Anayasa Mahkemesi'nden türban kararı
Anayasa Mahkemesi’nin türbanlı bir avukatın bireysel başvurusuna ilişkin hak ihlali kararının gerekçesi Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı
Anayasa Mahkemesi, başörtüsüyle duruşmaya alınmayan avukat hakkında verdiği ihlal kararının gerekçesinde, Kadınların İslam dininin bir emri olduğu inancıyla başörtüsü takmasının, Anayasa’nın “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinin olağan anlamının kapsamında değerlendirilebilecek bir konu olduğunun kabul edilmesi gerektiği ifade edildi.
Dini inanç gereği başörtüsü takma hakkının yeri ve tarzı konusunda sınırlama getiren kamu gücü işlem ve eylemlerinin kişinin dinini açığa vurma hakkına bir müdahale teşkil ettiğinin kabul edilmesi gerektiğinin altı çizilen gerekçede, avukatların duruşmalara başları açık olarak katılacaklarına dair bir kanuni sınırlama bulunmadığının vurgulandı.
Anayasa Mahkemesi’nin türbanlı bir avukatın bireysel başvurusuna ilişkin hak ihlali kararının gerekçesi Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlandı. Başörtülü bir avukat, başörtüsüyle duruşmaya alınmadığı gerekçesiyle din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğini savunarak, uygulamanın savunma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı, çalışma hakkı ve ayrımcılık yasağına aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştu. Yüksek Mahkeme, oy çokluğuyla, kadın avukatın haklarının ihlal edildiğine karar vermişti. Kararın gerekçesinde, Danıştay 8. Dairesince Türkiye Barolar Birliği bülteninde yayımlanarak yürürlüğe giren meslek kurallarının 20. maddesindeki "başları açık" ibaresinin yürürlüğünü durdurduğu anımsatıldı. Ankara Barosuna kayıtlı çalışan kadın avukatın bu kararın ardından duruşmalara başörtülü katılmaya başladığının anlatıldığı gerekçede, bir hakimin kadın avukata duruşmalara başörtüsüyle katılamayacağını söyleyip, müvekkiline kendisini yeni bir avukatla temsil ettirmesi için sonraki celseye kadar süre verdiği aktarıldı. Gerekçede, savunma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı yönünden avukatın mağdur sıfatı taşımadığı, başvurunun da bu yönüyle “kişi yönünden yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez bulunduğu belirtildi.
HER OLAY KENDİ KOŞULLARINDA DEĞERLENDİRİLMELİ
Anayasa Mahkemesinin başvuru yolları henüz tüketilmeden bir başvuruyu kabul edip incelemesinin kural olarak mümkün olmadığının ifade edildiği gerekçede, mahkemelerin kararını denetleyerek hukuka aykırılığı tespit edecek ve kararı kaldıracak idari veya yargısal başvuru yolu bulunmadığı, her olayın kendi koşullarında değerlendirilmesi gerektiği kaydedildi. Başvurucunun, başörtülü olması nedeniyle duruşmadan çıkartılması nedeniyle din ve vicdan özgürlüğü ile ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığının ifade edildiği gerekçede, Adalet Bakanlığı’nın görüşüne yer verildi. Bakanlığın başvuruyla ilgili görüşünde, din ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplum için öneminin hatırlatıldığı belirtilen gerekçede, bu kapsamdaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına atıfta bulunulduğu aktarıldı.
Bakanlık görüşünde ayrıca AİHM'in yerleşik içtihatlarında din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin düzenlemelerde devletlerin geniş bir takdir hakkı bulunduğunu değerlendirdiği, geçmişte benzer konuda AİHM'e yapılan başvurularda AİHM'in iç hukukta yer alan kısıtlayıcı bazı düzenlemelere ve yargı kararlarına dayanarak takdir hakkı doktrini çerçevesinde değerlendirmeler yaptığı, ancak son yıllarda hükümetlerin demokratikleşme ve özgürlük alanlarının genişletilmesi neticesinde başörtüsü de dahil olmak üzere kılık ve kıyafete ilişkin sınırlandırmaların kaldırıldığı ifade edildi.
