Türk tiyatrosunun usta isimlerinden Ali Poyrazoğlu, sigorta şirketlerine verdiği eğitimlerle de biliniyor. Poyrazoğlu, “İnsanlar özel sigorta yaptırmadan önce kafalarını sigortalatmalı. Çünkü her şey kafada başlar” diyor...
Berrin Vildan Uyanık / [email protected]
“Aslında ben de bir nevi sigortacı sayılırım. Neden derseniz, insanların beynine bir şeyler kanalize ediyorum. Onları bilinçlendiriyorum. Sadece eşyaları, evleri, arabaları sigortalatmak sigortacılık değildir. Önce insanların akıllarını sigortalatmaları gerektiğini düşünüyorum. Bir tiyatrocu olarak ben bunun için uğraşıyorum. 50 yıldır bunu yapıyorum.”
“Şirketler de zaman zaman nezle olabilir, üşütebilir ya da başka hastalıklara yakalanabilir. Bu yüzden dönem dönem check-up yaptırmaları gerekiyor. İşte ben, ortaya çıkan hastalıkları yine şirket çalışanlarıyla tedavi etmenin yollarını arıyorum. Bir nevi şirketlerin eğitim ortağıyım.”
Ali Poyrazoğlu, Türk tiyatrosunun en sivri dilli aktörlerinden. Yaşam tarzıyla, sosyal olaylara duyarlılığıyla her kesimin takdirini kazanan, sinemadan tiyatroya, televizyon dizilerinden şovlara her alanda hayatın içerisinde olan bir isim. Sigortaya da yabancı değil Poyrazoğlu. “İnsanlar özel sigorta yaptırmadan önce kafalarını sigortalatmalı. Çünkü her şey kafada başlar” diyecek kadar bu alanda da sivri dilli.
Tiyatronun halkı eğlendirirken eğitmesi gerektiğini düşünen Ali Poyrazoğlu, televizyonu ise ucuz eğlence aracı olarak görüyor. İnsanların dışarıya çıkacak parası olmadığı için tiyatroya ilgisiz olduğunu savunuyor. Buna karşılık büyük şehirlerde tiyatroya yönelik artan ilgiden de memnun...
Sigorta şirketlerine yönelik sürekli eğitimler veren Ali Poyrazoğlu ile tiyatrodan sanata, özel hayatından sigorta ve bireysel emeklilik sektörüne kadar keyifli bir söyleşi yaptık...
Tiyatroya başlamanızdaki en önemli etken nedir? İlk oyununuzu ne zaman oynadınız?
Annem ve babam, o dönemin koşullarına göre okuyan yazan, entelektüel insanlardı. Beni 5 yaşındayken tiyatro izlemeye götürdüler. Orada açılan kırmızı perde, o sahne beni çok etkilemişti. Düş gibi, büyüleyiciydi. Tiyatro bitip eve döndüğümüzde ilk oyunumu oynadım: Annem, babam ve köpeklerime karşı... Annem babam çok gülüyordu. Büyük keyif almışlardı. Ben de o gün tiyatrocu olmaya, daha doğrusu tiyatro adamı olmaya karar verdim. İnsanları güldürebilmek çok hoşuma gitmişti. Böylece tiyatro serüvenim başlamış oldu. Profesyonel oyunculuk kariyerime ise İstanbul Şehir Tiyatroları’nda başladım. 1972 yılında Ali Poyrazoğlu tiyatrosunu kurdum. Ve halen de orada devam ediyorum.
Tiyatrocu olmasaydınız hangi mesleği yapmak isterdiniz?
Doğrusu hiç başka bir meslek düşünmedim. Tiyatrocu oldum. Hayata yeniden başlasam yine tiyatrocu olurdum. Bu benim çok keyif alarak yaptığımı bir iş. İnsanları güldürmek, güldürürken de düşündürmek hoşuma gidiyor. Başka bir meslek düşünmedim.
50 yıldır tiyatroyla iç içesiniz. Türkiye gibi bir ülkede tiyatrocu olmak sizi yoruyor mu?
Hayır yormadı. Çünkü ben bu işi çok severek yapıyorum. Her mesleğin zorlukları vardır. Öğretmenlik, mühendislik, doktorluk, gazetecilik... Her mesleğin bir zorluğu var. Bizim meslekte de zaman zaman sıkıntılar oluyor. Ama yordu demek yanlış olur. Çünkü sizi seyreden insanlar sayesinde para kazanırken bunu söylemeniz yanlış olur. Ben hiçbir zaman hayattan şikayet etmedim. Tiyatrodan da etmedim, yaptığım diğer işlerden de.
En keyif aldığınız roller hangileri oldu?
Her karakterden büyük keyif aldım. Keyif almadığım bir rolü de zaten oynamadım. Oynamam da. Bu yüzden her oynadığım rolü keyif alarak oynamanın verdiği heyecan vardır içimde.
