Bu yaşta kabakulak olacak halimiz yok
Lenfomaya yakalandıktan sonra altı ay tedavi gören Özkan Uğur neler yaşadığını ve hayata nasıl baktığını anlattı...
Hayatın çok acayip bir matematiği var... Siz kendinizi kaptırmış koşturup dururken, nereden çıktığını anlamadığınız bir kamçı şaklayıveriyor bazen tepenizde. “Dur” diyor, “Nereye koşturup duruyorsun, bekle bakalım...”
İşte, Özkan Uğur da başına gelenleri böyle okuyor.
MFÖ’nün en hiperaktif adamıyken, sahnelerin tozunu attırırken, dizi setlerine koştururken bir sabah lenfoma olduğunu öğreniyor.
Lenfoma, bir tür lenf kanseri. Şakaya gelmez.
Hemen “dur” diyor kendine; çekidüzen veriyor hayatına. Sahneden, setlerden, hayranlarından, kalabalıklardan hatta çok sevdiği kedisi Tako’dan bile uzak durmak zorunda kalıyor; çünkü mikrop kapmaması lazım, bağışıklık sisteminin çökmemesi lazım...
Neyse ki geçenlerde, bir arkadaşının düğününde kendini sahneye atıp kurtlarını döktü de hastalığı yendiğini, sapasağlam olduğunu öğrenmiş olduk.
Tamam hastalığı yendi de neler yaşadı, hayata nasıl baktı, merak ediyor insan. Kolay iş değil ki, Twitter’de öldüğünü bile okumak zorunda kaldı adam, düşünsenize...
Sağolsun kırmadı beni; en çok da başka hastalara moral olsun, destek olsun diye anlattı.
Baştan söyleyeyim; öyle felsefi, büyük büyük cümleler kurmayı seven bir adam değil. En çok da “kanseri yenen adam” gibi cümlelere sinir oluyor, haberiniz olsun...
Çok çok geçmiş olsun... Hastalığınızı atlattığınızı okuyoruz, nedir son durum?
Teşekkürler... Evet, doktorumun söylediği bu; yüzde 99 oranında atlattık. Altı ay süren bir tedavi gördüm ve eylül sonu itibariyle bitti. Normal kontroller sürecek.
Hastalığınız tam olarak neydi?
Tam ismi foliküler lenfoma. Bu, çok çeşidi olan bir lenf bezi tümörü; 38 çeşidi varmış düşünün! Hızlı, orta seyirlileri de var ama benimki Allah’tan yavaş seyirli olan türmüş. Yani kağnı hızında ilerliyormuş.
“Belli bir yaştan sonra Ferrari’sini satan adam durumuna geçmeli”
Nasıl öğrendiniz hastalığınızı?
Geçen kasımda kasığımda beze şeklinde ufak bir şişme oluştu; zararsız gibi görünüyordu en başta. Zaman geçtikçe o kitle ağrılı bir hale gelmeye başladı, bir ara ağrıdan duramaz hale geldim. Hastaneye koştum, biyopsi sonucunda bir tür lenf bezi tümörü olduğu ortaya çıktı. Sonradan öğrendim, bu bezeler sadece kasıkta olmazmış; koltukaltında, boyunda da oluşur ve yayılırmış.
Doktorunuzun size ilk söylediği şey neydi?
Dedi ki “Lenfoma!”. “Fakat üzülecek bir şey yok, artık bunun için akıllı moleküler ilaçlar var, direkt hastalıklı hücreye etki edip o hücreyi yok ediyor, diğer organlara zarar vermiyor. Bu hastalıkta en önemli şey erken teşhis ve tedavi. Dolasıyla şansımız yüksek” dedi. Hemen ertesi gün tedaviye başladık, 28 günde bir hastaneye gidip gece kaldım ve damardan ilaç aldım.
Grip olmuş gibi anlatıyorsunuz... Korkmadınız mı, paniğe kapılmadınız mı?
