, gençlere gömlek…
Sonra İstanbul’daki yoksunluk ve yoksulluk yıllarında pek çok ayrıntı anlatıyorsunuz…
- Kimliğini ve geçmişini inkâr eden haramzadedir. Benim geçmişim bu, niye gizleyeyim ki? Evet, tuvaleti olmayan odalarda büyüdüm. Hakkımda dedikodu yapılmasının ağırıma gittiği zamanlar olmuştur ama yine de önümü ilikledim, bu lafları söyleyenlerin yanına gittim. Belki de bunları yazarak, onları ezdim. Sadece geçmişimi değil, özel hayatımı ve siyasi hayatını da anlattım…
HİZMET ADAMIYIM
Geçmişinizi bir silah olarak kullanmaya çalışıyor olabilir misiniz?
- İyi de güzel kardeşim, ben siyasete yeni başlamadım ki! Milletvekilliği yaptım, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başkanlık divanlığı yaptım. Üç dönemdir belediye başkanıyım, 30 yıldan beri de siyasetin içindeyim. Böyle bir şeyi benim kullanmaya ihtiyacım yok ki. Şişli’de çok başarılı oldum ben. İstanbul’da 39 tane belediye başkanı var. Niye bir tanesinin adı başka yerde geçmiyor da, Sarıgül’ünki geçiyor? Nedeni yaptığım çalışmalar. Ben çok çalışkanım, kim ne derse desin, hizmet adamıyım. Saat 06.00’da kalkar gece 11.00’e kadar çalışırım…
BAŞARMADAN BIRAKMAM
Geriye baktığınızda başladığınız noktayla geldiğiniz noktayı kıyasladığınızda ne görüyorsunuz?
- Hâlâ amaçlarıma tam olarak ulaşmış sayılmam. Ama başaracağım, başarmadan bırakmam. Tabii benden daha iyisi çıkarsa bilemem!
Hırs mı bu, ego mu?
- Ego yok, hırs diyelim. Türkiye’de sosyal demokrat anlayışta, sıfırdan gelen bir tek kişi var, o da benim. Başkası yok. Siyasetin her kolunda çalıştım. Gençlik kolu başkanlığı, ilçe başkanlığı, il yönetimleri, milletvekilliği, Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlık divanı üyeliği, belediye başkanlığı. Ben ne yaptıysam tek başıma yaptım, seçkinci de değilim. Diğerleri seçkinci, İnönü seçkinci, Ecevit seçkinci, Baykal seçkinci…
Kılıçdaroğlu değil…
- Tamam, o mütevazı. Ama o da bürokrasiden geliyor. İlk defa her kademeden geçen Mustafa Sarıgül zirveyi zorluyor.
Hayata varlıklı başlasaydınız, bu kadar gelişme kat edebilir miydiniz?
- Mümkün değil! Onlar, analarından varlıklı doğuyorlar. Soyadlarını kendileri kazanmıyorlar, ben Sarıgüllüğümü kendim kazandım.
TAYYİP BEY DE GENÇLİK KOLLARINDAN GELİYOR BEN DE
Tayyip Erdoğan’la kendi siyasi tarzınızı benzetiyor musunuz?
- Tayyip Bey de sıfırdan, gençlik kollarından geliyor. Ben de. Tayyip Bey’in ilk beş senesi son derece başarılı, halkı kucaklayan bir anlayışı vardı. Fakat giderek halktan uzaklaştı ve yurttaşları, “Benden olanlar ve olmayanlar” diye ikiye böldü ki, doğru bir anlayış değil. Benim görevim, yurttaşların yüzde 100’ünü kucaklamak ve yüzde 100’ün yüzünü güldürmek. Tayyip Bey diyor ki “Onlar gitsin, onlar bizden değil. Ne yaparlarsa yapsınlar!” Bu, bir başbakana yakışan bir anlayış değil. En büyük arzum, yurttaşlarımın hepsini kucaklamak. Ben, bana gelen vatandaşa, “Hangi partidensin, hangi partiye oy verdin?” diye sormam. “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorarım.
Sizden korkuyorlar mıdır?
- Sarıgül gelecek, dertler bitecek! Başın düşerse dara, Sarıgül’ü ara! Böyle cevap vereyim bu soruya…
Kadir Topbaş’a rakip olmayı düşünürken, hangi özelliklerinize güveniyorsunuz?
- Kadir Bey, benim için Kadir Abi. 20 yıllık bir yönetim anlayışı var. Kadir Bey’i severim. O da beni sever... Di... Gerçi artık sevmediğini son yıllarda anladım. Anti demokratik yollarla Ayazağa’yı, Maslak’ı benden aldılar. Sarıgül korkusu başlamış olacak ki böyle yaptılar!
Müthiş bir kendinize güveniniz var. Nereden geliyor?