Hep oynamak istediğiniz ama fırsat bulup da oynayamadığınız bir rol var mı?
Bugüne kadar oynamak isteyip de oynayamadığım rol inanın hiç olmadı. Sadece zamansızlıktan bazı oyunları oynayamamış olabilirim. Çünkü bir rolü oynarken diğerini oynayamıyorsunuz.
Ali Poyrazoğlu deyince ilk akla gelen şey size göre ne olmalı?
İnsanların aklına her şey gelebilir. Güldüren, hayattan keyif alan, insanları eğlendirirken bir şeyler öğretmeye çalışan bir insanım ben. Kendimle bile dalga geçebilen biriyim.
Sizce de televizyon tiyatroya ilgiyi azaltıyor mu?
Televizyonlar sadece tiyatroya değil her şeye karşı ilgiyi azalttı. Sosyal yaşama karşı bile ilgiyi azalttı. Ama ben bu ivmenin tersine dönmeye başladığını düşünüyorum. Artık insanlar yavaş yavaş bilinçlenmeye başladı.
Türkiye’de tiyatroya ilgi beklenen düzeyde mi?
Tiyatroya ilgi insanların bilinçlenmesiyle doğrudan ilgili. Ama bana göre ilgi var. Sokakta birçok sorunun olduğu, buna karşılık her şeyin güllük gülistanlık gibi gösterildiği bir ülkede bence tiyatroya ilgi var. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde tiyatroya ilgi var.
İnsanların son dönemde dizilere ilgisini, bu kadar çok dizi olmasını neye bağlıyorsunuz?
Herkes televizyonları ve dizileri suçluyor. Ama şöyle bir gerçek var ki, insanların parası yok. İnsanların gezebilmesi, sinemaya, tiyatroya gidebilmesi için parasının olması lazım. Bu tür aktivitelere ayırabilecek parası olmayan insanlar ne yapacak? Elbette televizyon izleyecek. Kimse bunun farkında değil. Her şey güllük gülistanlık gibi görünüyor ama bence öyle değil. İnsanların parası olmadığı için oturup evde mecburen dizi seyrediyor. Bence bu durum parasızlığın verdiği bir sonuç. Parası olanlar zaten televizyondaki dizileri seyretmiyor. Çünkü evden dışarıya çıkıp başka şeyler yapabiliyorlar. Geziyorlar, sinemaya, tiyatroya gidiyorlar. Sokaklarda sıkıntı diz boyu. Kimse bunu fark etmiyor. Sokakları sular başmış, her gün deprem sonrasıymış gibi bir hayat var. Kısacası sokaklarda çok sorun olduğu için insanlar evde kalmaya itiliyor.
Biraz da aile hayatınızdan bahseder misiniz? Nasıl bir aile de yetiştiniz?
Annem öğretmen babamsa eczacıydı. Evde çok kitap okunur, müzik dilenirdi. Annem Rusça ve Fransızca konuşurdu. Babam eczacı olmamı isterdi. Ama bir süre sonra yakamı bıraktı ve tiyatrocu oldum. Tiyatroculuk dışında birçok işle uğraşıyorum. Ama bunları yaparken asla tiyatroyu ihmal etmedim.
Sigortaya nasıl bakıyorsunuz?
Bireysel emekliliğim var. Tiyatromun, evimin her türlü sigortası var. Bireysel emeklilikte toplanan fonlar doğru yönetilirse ekonomiye de katkı sağlayacaktır. İkinci bir emeklilik, insanların yaşlılık döneminde rahat etmesi için bir fırsat olabilir. Ancak bu konuda daha çok bilinçlenme lazım. İnsanların geleceğini düşünerek bir an önce bireysel emeklilik sistemine girmesi lazım.
Size aynı zamanda sigortacıların eğitmenisiniz...
Evet, üniversitede ders veriyorum. AvivaSa, ING Emeklilik, Yapı Kredi Sigorta ve Allianz Sigorta’da eğitimler verdim. Aslında ben de bir nevi sigortacı sayılırım. Neden derseniz, insanların beynine bir şeyler kanalize ediyorum. Onları bilinçlendiriyorum. Sadece eşyaları, evleri, arabaları sigortalatmak sigortacılık değildir. Önce insanların akıllarını sigortalatmaları gerektiğini düşünüyorum. Bir tiyatrocu olarak ben bunun için uğraşıyorum. 50 yıldır bunu yapıyorum.
Şirket yöneticilerine, çalışanlara koçluk yapıyorsunuz. Bu anlamda neler yapıyorsunuz?
Şirketler de zaman zaman nezle olabilir, üşütebilir ya da başka hastalıklara yakalanabilir. Bu yüzden dönem dönem check-up yaptırmaları gerekiyor. İşte ben, ortaya çıkan hastalıkları yine şirket çalışanlarıyla tedavi etmenin yollarını arıyorum. Bir nevi şirketlerin eğitim ortağıyım. Takımda ve takımlar arasında sinerji yaratmanın, çalışanları sosyal kaytarmadan nasıl çıkarabilirizin yollarını arıyoruz. Hedefimiz motivasyonu artırmak ve yeni bir kurum kültürü oluşturmak.
