Yazdır

Sosyal medya faciası

Tarih: 20 Haziran 2013 - 13:57

Düne kadar gençlerin baştacıydı ama Gezi olaylarında internetteki karalamayla ‘linç’ edildi? Peki, gerçek neydi?

Gezi Parkı eylemlerinde belki çok sayıda esnaf müşteri kaybıyla zarar etti ancak hiçbiri Starbucks kadar mağdur olmadı! Göstericiler içeri alınmadı, demir parmaklıklarla kapatıldı iddiası sosyal medyada öyle bir taraftar buldu ki, Starbsucks mağazaları saldırıya kadar varan tepkilere hedef oldu. Protestolar hariç… Peki bilgi doğru muydu? Erdal Kaplanseren, hürriyet.com.tr’deki ‘Pasaj’ köşesinde kaleme aldığı yazıyla konuya farklı bir bakış getirdi. Hem de “Hükümet kanadından gelen “sosyal medya düzenlemesi için düğmeye bastık” açıklamalarının arkasında neler var?Düzenlemeden kasıt tam olarak ne? İnternet özgürlüklerine kısıtlama mı gelecek yoksa huzur ve refaiçin bir ince ayar mı?” sorularına cevap arayarak…
Bildiğiniz gibi Gezi olaylarıyla birlikte, sosyal medyanın (ağırlıklı olarak elbette Twitter) etkisi çok konuşuldu. Bilgi paylaşımı ve iletişim için tüm dünyada özellikle böylesi toplumsal olaylarda etkin olarak kullanılan Twitter’ın yan etkileri de yok değil. Yerine göre büyük zararlara da yol açabilen sosyal medya yan etkileri özellikle hükümeti son derece rahatsız ediyor. Başbakan’ın “Twitter denen baş belası” sözleri de bu rahatsızlığın somut örneklerinden biri. Türkiye’de en fazla takip edilen Twitter kullanıcılarından biri olan ve internetin öneminin pek ala farkında olan Başbakan’ın bu çıkışı toplamda Twitter’ı değil, içinde oluşan hezeyanı işaret ediyordu elbette. Diğer türlü olsaydı Twitter’da bu denli etkin olmaz, savaş açmaya çalışırlardı. Fakat sosyal medya ile farklı ülkelerde devletlerin mücadele öyküleri şimdiye dek lehlerinde sonuçlar doğurmadı.
Sınırsız “özgürlük” herkesin canını yakabilir
 
