Yazdır

Pelin Batu: Sigortalarım anneme emanet

Tarih: 21 Şubat 2012 - 12:04

Baba tarafından siyaset, anne tarafından sanatla beslenen Pelin Batu sanatı seçti ve oyuncu olmaya karar verdi.

Baba tarafından siyaset, anne tarafından sanatla beslendi. Ama o sanatı seçti ve oyuncu olmaya karar verdi. Sinemanın genç yeteneklerinden Pelin Batu ile sinema, yeni projeleri ve sigorta üzerine sohbet ettik...

Berrin Vildan Uyanık/FinansGündem.com
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki tarih eğitimini bir kenara atıp ABD’de tiyatro okudu. Ferzan Özpetek’in ‘Harem Suare’sindeki rolüyle sinemaya adım attı. Tiyatroda, sinemada başarılı işlere imza attı. Sinan Çetin’in Komser Şekspir’indeki rolüyle hem deneyimi hem de ünü arttı...
Başarılı kariyerine rağmen “Oyunculuk dünyada yapacağım tek iş değil” diyen Pelin Batu, şu sıralar Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatı Bölümü’nde ‘metamorfoz’ üzerine bir doktora tezi yazıyor. Amacı ileride akademide ders vermek. Bir yandan da “Benim için çok önemli” dediği yeni şiir kitabının son düzeltmelerini yapıyor. Piyano çalıyor, resim yapıyor... Doğduğu günden beri evde sanatla iç içe yaşayan Pelin Batu, deyim yerindeyse beş parmağında beş ayrı sanatla uğraşıyor.
Babası ünlü diplomat İnal Batu’nun görevi gereği Pakistan’dan Fransa’ya, ABD’den Çek Cumhuriyeti’ne birçok ülkede yaşayan ve eğitim alan Pelin Batu, tam bir çokkültürlülük ve hoşgörü örneği. Bu yönünü daha karşılaştığınız ilk anda fark edebiliyorsunuz.
Türkiye sinemasının genç yeteneklerinden Pelin Batu ile hoş ve samimi bir sohbet yaptık.
Ünlü bir diplomatın kızı olmak sizi nasıl etkiledi?
Anne, baba ve iki kardeşten oluşan küçük bir aileyiz. İki üç yılda bir sürekli ülke değiştirdiğimiz için birbirimize çok bağlı ve yakınız. Aslında “dünya ve biz” gibi bir şey oluştu. Erkek kardeşim Arda benim hep en yakın arkadaşım oldu. Bense oldum olası hep ikilemlerde gidip geldim. Çünkü bir taraftan içine kapanık ve kendi dünyasında yaşayan biriyim. Çocukluğumda hikayeler yazıp oynardım. Kendi masal dünyasında yaşayan bir çocuktum. Diğer taraftan, ailemin arkadaşları benden hep 30-40 yaş büyüktü ve onlarla birlikte büyüdüğüm için rahat iletişim kurabilen, her şeye çok rahat adapte olabilen bir insan oldum. Bu ikisi birleşince aslında çok ikilemde bir karakter ortaya çıkıyor. Mesela televizyona, medyaya çıkıyor ve kendi evimdeymişim gibi davranıyorum. Hiçbir zaman utangaçlık, korku ve panik yaşamıyorum. Çünkü doğduğum günden itibaren evimizde hep gazeteciler vardı. Babamla röportajlar yapılırdı. Bu yüzden benim için gayet normal ve rutin haline geldi. Bu anlamda bir rahatlık var.
Oyunculukla nasıl tanıştınız?
Babamdan dolayı diyebiliriz aslında. Babam Roma’da büyükelçiydi ve bir kokteylde Ferzan Özpetek’le tanıştım. Zaten New York Üniversitesi’nde tiyatro okuyordum ve bu alanda bir şeyler yapmak istiyordum. Özpetek ‘Harem Suare’ filminin hazırlıklarını yapıyordu. Ofisine çağırdı, konuştuk. İlk oynadığım film o oldu. Bu kadar yıldır oyunculuk yapıyorum, Ferzan Özpetek’in setinde gördüğüm profesyonelliği hiçbir sette görmedim. Makyajcısından ışıkçısına kadar herkes işini dört dörtlük yapıyor.
Peki Türkiye sinema sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sektörde öyle bir gerginlik var ki, yönetmenler kendini tanrı sanıp tanrıyı oynuyor ve her taraftan kompleks akıyor. Bütün bu işlerle şizofrenik bir ilişkim var. Bir taraftan seviyorum, diğer taraftan “Bu tür kompleksli insanlarla değer mi” psikolojisine giriyorum. Senaryolar kağıt üzerinde durduğu gibi durmuyor. İki buçuk yıldır bir filmde oynamıyorum. Çünkü inanılmaz güzel bir senaryo geliyor ve aylarca hazırlanıyorsunuz; burcundan tutun da tanrıya inanıp inanmamasına kadar siz olmayan bir karakter yaratmaya çalışıyorsunuz. Daha sonra seyrediyorsunuz ve hiç kafanızda kurduğunuz