5 yeni film vizyona girdi
Bu hafta 3'ü yerli, 5 film beyazperdede izleyiciyle buluşacak
İşte bu hafta gösterime giren filmlerin kısa özetleri...
“CAROL”
Sinematografi dahil 6 dalda aday olup da “en iyi film” dalında Oscar adaylığı elde edemeyen çok fazla film yoktur herhalde. "Carol"la ilgili “eşcinsel ilişki anlattığı için Akademi’nin mesafeli durduğu” iddiası baştan geçersiz: Çok eskilere gitmeye gerek yok: 2005’te “Brokeback Mountain” tam da bu tür bir ilişkiyi anlatmasına rağmen 3 Oscar kazanmıştı.
Sorun ne peki? Sorun, belki de Oscar’ı fazla ciddiye almamızdır. Aday gösterilmeyen filmlerin de gayet iyi olabileceğini hatırlamamızda fayda var. Filmde 1950’lerin ABD’sindeyiz. Orta yaştaki güzel Carol, New York’ta, hemcinslerini kıskandıracak bir halde, sosyetenin gözbebeği, zengin bir kadın. Evlidir ama boşanmak ister. Kızının velayetini kocasına bırakmamak için uğraşır. Therese, görenlerin imreneceği güzellikte, ama Carol gibi ünlü olmayan bir genç kadın. O henüz kimliğini keşfetmemiş. Carol ve bu genç kadının yolları kesişir. Hatta ikisi birlikte kendi yollarını çizmeye karar verir. Ama yaşadıkları dönem itibarıyla toplum, bu türden bir ilişkiye rahatsız edici biçimde dikkat kesiliyor.
Patricia Highsmith’in romanından uyarlanan filmin yönetmeni Todd Haynes, ustalığını konuşturup birbirinden güzel sahnelere imzasını atmış. “Aşk”ı hemcinsler arasında da yaşanabilecek doğal bir süreç olarak anlatmış. Bu bakımdan başrollerdeki Cate Blanchett ve Rooney Mara’nın gayet uyumlu bir kimya yakaladığını söyleyebiliriz. Altın Küre’yi kazanan Blanchett Oscar’da da iddialı. Filmin tempo sorunu var mı, var. Konuşmalı sahneler yer yer sıkıyor mu, evet. Ama yılın en özenli çalışmalarından birini, sırf Oscar’a aday gösterilmedi diye seyretmemezlik edemezsiniz.
“KÖTÜ KEDİ ŞERAFETTİN”
Dergi sayfalarında doğmuş kendi çapında bir efsaneden söz ediyoruz burada. İsmi Şerafettin. Kötü huylu. Yaramaz. Küfürbaz. Anti kahraman. İçkiye ve kadınlara düşkün. Böyle bir karakteri geniş kitlelere sevdirmek başlı başına bir iş iken, çizer Bülent Üstün’ün bunu yıllar önce dergi sayfalarında başardığını bilmek, şapka çıkarılacak bir iş. Aynı şapkayla bir selamı da, filmin yönetmenleri Mehmet Kurtuluş ve Ayşe Ünal’a ve elbette teknik ekibe çıkarmak boynumuzun borcu.
“Kötü Kedi Şerafettin” kesinlikle “olmuş” bir film. Kullanılan animasyon tekniği, mekan ve karakter tasarımları, Uğur Yücel, Demet Evgar, Ahmet Mümtaz Taylan’ın başı çektiği seslendirmeler, hepsi çok isabetli. Şerafettin’in macerasını beyazperdeye taşımanın daha iyi bir yolu olamazdı gibimize geliyor.
Yeniden vurgulamak gerekirse Anima İstanbul’un yarattığı görsellik, çok ince bir sanatsal düşüncenin ürünü ve dünya çapındaki benzerleriyle yarışacak nitelikte. Tek endişe, bu filmi izleyecek belli bir yaşın altındakiler için olabilir, o da niyeyse. Evet bu filmde küfür var. Argo gırla. Olumsuz davranışlar tam gaz. Ama sinema, gerçek hayatın bir yansıması olmayacak mıydı zaten? “Kötü Kedi Şerafettin” ne vaat ediyorsa, yerine getiriyor.
Sadece bir çizgi roman uyarlaması olarak kalmayıp animasyon ve grafik tasarım öğrencilerine ileride ders niteliğinde okutulabilir. Başka bir şey izlemeyi umanlar dışında bu filmi beğenmemek zor. Bize düşen, yerli sinema açısından bu titiz çalışmada emeği geçenlere teşekkür etmek, o kadar.
“IP MAN 3”
Kabaca “vurdulu-kırdılı” diyebileceğimiz filmlerden hoşlananların zaten uzun süredir takip ettiği seri, kadroya Mike Tyson’ın eklenmesiyle üçlemiş. Ip Man, bildiğiniz gibi aslında sakin birisi. Wing Chun’u hatmetmiş, olayın felsefesinin farkında, Bruce Lee’ye hocalık edecek kadar da usta.
Üçüncü filmde, Ip Man ve dostlarının yaşadığı mahalleye musallat olan Sang isimde bir kötü adamla tanışıyoruz. Sang’ın çetesinin asıl lideri ise yabancı kökenli Frank -ki kendisini tahmin edeceğiniz gibi Mike Tyson oynuyor. Ip Man ve dostları haliyle mahallelerini korumak istiyor.
Doğrusu Ip Man ile Tyson’ın birlikte ringe çıkma fikri bile başlı başına cazip. Kaldı ki, başta belirttiğimiz o “vurdulu-kırdılı” filmlerde çocukluğunu hatırlayanlar için de gayet kaliteli bir iş var ortada. Donnie Yen’in bir kez daha iyi yürekli savaşçıya hayat verdiği filmin yönetmeni Wilson Yip.
“HEP YEK”
Afişinde 13 (yazıyla on üç) kişinin göründüğü tipik bir yerli komedi “Hep Yek”. Tipik dememizden anlamışsınızdır: film tüm iyi niyetine rağmen, vaat ettiğini yerine getiremeyen işlerden. Eğer vaat ettiğin şey kahkaha ise, ama sırtını yasladığın olay örgüsünden kaynaklanan durum komedisi güldürmüyorsa, üstelik bu duruma düşen sayısız denemeden biriysen, “tipik”sindir.
Ünlü bir kabadayının oğlu Cevat, aşık olduğu ünlü manken Camilla’yı kaçırmaya karar verir. Hedef “paketlenir”. Ama o paket, araya giren “taşeron” mafyacıklardan dolayı yolda kaybolur. Fırat Tanış, Gürkan Uygun, İnan Ulaş Torun gibi yetenekli isimlerin oynadığı filmin yönetmeni Ali Yorgancıoğlu.
“TEMEL İLE DURSUN İSTANBUL’DA”
18 (yazıyla onsekiz) kişiyi afişine sığdırarak sanatsal anlamda çıtayı “Hep Yek”in de üzerine koyan “Temel ile Dursun İstanbul’da”, adından anlayacağınız gibi bir fıkra üzerine kurulu.
Aslında şaka gibi. Temel, Dursun’un yalanlarına uyup İstanbul’a gelir. Fakat karşılaştığı manzara hiç de Dursun’un anlattığı gibi değildir. Karısı Fadime’den korktuğu için geri de dönemez. Peki İstanbul buna hazır mıdır? Başka bir deyişle seyirci buna hazır mıdır? Yukarıda, “vaat ettiğini yerine getiremeyen” film için “tipik” demiştik. “Temel ile Dursun İstanbul’da” için ise burada bırakalım en iyisi.