CHP'li Haluk Koç, önceki gün Fatih'teki ciğerci kardeşlerden, Bilal Erdoğan ile çektirdikleri fotoğrafı "IŞİD'le ilişkinin kanıtı" şeklinde sunması nedeniyle özür diledi. Ahmet Hakan Hürriyet'teki yazısında Haluk Koç'a seslenerek, "Bilal Erdoğan'dan özür dile" çağrısı yaptı. Hakan, yazısında ayrıca Hüseyin Gülerce'ye eleştirilerini de sürdürdü.
İşte Hakan'ın yazısından bazı bölümler:
Bilal Erdoğan’dan özür dilemelisiniz Sayın Koç
SAKALLI, şalvarlı iki kardeş... Fatih’te ciğercilik yapıyorlar.
Ciğerleri enfes... Müşterileri her kesimden...
Kimse onların kılık kıyafetleriyle ilgilenmiyor.
Herkesin ilgilendiği tek bir şey var: Yaptıkları enfes yemekler.
*
Günlerden bir gün Cumhurbaşkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan, salaş yerlerde enfes tatlar ararken yolunu bu ciğerciye düşürüyor.
Ciğerci kardeşler de mekânlarına gelen Bilal Erdoğan’la fotoğraflar çektiriyorlar ve bu fotoğrafları hem dükkânlarının duvarlarına asıyorlar hem de sosyal medya hesaplarında yayınlıyorlar.
*
İşte ne oluyorsa bundan sonra oluyor.
Birileri, bu fotoğrafları “İşte Bilal Erdoğan’ın IŞİD’le ilgisinin kanıtı... Bilal Erdoğan, IŞİD’lilerle...” türü başlıklarla piyasaya sürüyor.
CHP’li Haluk Koç da mal bulmuş mağribi gibi atlıyor fotoğrafların üzerine... IŞİD ile Bilal Erdoğan arasında kanıtlanmış bir belge gibi sunuyor fotoğrafları kamuoyuna.
İş o kadar büyüyor ki...
Rus medyası, bu yalanı Haluk Koç’u dayanak göstererek yayınlıyor.
*
Soruyorum:
Böyle bir durumda Haluk Koç’un ne yapması gerekir?
Hem ciğerci kardeşlerden hem de Bilal Erdoğan’dan özür dilemesi gerekmez mi?
*
Peki Haluk Koç ne yapıyor?
Bilal Erdoğan’ı es geçerek sadece ciğerci kardeşlerden özür diliyor.
*
Buradan Haluk Koç’a sesleniyorum:
Bilal Erdoğan’dan da özür dilemelisiniz Sayın Koç.
Korkmayın, çekinmeyin, özür dileyerek küçülmezsiniz.
Tam tersi asıl dilemeyerek küçülürsünüz.
Gülerce hakkında son birkaç şey
HÜSEYİN Gülerce denilen şahısla...
Polemik yapmak istemiyorum. Uzatmak istemiyorum. Dalaşmak istemiyorum.
Kendisine sadece şunları söyleyerek defteri kapatıyorum:
*
-Hüseyin Gülerce! Sen şu hayatta görüp görebileceğimiz en utanç verici, en pespaye itirafçısın.
-Korkmuş olabilirsin, tırsmış olabilirsin. Hatta kırk yıl içinde bulunduğun çevreden zihnen ve manen uzaklaşmış da olabilirsin. Bütün bunları anlayabiliriz.
-Ama sen ne yapıyorsun? Şunu yapıyorsun: Kırk yıl Cemaat’ten geçindiğin gibi... Şimdi de Cemaat’i gammazlamaktan geçinmeye çalışıyorsun.
-Bütün bunlar yetmezmiş gibi... Bir de etrafına çamur atıyorsun, ona buna bulaşıyorsun, ipe sapa gelmez ithamlarda bulunuyorsun. Ve yeni çevrenin gözüne girmek için bin bir takla atıyorsun.
-İşte bunu anlayamayız ve işte buna anlayışla yaklaşamayız.
-Bir kere senin, “Ben Cemaat’i tanıyamamışım, Cemaat’in tepesinde neler olduğundan haberim yoktu, yazılarımı Yalova’dan gönderiyordum” türü açıklamalarına kargalar bile gülmez.
-Sen kimi kandırdığını sanıyorsun? Memleket Cemaat’le hop oturup kalkıyordu, en ilgisiz insanlar bile Cemaat dendiğinde bin türlü söz söylüyordu, Cemaat’in yapıp ettikleri ayyuka çıkmıştı ve senin gibi adı “Cemaat’in sözcüsü”ne çıkmış, Cemaat’in yayın organında genel yayın yönetmenliği yapmış, yılda en az üç kere Pensilvanya’ya giden birinin hiçbir şeyden haberi yoktu, öyle mi?
-Cemaat’in iki numaralı ismi Mustafa Özcan için şöyle diyorsun: “Kendisiyle beş dakika görüşen onun ne olduğunu anlar.” Soruyorum: 40 yıllık Cemaatçisin, Mustafa Özcan’la beş dakika olsun görüşmen hiç olmadı mı?
-Ağarmış saçından, yaşından, başından utan... Git kendini unutturmaya bak... Daha fazla rezil olmadan...