DİN ÖZGÜRLÜĞÜ KORUNAN BİR HAKTIR
Anayasaya göre herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğunun anımsatıldığı gerekçede, kimsenin ibadete, dini ayin ve törene katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, kınanamayacağı ve suçlanamayacağı belirtildi. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesine atıfta bulunulan gerekçede, AİHM’in de din ve vicdan özgürlüğünü Avrupa kamu düzeninin temel unsuru olan demokrasinin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul ettiği vurgulandı. Din ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplumun temellerinden biri olmasının kökeninde dinin hem bir dine bağlı olan bireyler tarafından hayatı anlama ve anlamlandırmada başvurdukları temel kaynaklardan biri olduğu hem de toplumsal yaşamın şekillenmesinde önemli bir işlev gördüğü belirtilen gerekçede, din özgürlüğünün uzun ve zorlu bir sürecin sonucunda belli yasal ve anayasal güvencelere sahip kılındığı anımsatıldı.
Din özgürlüğünün, evrensel ve bölgesel düzeyde insan haklarına ilişkin uluslararası bildiri ve sözleşmelerin birçoğunda korunan bir hak olduğunun vurgulandığı gerekçede, şöyle denildi:
“Anayasa’nın 24. maddesinin koruduğu hakkın vazgeçilmez olması, din ve vicdan özgürlüğünün, hukukun üstünlüğüne dayanan, etkili ve anlamlı bir demokrasinin temellerinin kurulması ve sürdürülmesi için hayati öneme sahip olması nedeniyledir. Din ve vicdan özgürlüğü ancak tanıma, çoğulculuk ve tarafsızlık anlayışı ile temellendirilen bir demokraside korunabilir.Din özgürlüğü bağlamında tanıma, devlet-birey ilişkilerinde devletin, tüm din veya inanç guruplarının varlıklarını eşit şekilde kabul etmesini gerektirir. Devletin çoğulcu bir tanıma siyaseti, bir yandan devleti toplumda herkese karşı eşit mesafede durmaya zorlarken öte yandan, devletin herhangi bir dini ya da ideolojiyi resmen benimsemesine izin vermez. Çoğulculuk ise herkesin kendi kimliğiyle ve kendisi olarak toplumsal ve siyasal yaşama katılmasıyla mümkündür.”
LAİKLİKTEN DOĞAN TARAFSIZLIK DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KORUR
Farklılıkların ve farklı olanların tanınmadığı ve tehditler karşısında korunmadığı bir yerde çoğulculuktan bahsedilemeyeceğinin ifade edildiği gerekçede, çoğulcu toplumda devletin, bireylerin kendi dünya görüşlerinin ve inançlarının gereğine uygun olarak yaşamalarını sağlamakla yükümlü olduğu vurgulandı. Devletin, toplumda var olan görüşlerden veya yaşam tarzlarından birini yanlış kabul etme yetkisine sahip olmadığının belirtildiği gerekçede, “Din ve vicdan özgürlüğünü koruyan üçüncü anlayış ise bireylerin din ve vicdan özgürlüğünün eşit düzeyde korunmasının teminatı olan laiklikten doğan tarafsızlıktır” denildi. Kadınların İslam dininin bir emri olduğu inancıyla başörtüsü takmasının, Anayasa’nın “din ve vicdan hürriyeti” başlıklı 24. maddesinin olağan anlamının kapsamında değerlendirilebilecek bir konu olduğunun kabul edilmesi gerektiğinin vurgulandığı gerekçede, dini inanç gereği başörtüsü takma hakkının yeri ve tarzı konusunda sınırlama getiren kamu gücü işlem ve eylemlerinin kişinin dinini açığa vurma hakkına bir müdahale teşkil ettiğinin kabul edilmesi gerektiğinin altı çizildi. Avukatların duruşmalara “başları açık” olarak katılacaklarına dair bir kanuni sınırlama bulunmadığının vurgulandığı gerekçede, başvurucunun Anayasa’nın 24. maddesinde güvence altına alınan din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verdi.