gibi bir şey ortaya çıkmıyor. İşte o zaman büyük bir sükutu hayal ve soğuma süreci başlıyor. Uzun süre yeni işleri korkarak yaklaşıyorsunuz. Bu yüzden severek ve inandığım işlerde rol almak istiyorum. Bir yönetmen arkadaşım “Film yönetmenin işidir. İnce eleyip sıkı dokuma. Kötü olursa uyunucunun değil yönetmenin filmi olur” demişti. Ancak ben buna inanmıyorum. Bu bir grup işidir. “Para kazandım, işimi yaptım, başka bir film daha oynayayım” diye bakamıyorum. Biraz duygusal yaklaşıyorum. Yaptığımın işin hakkını vermek istiyorum. En güzel anılar en kötü filmlerden çıkmıştır. Sette öyle trajikomik şeyler yaşıyorsunuz ki... Sigortalar atıyor, elektrikler gidiyor, kaçak elektrik bağlamak zorunda kalıyorsunuz... O anda çok sinirleniyorsunuz ama sonra en komik anılar olarak kalıyor.
Var mı böyle bir anınız?
Orta Anadolu’ya ‘Kerem ile Aslı’nın çekimini yapmak için gitmiştik. Ben Aslı karakterini oynuyordum. Kerem ile Aslı’nın tanışma sahnesi şöyle gelişiyordu: Avcı Kerem bir kuş vuruyor. Aslı da ormanda giderken vurulan kuşu buluyor ve tanışıyorlar. Çekim alanına giderken birden aklıma geldi ve prodüksiyon müdürüne “Kuşu ne yaptınız” diye sordum. Çünkü vurulmasını istemiyordum doğal olarak. Çekim yerine vardık. Makyajım, saçım ve hazırlıklarım yapılıyor. Filmde Ruhi Sarı da oynuyordu. Yanıma geldi ve inanmayacaksın ama “Horoz bulmuşlar” dedi. Düşünebiliyor musunuz? Neyse sonunda karabatak gibi bir kuş bulmuşlar. Ancak kuşun uyuşturulması lazım ve eczane yok. Setteki ışıkçımız hayvanlarla çok iç içe biriydi. Bana “Boynunu büküp kanatlarını altına koyarsan gece sanıp uyur. O arada da hızlı hızlı sahneyi çekeriz” dedi. Ben kuşu kucağıma aldım ama üzerime pisledi. Bu sefer kostüm kirlendi. Tek kostüm var. Sonunda kostüm yıkandı ve sahne çekildi. Normalde yarım saat sürecek sahne saatler sürdü. Kuş bantlarla yere yapıştırıldı. Öldürülmesinden iyidir.
Şu sıralar nelerle uğraşıyorsunuz?
Çok fazla işi bir arada yapıyorum. Öncelik seçmiyorum, projeye göre kendimi yönlendiriyorum. Sinema benim için dünyanın en zevkli işlerinden biri. Ama yarını çok belli olmayan bir iş. Özellikle sektörle ilgili bahsetmiş olduğum sorunlardan dolayı kendimi tamamen sinemaya veremiyorum. Ancak işimin değerini biliyorum. Kendime sürekli “Oyunculuk dünyada yapacağım tek iş değil” diye hatırlatıyorum. Akademik kariyer de benim için çok önemli. Doktoramı bitirmek üzereyim. Önümüzdeki dönemde bir üniversitede ders vermek istiyorum ve şimdiden altyapısını hazırlıyorum. Okul benim hayatımda hep var olacak. Bir de oyunculuk tarafında beni sinirlendiren o kadar çok şey oluyor ki... Hakkımda çıkan haberlerden tutun da yaptığım işlerdeki yaklaşımlara kadar. Okula girdiğimde kendimi kurtarılmış bölgeye girmiş gibi hissediyorum.
Sinemada ise pasif olarak bana bir film teklifi gelsin diye beklemek pek bana göre değil. Belki bir prodüktör olarak çalışabilir ya da filmin senaryosunu birlikte yazabildiğim kişilerle oynamak isterim.
Bu arada bir de şiir kitabım var. Yakında çıkacak. Şiir benim için çok önemli. 5 yaşından beri piyano çalıyorum. Çocukken Mozart’ın hayatını anlatan Amadeus filmini izlemiştim. Oradaki bir sahneden çok etkilendim ve piyano çalmak istediğime karar verdim. Sinirlendiğim zaman piyano çalarak ya da resim yaparak tüm stresimi atıyorum. Renklerle boyalarla oynamayı çok seviyorum. Annem güzel sanatlar mezunu; resimle, boyalarla, renklerle iç içe büyüdüm. Babamsa haftada iki kitap bitiren biri. Babanız ve anneniz böyle olunca siz de onlardan mutlaka bir şeyler alıyorsunuz.
Yeniden ‘Tarihin Arka Odası’ gibi bir programda yer almayı düşünüyor musunuz?