- Yaptığıma inanıyorum, inandığımı da yapıyorum. Yanlış bir şeyim de yok. Bayrağı burca dikmek istiyorum. Ya sıradan ve sürüden biri olursun ya da burca bayrağı dikersin. Ben (b) şıkkını tercih ettim…
'NE BİR EKSİK, NE BİR FAZLA'DAN ALINTILAR
* Romanya’da 40 fırın ekmek yedim
(…) Artık para kazanmamız lazımdı. Ne varsa harcamıştık siyasete. Tuttuk Romanya yolunu. Çavuşesku rejiminden çıkalı birkaç yıl olmuştu. Eski sistem gitmişti ama yeni bir sistem kurulamamıştı. Halk açtı. Aç bir millete en iyi hizmet nedir? Tabii ki ekmek vermek! Bükreş’te pek çok fırın açtım. Çok çalıştım, çok da kazandım. Ama her kuruşu alın teriyle…
* Vitali Bey’in tenzilatı: Yüzde 10
87’de milletvekili seçildiğimde, bir tane lacivert takım elbisem vardı. Baktım olmayacak. Aklıma Vitali Hakko’yu aramak geldi. O bilmeyecek de, kim bilecek nasıl giyinileceğini, adam koskoca Vakko’nun kurucusu. Aradım, dedim ki, “Ben Vakko’dan giyinmek istiyorum!” O kendine has telaffuzuyla, “Tabii ki kuzum!” dedi, “Ankara’da mağaza müdürümüz sizi bekliyor!” Hemen gittim. Birbirinde şık yüzlerce kıyafet arasından dört-beş takım seçtim. Yüzde 30, hatta yüzde 50 tenzilat yaparlar herhalde diye. Nasıl mutluyum anlatamam. Sıra hesabı ödemeye geldi. Müdür aynen şöyle söyledi: “Vitali Bey talimat verdi, sayın Mustafa Sarıgül’e önemli bir tenzilat yapacaksınız” dedi. “Ne kadar?” diye sordum. “Yüzde 10!” dedi. Unutana sıkıla, “Vallahi çok özür dilerim. Bu kadar zahmet verdim size. Ama bu durumda ben ancak bir takım elbise alabilirim. Onu da dört taksitle ödemek şartıyla!” dedim. Gerçekten de Vakko’dan tek takımla çıktım, doğru KİP’e…
* Nobel’e değil, Türkiye’yi yönetmeye adaysın
Fikirlerine çok güvendiğim Onur Kumbaracı’ya bir gün dedim ki, “Hocam, ben entelektüel değilim. Bazen öyle sorular geliyor ki, o konularda bilgim az, ne diyeceğimi şaşırıyorum. Gençliğimiz, 12 Eylül öncesine denk geldi. O civcivli günlerde, mitinglerden, eylemlerden, okumaya fırsat bulamadık. Siyaset sokakta yapılırdı. Boya kutusunu elimize tutuştururlardı, ha bire yazıya gönderirlerdi. Çok yazdım ama okuyamadım!” Gülerek dinledi ve “Kendine güven. Sen Nobel’e değil, Türkiye’ye yönetmeye adaysın!” dedi. Ve ekledi, “Her şeyi bilmek zorunda da değilsin, senin görevin iyi bilenlere çalışmak!”
* Kimin ne kadar yediği belli oluyor
… Özal karşıdan geliyor, yanında koca bir kalabalık. Bizse sadece iki kişiyiz, Erdal İnönü ve ben. Selamlaştık. Özal, hemen İnönü’ye takıldı: “Hemşerim, Malatyalılar kayısı falan göndermiyorlar mı? Sana bakmıyorlar mı? Hiçbir şey yemiyor musun! Bu ne zayıflık!” Beni soğuk terler basarken, İnönü şöyle bir durdu baktı dedi ki, “Sayın Başbakan, ne mutlu ki ihtiyacım olan her şeyi kendim alabiliyorum. Ama memlekette kimin ne kadar yediği sizden belli oluyor!”
* Benden sana yadigâr
…İlk eşim Hülya akciğer kanseriydi. Beni yatağının başucuna çağırdı, “Mustafa, seni çok seviyorum. Ama hissediyorum, öleceğim. Sana bir çocuk bırakmak istiyorum benden yadigâr” dedi. Ne denir böyle bir söze? “Bir de doktorlara danışalım” dedim, boğazım düğüm düğüm. Sordum, “Mümkün değil, ölümü çabuklaşır!” dediler. O umursamadı, hatta ısrar etti. Tarif edilir bir durum değil. Hasta yatağında benden son bir isteği var, reddedemem. Acı içinde başımı önüme eğmiştim. Ne derse kabulümdü. İstediği oldu, ertesi yıl, üç kişiydik. İsmini Hülya verdi: Emir. Emir, anne kucağında iki buçuk yıl kalabildi! Sadece 27 yaşındaydı Hülya; 1 Eylül 84’de bizi terk ettiğinde…
* Boşanma teklifi Aylin’den geldi
Aylin’le evliliğimiz hep “yanında olmalıydım”larla geçti. Aylin’i çok yalnız bıraktım. İstemeyerek, fark etmeyerek, bazen de mecburiyetten. Hani uyarmasa neyse, sesi hep kulağımda: “Haftada bir gününü bize ayır ne olur!” Romanya’dan dönmüştüm, Şişli Belediye Başkanı’ydım ve evden bir kilometre uzakta, Romanya’dan bile daha uzaktım. Boşanma teklifi Aylin’den geldi. Aylin iyi bir eşti, çok hassastı ama kendi doğrularından asla şaşmayacak biriydi. Geri adım atmadı, kendisi istedi boşanmak ve benim önüme getirdi evrağı koydu… “Gerçekten istiyor musun?” dedim sadece, çok keskin oldu “Evet”i. Bana Ömer gibi muhteşem bir çocuk verdi, her zaman çocuğumun annesidir.