Bizler de bu kişilerin konuşmalarını medyadan izleriz. Bırakın iş adamlarını, zaten iktisadi sorunlar karşısında iktisatçılar tarafından söylenenlerin dahi çoğu ya yanlıştır ya da konuyla ilgili değildir. Dolayısıyla, iş adamlarını iktisaden tutarsız konuşmasını hoş karşılamak gerekir. İş adamları genelde iktisattan hazzetmez. Çünkü iktisat bilgisi, insanı kötümser yapar. Hâlbuki iş adamı iyimser olmalıdır. Zaten bulundukları ortamın şartları, onların iktisatçı gibi düşünüp davranmasına izin vermez. Deneyimleri onlara iktisadi bilgi birikimi sağlamaz. Olan bilgilerini de “hayatın gerçeklerine uymuyor” diye zihinlerinden kovarlar. Gerçek şudur ki; bir kişinin iş hayatında başarılı olması için iktisat bilmesi gerekmez. Nasıl iktisatçılardan iş adamı çıkmazsa, iş adamları da iktisatçı olamaz. Başarılı bir iş adamı olmak için üretim, pazarlama ve yönetim bilgi ve becerisine sahip olması şarttır. Bunlardan daha önemlisi, özellikle atılım yapmak isteyen iş adamlarının, iktidardaki siyasi partiyle iyi geçinmeyi hatta onun gözüne girmeyi becerebilmesidir. Fırsat yakalamak isteyen iş adamı, iktisadi makale değil, teşvik ve vergi kolaylıkları için “Resmi Gazete” okumalı ve Ankara ile teması kaybetmemelidir.
BANKACILAR VE İKTİSAT
İş adamlarının, iktisat bilmelerine gerek olmadığını anlamak kolaydı. Bunu sanayi yöneticiliği yaptığım dönemde bizzat yaşayarak öğrenmişimdir. Hürriyet gazetesinde biraz da tesadüfen ekonomi yazarlığına başladığım 1983’ten bu yana bankacıların da iktisatla başlarının hoş olmadığını gözlemledim. Meğer aynen iş adamlığında olduğu gibi, başarılı bankacılık yapmak için iktisat bilmek gerekmiyormuş. Bunu geç idrak ettim. Doğaldır, çünkü bankacılık da bir iş dalıdır, bankacılar da iş adamıdır. Hatta iktisat bilgisinin, bankacıkta ilerlemek isteyenler için bir ayak bağı olduğuna kanaat getirdim. Çünkü bankacılıkta başarı “riskli ve yüksek getirili pozisyon” almaktan geçiyordu. Nitekim en cebbarları başrolde olmak üzere Amerikan’ın efsane bankacıları, geliştirdikleri “kaldıraçlı türev ürünlerle” iktisadi kriz çıkardılar. Bunu, 2008 yılında hepimiz gördük. Özetle; eğer bankacılar iktisat bilip ona göre davransalardı kriz çıkmayacaktı. Ama onlar da para kazanamayacaktı. Günün sonunda ”makro dengeyle” alay eden kararlar alarak, bindikleri dalı kestiler. Ancak ne gam! Devlet Hızır gibi geldi ve bankaları kurtardı. Bankacılar da “ekonomiyi batıran kararları” aldıkları yıllarda cebe indirdikleri primlerin tek kuruşunu kaybetmeden lortlar gibi yaşamaya devam ettiler.
EKONOMİ FAZLA SOĞUDU MERKEZ BANKASI “ISITMA”YA GEÇSİN
Geçen haftanın “patlangaçlı” ekonomi haberi, iş adamlarının, ülke ekonomisinin gidişatından yani iç piyasa daralmasından duydukları endişeyi belirterek Merkez Bankası’nı göreve çağırmaları oldu. Önerileri faizlerin düşürülmesiydi. Hatta merak etmeyin “faiz inince döviz fiyatı fazla artmaz” diye merkez bankacılarını yüreklendirmeyi de ihmal etmediler. İşin ilginç yanı, bundan bir süre önce de “yabancı ve yerli bankacılar” ekonomideki gidişattan endişe duyarak yani “dışarıdan sıcak para gelmez” sanarak, Merkez Bankasını faizleri yükseltmeye davet etmişlerdi. Anlaşılan Merkez Bankası da “koridor genişleterek” hem bankacıları ne de iş adamlarını memnun etmek istiyor ama edemiyor.
Son Söz: Cari açık olmasa, ekonomiyi idare etmek kolay olurdu.
Ege Cansen/Hürriyet