AYÇA KARACA – AVRUPA İZLENİMLERİ 4 / ÖZEL
Efsaneye göre Paris’i tepeden gören Montmartre tepesinde Sacre Coeur Bazilikası’nın bulunduğu yerde birbirini seven zengin bir kız ve fakir bir erkek vardır. Kızın babasının evlenmelerine izin vermemesi üzerine kız üzüntüsünden manastıra kapanır ve gün geçtikçe sağlığı bozulur. Bunu gören rahibeler kızın kilisede gizlice oğlanla buluşmasına izin verirler. İşte Sacre Coeur Kilisesi o iki gencin gizli buluşma noktasıdır ve bu yüzden de Gizli/Saklı Kalp (Sacre Coeur) adını alır.
Kuzey Avrupa ile Güney Avrupa’nın geçiş noktasında bulunan Paris de Avrupa’nın gizli kalbidir. Bu coğrafyada bir araya gelmeleri çok zor görünen Avrupa’nın varlıklı ama mesafeli Kuzey ülkelerinin kültürü ile daha az varlıklı ama yaşam dolu Güney kültürü bir araya gelir ve kaynaşır. Parisliler Kuzey Avrupalıların mesafeliliğini ölçülü bir zarafetle taşır ama kentin her yerindeki cafe ve bistrolar, güzel havalarda öğleden sonra güneşinin keyfini bir fincan kahve eşliğinde çıkarmayı bilecek kadar Güneyli olduklarını da gösterir.
Mimari açıdan ise şehrin geniş ve düzenli caddeleri büyük meydanlara kusursuz bir biçimde bağlanarak gelişigüzel ve dağınık konumlanmış Güney şehirlerinden ayrılır. Ancak her caddede karşınıza çıkan müzeler, eğlence yerleri, tiyatro ve konser salonları da kentin, sanatın ve eğlencenin baskın olduğu Akdenizli yönünü ortaya çıkarır.
Sacre Coeur’dan görünen Paris
Paris hem Kuzeyden hem Güneyden esintiler taşısa da araftadır ve biriciktir. Paris saçlarını mağrurca savurarak kalbimizi acıtan o şahane sevgilidir. Sevdiğimiz ama güzelliğiyle bizi ürküten, söylemeye cesaret edemediğimiz tüm o şiirlerin asıl sahibidir. Sanatın, mimarinin ve estetiğin ulaştığı o görkemli zirve insan uygarlığına karşı şükran duymamızın nedenidir. Paris zarafeti ve asaletiyle ruhumuzun aydınlık tarafıdır ve bir şehrin ulaşabileceği kreşendo noktasıdır.
Şehrin en yüksek noktası olan Sacre Coeur’dan muhteşem manzarayı izlerken Yves Montand’ın “Sous le Ciel de Paris” şarkısının akordiyonla çalınan nağmeleri kulağınıza çalınır. Şarkı Paris göklerinin Sen Nehri üzerindeki İle St. Louis adasına yirmi asırdır süren aşkından bahseder. Nehrin üzerindeki diğer bir ada olan İle de la Cite ise Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan Notre Dame Katedrali’ne ev sahipliği yapar. Fransız devriminde giyotinlerin kurulduğu Concorde Meydanı’ndaki saraylar ve heykeller öğlen güneşinde altın sarısı bir ışıltıya boyanır. Şehrin bal rengi tarihi siluetinin tam ortasında demirden Eyfel Kulesi göğe doğru yükselir. Sen Nehri’nin iki yakasını birbirine bağlayan Pont Neuf ve Pont Alexandre III köprüleri üzerinde aşıklar buluşurken Paris göklerinde binlerce şanson uçuşur.
Rüzgar bakışlı şairler
Avrupa’nın diğer büyük başkentleri hanedanlara, krallara, imparatorlara ve papalara ait olsa da Paris sanatçılara ve aşıklara aittir. Bu büyülü şehirde kırık kalpler onarılır ya da kalpler kırılır. Edebiyattan müziğe, heykelden resme bütün sanat dallarının önemli temsilcilerinin hayatlarının bir bölümünde Paris’te genç ve parasız ama aşık bir sanatçı olarak varoluş mücadelesi verdiklerini görürüz. Amerikalı yazar Hemingway Paris anılarından oluşan kitabında “Genç bir insan olarak Paris’te yaşayacak kadar şansın varsa, geri kalan hayatında nereye gidersen git, Paris senin içinde bir şenlik olarak kalacaktır.” diyerek şehrin büyüsünü anlatır.
Çağımız derin duyguların çağı olmasa da Sen Nehri kıyısında hala rüzgar bakışlı şairler dolaşır. Marsilya’ya giden şilepleri seyrederken sevgilerin zamanın içinde inci tanesi gibi büyüdüğü çağlara hasretle şiirler yazarlar. Sürgündeki genç Attila İlhan’ın hayaleti ise hala Aux Vieux Châtelet restoranında bir masadadır ve sevgilisinin eflatun gözlerini bir içki kadehinde unutmak için çareler tasarlar.