Öyleyse yapılması gereken şey, sosyal medyayı yasaklamak veya önüne engeller koymak değil, bazı yasal tedbirler geliştirmek. Geleneksel medya için yılların getirdiği deneyimler neticesinde oluşturulmuş yerleşik kurallar var. Benim sorumlu yöneticisi olduğum dergilerde çıkacak hukuka aykırı bir içerikten direkt ben sorumluyum. Bu yayınların resmi işlemleri olmadan çıkması mümkün değil. Yayınlarımdan birinde bir sorun çıktığında devlet beni eliyle koymuş gibi bulur.
Fakat internette durum hiç böyle değil. Bir defa sosyal medyanın adındaki “medya”yı geleneksel medyayla bir tutmak büyük hata olur. Buradaki kuralları tutup sosyal medyada uygulamaya kalkarsanız ikinci gün takılıp kalırsınız. Twitter’dan hesap açan herkese kimlik bilgilerini doğrulatamayacağınız için, orada yazılı ismi baz alarak işlem yapmak da imkânsız.
Elbette hayatın her alanında olduğu gibi, internette de özgürlüklerden yanayım. Sınırsız bir özgürlükten kimse bahsedemez. İfade özgürlüğünün çerçevesi de belli. Bir kişi veya yayın sizin veya şirketiniz hakkında asılsın bir haber çıkartıp size doğrudan veya dolaylı biçimde zarar verdiğinde “İnsanlar özgür, her istediklerini yapabilirler” demeyeceğinizden eminim. Nefret söylemi, ayrımcılık, karalama kampanyaları, yalan haber, tehdit, şantaj, hakaret şiddete teşvik ve insanları galeyana getirici içerikler üretmek basılı yayınlarda nasıl cezai yaptırıma tabi tutuluyorsa; sosyal medyada da bu olmalı.
Bir sosyal medya faciası: Starbucks karalama kampanyası
Sosyal medyadaki bilgi dezenformasyonunun kişiler ve kurumlar üzerinde ne denli etkili olabileceğine yeni bir kanıt, Gezi olaylarının ilk günlerinde yaşandı. Dünyaca ünlü kahve dükkânları zinciri Starbucks’ın “kapısına gelen eylemcileri içeri almadığı” yönünde suçlaması ilk günlerde internette hızla yayıldı. Konunun detayını araştırınca, bir kişinin çektiği fotoğraf üzerinden yayılan bu dedikodunun, gerçeği konusunda şüpheler taşıdığı ortaya çıktı. Şüphe diyorum çünkü bahsi geçen Starbucks Elmadağ şubesinde çekilen güvenlik kamerası görüntüleri ve fotoğraflarda, dükkâna sığınanların içeriye girdiği görünüyordu. Kendisinin içeri alınmadığını hakaret dolu sözlerle Twitter’da paylaşan kişi, bu iddiasını çok da net fikir vermeyen bir fotoğrafla desteklemiş. Fakat gelin görün ki, içinde alev alev yanan nefreti ve şiddeti bir noktaya yöneltme ihtiyacı duyan protestocu kitle için harika bir kurban ortada duruyordu. Hemen durumu dramatize eden paylaşımlar yayıldı Twitter ve Facebook’ta. Kahve dükkânı yönetiminin açıklamalarını kimse paylaşmıyordu ama. Çünkü sosyal medyada en sevilen davranışlardan biri linçtir. Kişiler ve kurumlar hakkında paylaşılan iddiaya inanmak istemeleri yeterli.
Bu örneğin neden üzerine gittim biliyor musunuz? Sanal olarak başlayan bir tepkinin gerçek hayattaki yansımalarını çok iyi açıkladığı için… Bir kişinin yanılma payı yüksek, üstelik sadece bir şubede gerçekleşmiş iddiası; saatler içinde bir nefret kampanyasına dönüştürüldü. İstanbul’daki birkaç Starbucks şubesi saldırıya uğradı. Protestoların dozu öyle arttı ki, İzmir Alsancak’taki Starbucks protestocular tarafından yerle bir edildi; hatta yakılmaya çalışıldı. Birkaç gün öncesine kadar proje toplantısı için o kahvecide toplanan ofis çalışanları cam çerçeve indiriyor; tek bardak kahve ile bir gün boyunca arkadaşlarıyla orada ders çalışan üniversite öğrencisi tabeladaki harfleri tekme darbeleriyle parçalıyordu. Bunları yaparken tek motivasyonları “bu marka artık düşmanımız” oldu muhtemelen.
Siz siz olun, hele hele internette duyduğunuz her şeye peşinen inanmayın, yaymadan önce iki defa düşünün. Şiddete varmasa bile, herhangi bir kişi veya marka için internette karalama kampanyası düzenlemek çok yanlış.
Sorumluluğun teslimi, otokontrol sağlıyor 

Geçmişte forum ve sözlük sitelerinde de insanlar akıllarına estiği gibi yazıp çiziyordu. Yasal bir yaptırımı olmayacağını bilmenin rahatlığı vardı elbette bunun altında. Anonim isimlerle yapılan yayınlarda hakaret, yalan haber, karalama kampanyası, nefret söylemi, tehdit ve benzer pek çok suç gönül rahatlığıyla kendine yer buluyordu. Sonraki yıllarda denetim arttığında, kişilerin yazdıkları her şeyden sorumlu oldukları ve cezai yaptırımlarına da katlanmaları gerektiği gerçeği su yüzüne çıkınca forum ve sözlüklerde insanlar biraz daha dikkatli davranmaya başladılar. Şu anda Twitter’daki durum, sözlük ve forumlarda 2000’lerin başlarını andırıyor. Kuralsızlığın hüküm sürdüğü noktada çoğunluk için yukarıda sıraladığım suç davranışları özgürlüğün bir parçasıymış gibi yansıtılıyor.
Sosyal medya için bir düzenleme şart. Bu düzenlemeden kasıt, Twitter’da kimin gerçekte kim olduğunun teknik takip sonucu belirlenmesi değil tek başına. Fakat mevcut yasaların sosyal medyada da uygulanabilmesi için bu bir öncelik. Emniyet güçlerinin, kişilerin kimliklerini yasalar çerçevesinde tespit etmesi gerekiyor. Ayrıca sosyal medya paylaşımlarında neyin suç olduğu da çok net biçimde yazılmalı. Hükümetin, hoşuna gitmeyen her tweet’i suç saymaması da ön şartlardan biri.
Sosyal medya diyorlar ama kast ettikleri bal gibi de Twitter. Facebook da var işin içinde ama Twitter daha büyük bilmece. Çünkü şirket kullanıcı bilgilerini devlete vermiyor. Bu yüzden, muhtemelen devlet, Twitter’da kimlik tespiti için alternatif teknik yöntemler üzerinde duracak ve bunu yasal zemine oturtacak. Önümüzdeki günlerde bu süreci çok yakından izlemek ve yapılacak çalışmalarda mümkün olduğunca yer almak sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin, hukukçuların ve gazetecilerin en önemli görevlerinden biri olacak.
Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/sosyal-medya-faciasi/386181