Peki bu iş nasıl başladı?
Peşine takıldığım şey, iş hayatında nasıl daha yaratıcı olunabileceğinin, kuru bilginin nasıl yaratıcı bilgiye dönüşebileceğinin yöntemlerini öğrenmekti. 10 yıl önce bu işi Kanadalılarla yapmaya başlamıştım. Okullarda öğretilenlerin nasıl yaratıcı bilgiye dönüştürüleceği, ham bilginin hangi bilimsel yöntemlerle kullanılabileceği, bilinç altındaki yaratıcı gücün bilinçli bir çalışmayla nasıl ortaya çıkarılacağı konusunda çalışmalar yapıyoruz. Önce şirketlerin yöneticileriyle, insan kaynakları yöneticileriyle, genel müdür ve pazarlama müdürleriyle nasıl bir strateji tespit etmemiz gerektiğini konuşuyoruz. Çalışanların CV'lerini okuyarak işe başlıyorum. Kim nerede, nasıl eğitim almış, kaçıncı işi, yaşama nasıl bakıyor?.. Yönetici kadrosundan aşağıya doğru çalışıyorum. Bazen seminerler veriyor, çoğu zaman da çok eğlenceli gösteriler yapıyorum. Güldürürken, çok ciddi bilgileri, bakışı ve yenilenmesi gereken tavrı onun içine yerleştiriyorum.
Artık şirketlerin bu tür konularda daha bilinçli davrandıklarını söyleyebilir miyiz?
Evet. Ama bir taraftan da bilgi kirliliğinin başladığını görüyorum. Ellerinde laptop’larla dolaşan bazı adamlar var. Kitaplardan alınmış şeyleri, bir bütünün, bakışın içine yerleştirmeden ekrana yansıtıp anlatıyorlar. Bir gün bankacılara, ertesi gün ayakkabıcılara aynı şeyi anlatıyorlar. Ama her seferinde ayrı bir çözüm bulmak lazım. Çünkü benim yaptığım her ağrıyı geçirecek bir baş ağrısı ilacı değil. Her ağrının farklı sebepleri var ya da heyecan duymak isteyen her insan farklı bir maceranın peşinde. Biz şirkette ortaya çıkan hastalıkların tedavisi konusunda çalışanlarla bir ortak akıl oluşturmaya çalışıyoruz. Şirketlerin de bir bilinçaltı, ruhu vardır. İletişim içinde olduklarından her gün yeni baştan emek vermek zorundasın. Tıpkı evliliklerde olduğu gibi. Emek verilmeyen evlilikler, kendini yenilemeyen evlilikler çöküyor. Şirketle tüketici ilişkisinin de taze, körpe kalması lazım. Heyecan verici olması lazım. Değişen dünyada değişen yaşam biçimlerine cevap verecek hale gelmesi lazım. Ve bilinçli tüketiciler yaratan şirketlerin daha uzun zaman ayakta kaldıklarını görüyoruz.
Şirketler de artık çalışanları için para harcayıp onları sürekli eğitiyor. Çalışanlarını her gün yeni baştan eğitip daha iyi hizmet verebilmeleri için motive ediyorlar. Yani tüketicisine saygı duruşunda bulunuyorlar.
Broadway’de İngilizce başrol oynadı
Ali Poyrazoğlu, 1943 yılında İstanbul’da doğdu. Pertevniyal Lisesi’nin ardından İstanbul Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. İngiltere ve Fransa’da tiyatro okudu. Sanat yaşamına 1959′da Şehir Tiyatrosu’nda “Tarla Kuşu” oyunuyla başladı. Ardından Ulvi Uraz, Gülriz Sururi-Ergin Cezzar, Dormen, Ayfer Feray ve Arena Toplulukları’nda çalıştı. Kendi adına bir tiyatro kurup yönetti. Daha sonra sunucu ve oyuncu Korhan Abay’la birlikte yeni bir topluluk kurarak tiyatro yaşamını sürdürdü. TV’de “Uyanık Ali” tiplemesini yarattı, parodiler yönetip oynadı. New York Broadway’de sahnelen “Pera” adlı oyunda İngilizce başrol oynadı.
Ali Poyrazoğlu, sinemaya ise 1970′de başladı. Ancak daha sonra Yeşilçam’dan tamamen uzaklaştı. Uzun bir aradan sonra 1988′de “Arkadaşım Şeytan” filmiyle sinemaya döndü. Mazhar Alanson’la başrolünü paylaştığı ve döneminde oldukça konuşulan bu komedi filminde “Şeytan” rolündeydi. Arkadaşım Şeytan’la 1989′da 2. Ankara Film Şenliği’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu; “Dokuz” filmindeki rolüyle ise 2003′te 8. Sadri Alışık Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandı.