FINANSGUNDEM.COM
Dolar sürekli rekor yenilediği son günlerde her kesimden çarpıcı yorumlar geliyor. Merkez Bankası'nın üzerindeki siyasi baskı da bu kritik günlerde daha çok hissediliyor. Ünlü ekonomist Dr. Mahfi Eğilmez, kendi sitesinde çok konuşulacak bir yazı kaleme aldı. Eğilmez 1994 krizi ve öncesinde yaşananları kendi yaşadıklarını ve hükümetin tavrını yazdı. Eğilmez'in o günler için yazdıklarını bugün yaşananlarla beraber düşününce ortaya çarpıcı bir tablo çıkıyor.
İşte Eğilmez'in o yazısı;
1993 yılsonu itibariyle Türkiye’nin bütçe açığı yüzde 6,7, kamu borç stoku + özel kesim dış borç stokunun GSYH’ya oranı yüzde 80, enflasyon oranı (TÜFE) yüzde 71, cari açığı yüzde 3,2 idi. Ekonomi yüzde 7,9 gibi yüksek bir büyüme oranı yakalamıştı. Hazinenin iç borçlanma
faiz oranları yüzde 75 ile 80 arasında değişiyordu. USD kuru 14.458 TL idi. Ekonomi, o dönemde geçerli olan ‘bütçe açıkları ve kamu borçlanması yoluyla büyüme’ modeline göre büyüyordu. Buna karşılık, bugün için düşük gibi görünen cari açık oranı, 1980 yılından o yıla kadarki en yüksek düzeyine çıkmıştı.
1993 yılının son aylarına doğru zamanın Başbakanı “yüksek
faiz enflasyonun nedenidir” diye bir teori ortaya atmış ve çok sayıda destekleyici bulmuştu. Aslında destekleyenlerin önemli bir bölümü bu teorinin doğruluğuna inanmıyordu, ama kimisi borçları nedeniyle
Faiz düşüşünün lehine olacağını düşündüğünden, kimisi de çaresizlikten tezi destekliyor görünüyordu. Bu teorisini yaşama geçirip enflasyonu düşürmek isteyen Başbakan yüksek faiz isteyen bankaları dize getirmek, onların burnunu sürtmek için, peş peşe Hazine’nin iç borçlanma ihalelerini iptal ettiriyordu. Hazine’nin nakit açığı her geçen gün büyüyor, iç borçlanma ihaleleri iptal edildiği için Hazine ödemelerini yapamıyordu. Doğal olarak bu ortam ekonomide riskleri artırıyor, dış kaynak ihtiyacı çeken ekonomiye yabancı yatırımcıların güveni giderek azalıyordu.
O sırada ben ABD’de Washington Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Başmüşaviri olarak görev yapıyordum. Bazen Hazine’deki arkadaşlarımı arıyor, ekonominin krize gireceği uyarısını yapıyordum. Onlar da benim kadar biliyorlar ama Başbakana laf dinletemiyorlardı. Bu faiz düzeyinden borçlanalım diyenler neredeyse vatan haini konumuna düşürüldüğü için ses çıkaramaz olmuşlardı. İki günde bir IMF Türkiye misyon şefi ve ilgili bölüm başkanı telefonla arıyor “neler oluyor, ekonomide risk büyüyor ne yapıyorsunuz?” diye soruyorlar aldıkları yanıttan mutlu olmuyorlardı. Sonunda telefonlardan kaçar oldum.
1994 yılının ilk ayında Washington D.C’de Türkiye’nin gündem maddesi olduğu uluslararası bir konferans vardı. Ben de konuşmacıydım. Benden önce konuşan konuşmacı Türkiye’de bir sorun olmadığını, yeni bir ekonomi politikası uygulandığını, sorunların kısa sürede normale döneceğini anlatmıştı. Benim anlatacağım konu teknik bir konuydu. Ben de böylece güncel sorunlara girmeden kurtulacağımı planlıyordum. Sonuçta ben bir bürokrattım ve yalan da söyleyemiyordum. Yanlış politikalar uygulandığını söylesem bürokratlığımla bağdaşmayacaktı, doğru politikalar uygulandığını söylesem dürüstlüğümle bağdaşmayacaktı. O nedenle tamamen teknik çerçevede sunumumu yaptım. Ne var ki soru cevap kısmında iş kontrolden çıktı ve bana uygulanan politika hakkında ne düşündüğüm soruldu. Dürüstlüğüm, bürokratlığımdan önde geldiği için düşüncelerimi açıkça anlattım ve elden geldiğince ölçülü kalmak kaydıyla hükümetin politikasını eleştirdim.
Bu konferansın yapıldığı tarihten kısa bir süre sonra 1994 krizi çıktı. Kur alıp başını gitti, faiz astronomik oranlara fırladı. İhaleleri iptal edip borçlanmaya burun kıvıran Hazine o beğenmediği faizlerin misliyle faiz ödeyip borçlanma yapmak zorunda kaldı.
Krizin faturası devalüasyon, enflasyonun artması, bütçe açığının büyümesi, büyümenin düşmesi ve ülke kredi notunun önce BBB’den BB’ye sonra da B’ye düşmesi olarak ortaya çıktı. 1994 yılı sonunda USD kuru 38.418 olmuştu, faizler yüzde 100’ün üzerine çıkmış, büyüme yüzde 6,1 oranında küçülmeye dönüşmüştü. Bütçe açığı ve cari açık düşmüş, kamu borç stoku + özel kesim dış borç stoku / GSYH oranı yüzde 122’ye ulaşmıştı. Yılsonunda TÜFE oranı yüzde 120 olmuştu.
Sonuçta faizin enflasyonun nedeni olduğu teorisini uygulamaya sokmanın bedeli faizi de enflasyonu da eski durumu aratacak kadar yükseltmek oldu. 1994 krizine Amerikalıların taktığı isim ‘homemade crisis’ idi. Krizin ekonomi politikasına bir de ilginç katkısı oldu. Dalgalı kur rejimi uygulanan bir ülkede fırlayıp giden kurla başa çıkabilmek için sabit kur rejiminin bir aracı olan devalüasyon uygulaması devreye sokuldu.
Kıssadan ilk hisse: Bizim gibi tasarrufları yatırımlarından düşük olan ve dış tasarrufları çekmek zorunda olan ülkelerde enflasyonu düşürmenin yolu riskleri düşürmekten geçer. Riskler düşerse kurlar normale döner. Kurlar normale dönerse önce enflasyon sonra faizler düşer. Bu mekanizmayı tersinden işletmeye çalışınca yani önce faizleri düşürmeye çalışınca riskler artmaya başlar. Riskler artınca yabancı tasarruflar yeterince gelmemeye başlar. Yabancı tasarruflar yeterince gelmeyince kurlar yükselir. Kurlar yükselince önce enflasyon sonra da faizler artar.
Kıssadan ikinci hisse: Yaşamı teorine uydurmaya çalışma, teorini yaşama uydurmaya çalış.
Meraklısı için not: Riskleri düşürmenin yolu yapısal reformları yapmaktan geçer.