Dalgalanır ama batmaz
Paris’te dünyaca ünlü Sorbonne Üniversitesi Kardinal Richelieu tarafından XVII. yüzyılda inşa ettirildiğinde tasarlanan armada dalgalar üzerinde bir gemi ve Lâtince “Fluctuat nec mergitur” ibaresi bulunur yani dalgalanır ama, batmaz…
Zaman içerisinde Sorbonne’un yanısıra Paris’i de simgelemeye başlayan bu söz şu sıralar dalgalanan Fransa’nın ekonomik yaşamında da geçerliliğini koruyor. Avrupa’nın ikinci büyük ekonomisi olan Fransa bu yılın ilk yarısında nerdeyse hiç büyüme kaydetmediği için 2014 büyüme tahmini %0,4’e düşürüldü. Ülkede işsizlik oranı 1990’lar sonundan beri görülen en yüksek seviyeye çıkarken, son 30 yıldır %7’nin altına düşmeyen kronik işsizlik özellikle büyükşehirlerin banliyölerinde suç işlemeye yatkın bir kesimin ortaya çıkmasına neden oldu.
Kamu borcunun GSMH’ya oranı halen %90’ın üzerinde bulunan ve giderek artan Fransız ekonomisinde bütçe açığının da 5 yıl sonra bu yıl ilk kez artarak GSMH’nın %4,4’üne ulaşması bekleniyor. Ekonomik durgunluk nedeniyle Cumhurbaşkanı Holllande’ın kamuoyu yoklamalarındaki güven oranı %17’ye kadar gerilerken Fransa’ya “Avrupa’nın yeni hasta adamı” yakıştırması yapılmaya başlandı.
Yeni bir resesyona doğru
Sosyalist hükümetin artan resesyon tehlikesine karşılık kurumlar vergisini indirme ve bütçe açığını azaltmak amacıyla kamu harcamalarını kısıtlama önlemleri yeterli bulunmuyor. Columbia Üniversitesi’nden hocam Nobel ödüllü ünlü ekonomist Prof. Stiglitz Project Syndicate’de yayınlanan “Avrupa’nın Tasarruf Zombileri” başlıklı makalesinde bu önlemleri eleştiriyor. Vergileri ve kamu harcamalarını art arda arttırmanın -özellikle vergiler zenginleri ve kamu harcamaları da fakirleri hedef alıyorsa- bütçe gelirlerini arttıracağını savunuyor.
Ancak kurumlar vergisini düşürüp kamu harcamalarını kısmanın ekonomiyi daha da zayıflatmasının kesin olduğunu ve bu önlemlerin bir tek tasarruf önlemleri yanlısı Almanya’yı mutlu edeceğini belirtiyor. Stiglitz daha düşük kurumlar vergisinin yatırımları teşvik edeceği umudunun da boşa olduğunu ve yatırımları engelleyenin (hem Avrupa hem de ABD’de) vergilerin yüksekliğinden ziyade talep eksikliği olduğunu da vurguluyor.
Sadece Fransa değil tüm büyük Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin dalgalandığı ve resesyon tehlikesinin deflasyonla birleşerek ciddi bir tehdit oluşturduğu bu dönemde ortak para politikasına ve Avrupa projesine güven azalıyor. Finansal kriz sonrası alınan tasarruf önlemleri birçok iktisatçı tarafından şu anda yaşanan resesyonun başlıca sebebi olarak görülüyor. Stiglitz’in hesaplamalarına göre Euro Bölgesi’nde üretim, 2008 krizi olmasaydı erişeceği düzeyden %15 daha aşağıda bulunuyor. Toplam üretim kaybının 6 yılda yaklaşık 6,5 trilyon dolardan fazla olduğunu öngörüyor. Merkel ve diğer Avrupa liderleri bu önlemlerde ısrar etmeye devam ederlerse hem işsizliğin rekor seviyelere ulaştığı hem de GSMH’nın kriz öncesinden de düşük seviyelere gerilediği üçlü bir resesyonu ise kaçınılmaz görüyor.
Avrupa için son söz
Avrupa’nın büyük amiral gemilerinin dalgalandığı bu fırtınalı dönemde birliğin sakin sulara doğru yelken açması için tıpkı kuruluşunda olduğu gibi ortak aklın devreye sokulmasına ihtiyaç duyuluyor. Bu kapsamda bütçe fazlası veren Avrupa ülkelerinin yatırımları arttırmalarına ve kamu harcamalarının yükseltilmesine dayanan koordineli bir AB politikasının hem işsizliği azaltıcı hem de durgunluğu giderici etkilerinin olabileceği öngörülüyor. Yüzyıllarca süren din, mezhep kavgaları ve kanlı savaşlar üzerinde yükselen Avrupa’nın bu fırtınayı da tıpkı geçmişinde olduğu gibi ortak akıl ve sağduyulu politikalar ile batmadan atlatacağına güven duymamızı ise erişilmesi zor tarihsel, kültürel ve sanatsal birikimi sağlıyor.