Paniğe kapılsan ne yapacaksın Allah aşkına! Hastalığımın ileri derecede olmadığını öğrendiğim için rahattım. Yayılmış olsaydı daha kötü olabilirdim, Allah korumuş. En başta doktoruma inandım, moralimi her zaman yüksek tuttum.
Hemen kabullendiniz yani...
Hemen kabullendim ve “bu hastalığı nasıl atlatırım?” durumuna geçtim. Oturup ah vah çekmekten daha yararlı! “Demek ki başıma böyle bir şey gelecekmiş” dedim. Bu saatten sonra kabakulak olacak değiliz ya!
Ailede var mıydı bu hastalık? Neden başınıza gelmiş olabilir, doktorunuz bir açıklama yapabildi mi size o zaman?
Hayır ailede yok. Bu hastalığın neden, nasıl sizi bulduğu çok bilinmiyor. Çok çalışmak, yorgunluk gibi bağışıklık sistemini zayıflatıcı durumlardan da, çevresel bazı faktörlerden de olabiliyor. Şöyle
bir gerçek var; bir ara deli gibi çalışıyordum. “Özkan Uğur nereye koşuyor?” durumu vardı sahiden. Belli bir yaştan sonra Ferrari’sini satan adam durumuna geçmek lazım, onu anlıyorsun. “Hop, dur” demek lazım kendine. Böyle bir şey başına gelince olgunlaşıyorsun işte...
Olgunlaşma derken?
Böyle bir hastalık başına gelmeden; huzurun, sağlığın pek farkında olmuyorsun. Vücudunun kıymetini bilmiyorsun. İlle başımıza bir şey gelecek ki tedbir alalım!
“Eskiden çok az et yerdim, çok yanlış! Her şeyi yiyeceksin”
Tedavinizi anlatın biraz... Neye dikkat ettiniz, nelerden mahrum kaldınız, neler yasaktı?
Bağışıklık sistemini güçlü tutmak zorundaydım. Kalabalıktan uzak durmam, iyi beslenmem gerekiyordu. Ben eskiden çok az et yerdim, artık haftanın beş günü et, balık, tavuk ve bol bol da sebze yemeye başladım. Her şeyi yiyeceksin, bütün olay bu. Uyku çok önemli, iyi uyumaya dikkat edeceksin. Önceden uyku düzenim rezaletti, gece yarısı sete gidiyordum, sabah 5’te gelip ertesi gün konsere gidiyordum. N’oluyor o zaman? Bünye isyan ediyor. Grip olmamam, mikrop kapmamam gerekiyordu. Bak unuttum mesela, kedimizi sevdikten sonra mutlaka jelimizi sürüyoruz (Tako adlı kedisini sevdiği için, sehpa üzerindeki antibakteriyel jeli sürüyor).
İçki-sigara alışkanlığınız?
İçki-sigaraya çok düşkün değildim ama o defter de kapandı.
Kemoterapi süreci zor muydu?
Öyle acılı, zor kemoterapilerden değildi. Çok hafif bulantılar dışında çok zorlanmadım, halsiz kalmadım. Saçım da dökülmedi.
Dökülse üzülür müydünüz?
Yooo, niye üzüleyim, kökü bende nasılsa! Kemoterapiden sonra daha gür çıkıyormuş hem, öyle diyorlar.
“Ağlayanlara ben moral verdim, ‘geçecek üzülmeyin’ dedim”
Kalabalıklara karışmamayı nasıl becerdiniz, eve mi kapandınız?
Şile’de kaldım yaz boyu, havuz ve deniz de yasaktı tabii! Denize girmeyi nasıl özledim anlatamam. Ben de bol bol yürüdüm ve gitar çaldım.
İnsanın kendine üzülmesi mi zor, yakınlarına üzülmesi mi?