BİREYSEL TERCİHLER VE YAŞAM TARZI DEVLETİN MÜDAHALESİ DIŞINDA ANCAK, KORUMASI ALTINDADIR
Başvuru konusu olayda tüm kadın avukatların duruşmada başlarının açılması istendiği bu durumun avukatı kişisel tercihi olan bir dinsel davranışı açığa vurmasının olumsuz yönde etkilediğinin belirtildiği gerekçede, yerel mahkemenin başvurucuyu duruşmaya, “başörtüsünün laiklik karşıtı güçlü bir dini simge” olduğu gerekçesiyle kabul etmediğinin anımsatılarak, şöyle denildi:
Laikliğin tarihsel gelişimi incelendiğinde, din olgusuna yönelik yaklaşım farklılıklarına bağlı olarak, kavramın iki farklı yorumu ve uygulamasının bulunduğu görülmektedir. Bunlardan, katı laiklik anlayışına göre din, bireyin sadece vicdanında yer bulan, bunun dışına çıkarak toplumsal ve kamusal alana kesinlikle yansımaması gereken bir olgudur. Laikliğin daha esnek ya da özgürlükçü yorumu ise dinin bireysel boyutunun yanında aynı zamanda toplumsal bir olgu olduğu tespitinden yola çıkmaktadır. Bu laiklik anlayışı, dini sadece bireyin iç dünyasına hapsetmemekte, onu bireysel ve kolektif kimliğin önemli bir unsuru olarak görmekte, toplumsal görünürlüğüne imkân tanımaktadır. Laik bir siyasal sistemde, dini konulardaki bireysel tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzı devletin müdahalesi dışında ancak, koruması altındadır. Bu anlamda laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir. Dinler ve inançlar, mensuplarının yaşam biçimlerini, kimliklerini ve diğer insanlarla ilişkilerini etkiler. Din ve inanç yönünden toplumların çeşitlilik arz ettiği, toplumda farklı dinlerin, inançların ya da inançsızlıkların bulunduğu da tarihsel ve sosyolojik bir gerçekliktir. Bu nedenle, demokratik ve laik devletin temel amaçlarından biri, toplumsal çeşitliliği koruyarak, bireylerin sahip oldukları inançlarıyla barış içinde bir arada yaşayabilecekleri siyasal düzenleri inşa etmektir. Laiklik, devletin din ve inançlar karşısında tarafsızlığını sağlayan, devletin din ve inançlar karşısındaki hukuki konumunu, görev ve yetkileri ile sınırlarını belirleyen anayasal bir ilkedir. Laik devlet, resmi bir dine sahip olmayan, din ve inançlar karşısında eşit mesafede duran, bireylerin dini inançlarını barış içerisinde serbestçe öğrenebilecekleri ve yaşayabilecekleri bir hukuki düzeni tesis eden, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alan devlettir. Devletle dinin ayrılığı, din ve vicdan hürriyetinin bir gereği olmanın yanında, dinin siyasi müdahalelerden korunması ve bağımsızlığını sürdürmesi için de gereklidir.”
MAHKEMENİN KARARI ÖLÇÜLÜ DEĞİL
Laikliğin vazgeçilmez bir ilke ve Anayasa Mahkemesinin 7 Mart 1989 tarihli kararında belirtildiği gibi Türkiye’de demokratik sistemin korunması açısından gerekli olduğun belirtildiği gerekçede, somut olayda başvurucuya yöneltilen farklı muamelenin din özgürlüğü hakkından yararlanma ile ilgili olduğu kaydedildi. Gerekçede, “Başvurucunun başörtüsünün başkalarının hak ve özgürlüklerinden yararlanılmasına engel olduğuna ilişkin olarak Ankara 11. Aile Mahkemesinin soyut değerlendirmesi dışında somut olgular ileri sürülmediği gibi temel bir hak ve özgürlüğün sınırlandırılmasından önce çoğulculuğu korumak için hangi önlemlerin alındığı da gösterilmemiştir. Bu durumda başvurucunun başörtülü olarak duruşmalara kabul edilmemesinin ölçülü olduğundan söz edilemez” denildi.