Tarihin Arka Odası’nı 1.5 yıl yaptık ve 4-5 ay önce bitirme zamanının geldiğini düşündüm. Haftada neredeyse üç günümü alıyordu. Bu 1.5 yıl içinde ne tez yazabildim ne de film projeleriyle ilgilenebildim. Televizyonun iyi tarafı, hakikaten güçlü bir iletişim aracı olması. Yıllardır çevre sorunlarını kafaya takmış biri olarak benim için televizyona çıkıp üçüncü köprüyle ilgili konuşabilmek çok güzel bir şey. Ancak bütün bunların yanı sıra gel gör ki televizyon inanılmaz vahşi bir ortam. Neden derseniz, en saygı duyduğunuz profesörler bile televizyona çıktığında bir reyting canavarına dönüşebiliyor. Ben de bu yüzden sürekli bir çelişki yaşıyorum. Evet, bu çok büyük bir güç ve kullanmak güzel. Ama diğer taraftan çok acımasız ve kaypak bir zemin. Biraz da Mefisto ile zar atmak gibi bir şey. Gidip reytingle ya da “bu konuğu alırsan şu kadar etkisi olur” gibi durumlarla uğraşmak istemiyorum. Çünkü ben steril, temiz bir hayat yaşıyorum.
Peki dizilerden teklif alıyor musunuz? Yeni bir dizi projeniz var mı?
Dizilerden periyodik olarak teklifler geliyordu. Ama son birkaç aydır kesildi. “Sevdiğiniz bir dizi var mı” ya da “Oynamak ister misiniz” diye soruyorlar ama ben son iki yıldır doktora teziyle uğraştığım için “Haftanın altı günü sette olamam” diyorum. Zaten ilk dizide oynadığımda da kontratıma “Haftanın üç günü okulda olmalıyım. Bu yüzden üç gün izin vermeniz gerekiyor” diyerek bir madde koydurmuştum. Bir de “Sürekli dizi izlemiyorum, sıkılıyorum” deyince doğal olarak bir süre sonra antipatik kadın oluyorum. Ben bir dizi yüzünden bütün geceyi kapatmak ve 5 saatimi boş boş televizyon karşısında geçirmek istemiyorum.
Son dönemlerde insanların dizileri bu kadar çok izlemesini neye bağlıyorsunuz?
İnsanlara kızmamak lazım. Sinemaya gitmenin bir maliyeti var. Oysa evinde para vermeden, çekirdek çıtlatarak 5 saat oturup film ya da dizi seyredebilirsin. Bu aslında uyuşturucu gibi bir şey. Zeten insan, etimolojide ‘alışan’ anlamına geliyor. İnsana neyi verirseniz bir süre sonra “Ne olacak şimdi” diye merak edip izleyecektir. İyi tarafından bakarsak, diziler sayesinde bir endüstri gelişiyor. Sinema da teknik olarak çok gelişti. Gayet güzel senaryolar yazılıyor. Mesela çok içi dolu olmayan komedi filmleri gişe rekorları kırıyor. Bu da çok şaşırtıcı değil çünkü sürekli kriz ortamı ve sorunların olduğu bir ülkede insanlar komedi filmi izleyerek stres atıyor. Sadece boş boş gülmek için gidiyorlar. Bu da “sanat filmleri mi gişe filmleri mi” gibi bir ikilem yaratıyor. Teknik anlamda iki tarafta da güzel işler yapılıyor. Ödül alan filmleri ise 10 bin kişi ya seyrediyor ya da seyretmiyor. Onlar da festivalden para kazanıyor. Bunun devamı nasıl olur o da ayrı bir tartışma konusu...
Türkiye’de sinema ya da tiyatroda kendinize idol olarak gördüğünüz biri var mı?
Sinemada değil ama tiyatroda Işık Yenersu var. Kendisi oyuncu olmama neden olan insandır. 9 yaşındayken onu sahnede izledim ve gördükten sonra “Ben Işık gibi olmak ve onun yaptığı işi yapmak istiyorum” dedim. Aynı zamanda annemin çok yakın arkadaşı. Ama en önemlisi sahnede devleşen insanlar vardır ya, işte ta kendisidir. Benim için idol odur.
Hayatta yapmak isteyip de yapamadığınız bir şey var mı?
Evet var. Son birkaç yıldır şiir kitabımı, defterimi yanıma alıp, kulaklıklarımı takıp, müzik dinleyerek trenle üç ay Güney Amerika’yı dolaşmak istiyorum. Bir ay Uruguay’da, iki hafta Bonoseras’ta yaşayayım, sonra Şili’ye geçeyim istiyorum. Ama sürekli bir şeyler çıkıyor ve gidemiyorum.
Siyasete nasıl bakıyorsunuz? İleride siyasete atılmayı düşünür müsünüz?
Babam ve dedemden dolayı aileden gelen bir politik duruş var. Zaten Türkiye gibi bir ülkede politikayla ilgilenmemek söz konusu değil. Ama politikacı olmak bana göre Ankara’da yaşamak ve başka hiçbir şey yapmamak demek. Şu anda bütün hayatımı politikaya adamak bana çok uzak geliyor. Son yıllarda Yeşiller Partisi diye bir parti var mesela onlara destek veriyorum. Ayrıca çeşitli sivil toplum örgütlerine de destek oluyorum. Fakat şu anda kendimi yakın bulabileceğim bir parti yok.
Sigortayla aranız nasıl?