E tabii ben bunları yakınlarıma, beni arayanlara anlatırken çok zorlandım. Ağlayanlara ben moral vermek zorunda kaldım. “Geçecek,
ilk evrede yakaladık, moralim çok yerinde” demek zorunda kaldım.
Tıp acayip ilerledi, bir sürü hastalık tedavi ediliyor artık ama kanser kelimesi korkutuyor hâlâ insanları.
Hayata umutlu bakan biri mi oldunuz hep?
Evet, hep pozitif düşünürüm,
bu olayda da hep “Halledeceksin Özkan” dedim kendime. Doktorunuza, tedavinize inanmanız, denileni uygulamanız gerek. Moralli olmanız gerek. Mümkün olduğu kadar negatif olaylardan uzak durdum. Gezi olayları başladığında, odaya kapanıp kendimi gitara verdim. Televizyonları izlesem çökerdim, depresyona girerdim, “batsın bu dünya”ya kadar giderdi iş! Ama ben vücudumla uğraşmak zorundaydım.
Yapamadığınız ve en çok özlediğiniz şey ne oldu?
Sahneyi çok özledim! Allah’tan geçen gün yönetmen arkadaşımızın düğünü vardı da kurtlarımızı döktük Cem’le (Yılmaz). İhtiyacımız varmış demek ki. Her yere de haber olmuşuz, nasıl çekmişler içeriyi öyle anlamadım.
“Çok da ‘Niye ben?’ diye sorgulamadım çünkü sonu yok bunun. Kader işte...”
Ailenizle neler yaşadınız?
Eşim, oğlumla Londra’da yaşıyor dört senedir. Eşim duyar duymaz geldi, yanımdan hiç ayrılmadı. Oğlan 18 yaşında, imtihanları da vardı, o çok zorlandı tabii. Ama Skype’tan konuşarak normalize etmeye çalıştık.
Sorgulamadınız mı hiç “Neden ben?” diye?
Sorgulamadım, bunun sonu yok çünkü. Kader kısmet diyebiliriz,
Alternatif yöntemler?
Çok söylendi, çok tavsiyeler geldi. Herkes başka bir şey öneriyor tüm iyi niyetiyle tabii ama zararsız, doğal diye içeceğiniz-yiyeceğiniz herhangi bir şey, kullandığınız ilaçlara aksi tesir yapabiliyor.
O kadar nazik bir konu ki bu; mesela ilaçlarımı kullanırken greyfurt suyu bile içmem yasaktı! Ben doktoruma inandım, ilaçlarımı kullandım, hasta psikolojisine hiç girmedim, asıl önemlisi o.
“Diziye başlarsam ‘Şu kadar saat çalışırım’ maddesi ekletirim”
Kanser hastalarına nasıl davranmak gerektiği çok hassas bir konudur ama bu konuda çoğumuz zırcahiliz...
Tabii yarın öleceksin gibi ağlayanlar oluyor...
Twitter’da öldürmüşlerdi sizi zaten! Ne hissettiniz o anda?
“Özkan Ağabey’i de kaybettik” diye yazmış biri. Öldüğümü öyle öğrendim! Hemen bir fotoğraf çekip “Ölmedim, sapasağlamım Allah’a şükürler olsun” yazıp Instagram’a koydum. İnsanlar nasıl bir zevk alıyorsa bundan artık!
Nasıl okudunuz başınıza gelenleri, nasıl ders çıkardınız?
Şu kadarı çok net; “Tanrım beni baştan yarat” dedirtiyor bu hastalık. Hani sık sık kullanırız ya “Sağlık olsun ya” diye, öyle demekle öyle olmuyor işte! Şimdi hayatıma daha dikkat ediyorum çünkü artık kıymetimi biliyorum. Bir diziye başlarsam; 28 saat çalışmayacağım, kontrata “Şu kadar saat çalışırım” diye madde ekleyeceğim. Vahide Hanım (Gördüm) da öyle yapıyordur herhalde.
İnançlı biri misiniz? Yani inanç işi kolaylaştırıyor mu?
Her zaman Allah’la aram iyi oldu. Konsere çıkmadan önce de her zaman dua ederim. Maneviyat bu işin önemli kısmını oluşturur, inanmazsan olmaz. Yukarıyla aranın iyi olmasında fayda vardır her zaman, hafiflersin.
Sizin camiadan en büyük desteği kim verdi?
Cem (Yılmaz) olsun, Zafer (Algöz) olsun, bizim çocuklar (Mazhar Alanson, Fuat Güner) olsun, hep birlikteydik; herkes gayet pozitifti. Nilüfer’le de konuştuk, çok güzel moral verdi. Sizin vesilenizle de herkese, tüm sevenlerime teşekkür etmek istiyorum. İyi dileklerini, dualarını hep ilettiler, esirgemediler.
Cem Yılmaz’dan film teklifi de doping olmuştur...
Film haberi çok güzel geldi valla. Özlemişim setleri de, sahneyi de. Sahne de aralık gibi olur.
Doktor izni var yani?
Çalışma iznini zaten ekimde vermişti doktor ama uçağa binmem yasaktı. Ben de tedavi bitince Londra’ya gidip bir ay kaldım.
Özkan Uğur, “Yetenek yarışmalarında kimseyi eleyemem” dese de beni gözü tutmadı: “Yeteneksizsiniz Şirin Hanım!”
“Yetenek yarışması bana göre değil, ben elemeyeyim kimseyi”
* “Diday Diday Day” albümünden sonra tanınmaya başladık. Ondan sonra herkes “Aa o çocuklar” demeye başladı bize. Ardından Ajda Pekkan, Nükhet Duru, Sezen Aksu’ya vokal yaptık. O tozu da yutmak lazımdı. Sonra “o çocuklar”dan Mazhar Fuat Özkan’a, oradan MFÖ’ye terfi ettik. Ama bir Em Ef Ö geçmiştir Türk alfabesine, Me Fe Ö yok yani!
* Şebnem Ferah’ı, Mor ve Ötesi, Manga gibi yeni grupları seviyorum. Kolay bir iş değil yaptıkları bu kaotik ortamda, vazgeçmemeleri gerekiyor.
Fenomen belediyeci!
* Yetenek yarışmalarından bana da teklif geldi ama ben jüride olmak istemiyorum.
Bizim gibilerin insanları topluma kazandırması gerekirken, ben
o sesi neden eleyeyim ya? Üzülüyorum, kötü oluyorum, vicdan yapıyorum. O insanların morallerinin bozulmasını istemiyorum. Çağımız böyle, herkeste bir an önce meşhur olma durumu var, başkaları yapabilir tabii. Ama ben elemeyeyim ya, ruhum kaldırmıyor!
* Ben askerden dönmüştüm, Fuat da o sırada Ferhan Şensoy’un “Şahları da Vururlar” oyununun müziklerini yapıyordu. “Gel birlikte yapalım” dedi, ben de bayıldım tabii, atladım hemen üstüne. Küçük Sahne’de neredeyse 750 oyun çaldık. Okuma provalarında ufak tefek skeçler yapmaya başladık sonra. Yani bizi keşfeden Ferhan Şensoy’dur, sağolsun. Bir oyun daha yaptıktan sonra “İkinci Bahar” dizisi geldi. Okul gibiydi, başka bir şeydi o dizi... Uğur’un (Yücel) bir yeri vardı, orada çalarken, Uğur’un kulağına hep “Bir film olursa unutmayalım n’olur” derdim. Burnumdan konuşarak söylüyordum; üçüncü şahıslar duymasın diye hani. Bu taklidin üzerine “Bir belediyeci rolü var” diye geldi Uğur, Yavuz Turgul da okey verdi. Dizi başlayınca, burundan konuşan belediyeci fenomen oldu.
37 bölüm sürdü “İkinci Bahar” ve 45 dakikaydı düşünebiliyor musunuz! Şimdi diziler iki saat, n’apıyorsunuz ya?