Aslında sigorta- para-pul gibi konulardan pek anlamam. Bizim ailede bu tür konularla annem ve kardeşim ilgilenir. Babam ve ben bu tür konulara hiç karışmayız. Çünkü ikimiz de pratik olmayan insanlarız. Annem, kardeşim Arda’ya ve bana yıllar önce hayat sigortası yaptırmıştı. “Mesleğinde hiçbir şey belli değil, geleceğini garanti altına alman lazım” diyerek sağlık sigortasından tutun da ev, araba, BES, hayat sigortası gibi bütün sigortalarımı yaptırdı.
Sağlık sigortası sizin için neden önemli?
Sağlık sistemi çok vahşi. Sağlık demek para demek. Herhangi bir sağlık problemimiz ortaya çıkana kadar ne kadar ciddi ve olması gereken bir sigorta olduğunu fark etmiyoruz. Ama başımıza geldiğinde hayatımız gerçekten çok zorlaşabiliyor. Yakın çevremde de bu tür durumlarla karşılaştım. Sigortaların insanların hayatını ferahlattığını, rahatlattığını, nefes aldırdığını düşünüyorum. 6 ay ya da 10 yıl sonra ne olacağımızı, neler yaşayacağımızı bilmiyoruz. O yüzden her türlü sigorta çok önemli. Benim her türlü sigortam olduğu için kendimi rahat ve güvende hissediyorum.

Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/pelin-batu-sigortalarim-anneme-emanet/340694