Cem’in filmi mayısta
* Cem Yılmaz’la yeni filme mayıs-haziran gibi başlayacağız, hikaye çalışılıyor henüz. Yazılıp çizildiği gibi parasızlık üzerine
bir durum değil, daha hassas durumlar var ama detayları
Cem anlatır size.
* Türkiye’de barış ve huzur ortamının egemen olmasını istiyorum artık. Şiddetten vazgeçelim, soğukkanlı olalım lütfen; ortak fikir üretelim. Ayrı fikirlerde üç ayrı adam, üç ayrı karakter, üç ayrı ego... 40 yıldır bir arada işte. Al sana koalisyon! Daha ne diyeyim! Kimi zaman biri alttan alsın, kimi zaman diğeri. Sert konuşmalar bölünmelere yol açıyor.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır ya, üslup çok önemli.
“Mazhar ve Fuat yaptı diye solo albüm yarışına girmem!”
Bu kadar yıl sonra MFÖ’nün Ö’sü olarak mı tanıyorlar sizi?
Tabii ama genelde bütün olarak “Mazhar Fuat Özkan” diyorlar bana! Cemal Reşit Rey gibi! Bir kez de eşime “Aaa Mazhar Fuat Özkan’ın karısı geçiyor” demişti biri, çok gülmüştük. Zaman zaman Fuat oluyorum, zaman zaman Özkan oluyorum, bazen de “Cennet Mahallesi”nden Beter Ali oluyorum.
“Bizim şarkılarımız asla tek başına söylenmez!”
Asıl önemlisi, onca solo performansa rağmen siz kendinizi hâlâ o üçlünün, MFÖ’nün Ö’sü gibi hissediyor musunuz?
Ben paylaşımcıyımdır, grup işini severim. Ayrı ayrı şeyler yapabiliyoruz, her zaman yapabiliriz, bunun da gruba faydası vardır zaten. İnsanları nasıl Twitter’da öldürüyorlarsa, bizi de kaç kez ayırmaya kalktılar ama Mazhar Fuat Özkan yani!
40 yıl oldu, kolay mı?
Ailelerde bile bu kadar süre birlikte olmak, birbirine tutunmak, sabretmek çok zor. Nedir sırrı?
Birbirimizi sevmeye mecburuz.
Niye mecbursunuz?
Şimdi bir MFÖ konseri çok farklı enerji yaratıyor. Ses yarışmalarında izliyorum “Ele Güne Karşı Yapayalnız”ı, “Yalnızlık Ömür Boyu”yu söylüyor birileri, olmuyor! Tek başına söylenecek şarkılar değil bunlar, vokalli şarkılar.
Piyasada “Mazhar Alanson daha fazla para alıyor, solo performanslarına gruptan daha çok önem veriyor” gibi dedikodular var. Gerçeklik payı nedir bunların?
Bizim aramızda öyle şey olmaz, Mazhar solo konserlerinden fazla para kazanıyor olabilir ama bizde her şey eşittir. Kendi solo konserini de daha yeni verdi, daha önce olan bir şey yok. Biz artık hiç böyle gazlara gelmiyoruz.
“Bu grup 40 yıl kalacak” deseler inanır mıydınız?
Farklı bir şey yaptığımızı, Türk pop müziğine bir kapı açtığımızı biliyorduk hep ama 40 yılı öngöremezdik.
İki şarkınız var gerçi ama solo albüme sahip olmayan bir siz kaldınız grupta. Belli ki seviyorsunuz, cesaret mi edemediniz?
Herkes de bunu söylüyor! Yani “Mazhar yaptı, Fuat yaptı, ben de yapayım” gibi bir yarışım olmadı hiç. Grup halinde çalışırken ayrı bir şey yapmayı istemedim. Onlar yaptılar diye ben de mi yapayım yani? Şirin Sever/ Milliyet