Dünya'dan Naki Bakır, 101 yılda kişi başı milli gelirin 345 kat arttığını belirterek şu ifadelere yer verdi:
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu 1923 yılında Osmanlı devletinden, sanayisi olmayan, tamamen “kara saban”a dayalı tarımdan ibaret ve kendi ihtiyacını karşılamaktan uzak bir ekonomi ve birçok savaşta yitirilen insan gücü dolayısıyla son derece az bir nüfus devralmıştı.
Cumhuriyet’in kurulduğu yıl olan 1923 itibarıyla 12 milyon 822 bin kişi olarak tahmin edilen nüfus, Cumhuriyet döneminde ilk sayımın yapıldığı 1927’de ise 13 milyon 554 bin olarak belirlenmişti. Son Orta Vadeli Program (OVP) projeksiyonuna göre yıl ortası nüfus 101 yılda yüzde 567,5 (yaklaşık altı kat) artışla 2024’te 85 milyon 592 bine ulaşıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 1923’te Türkiye’nin GSYH’si sadece 577 milyon dolar düzeyindeydi. Cumhuriyetin 100’üncü yılı olan 2023’te ilk kez 1 trilyon doları aşarak 1 trilyon 130 milyar dolar olan milli gelir, Orta Vadeli Program (OVP) projeksiyonlarına göre 101’inci yıl olan 2024’ün tümünde 1 trilyon 331 milyar dolara ulaşacak. Bu da dolar cinsinden GSYH’de 1923-2024 döneminde yüzde 230.575,9 oranında (2.305,8 katlık) bir artışa denk geliyor. 1923’te sadece 45 dolar olan kişi başına milli gelirin de bu yılın tümünde 15.551 dolar olacağı tahmin ediliyor. Buna göre 2023- 1924 döneminde kişi başına milli gelir yüzde 34.457,8 (344,6 kat) artmış olacak.
DÖNEMLERE GÖRE MİLLİ GELİR
Cumhuriyetin geride kalan 101 yılında, milli gelirde en yüksek yıllık ortalama büyüme hızı, kurucu lider Atatürk’ün yönetimindeki ilk 15 yılda kaydedildi. Sabit fiyatlarla TL bazında milli gelire göre ortalama yıllık büyüme hızı bu dönemde yüzde 7,3 oldu. Dolar kurunun 1,67 TL’den 1,26 liraya gerilediği bu dönemde dolar bazında milli gelir de yüzde 161 büyüyerek 577 milyon dolardan 1 milyar 507 milyon dolara ulaştı.
Atatürk sonrası dönemde milli gelir alanında kaydedilen gelişmeler ise şöyle:
-2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası dünyada derin ekonomik darboğaz yaşanan 1938-1950 arası 12 yıllık “Milli Şef” İsmet İnönü döneminde ise milli gelir kümülatif bazda yüzde 0,2 küçüldü. Bu dönemde yıllık ortalama büyüme oranı eksi (-) yüzde 0,2 oldu.
-Çok partili sisteme geçişle 1950-1960 arası Başbakan Adnan Menderes döneminde ortalama büyüme yüzde 6,3’e, GSYH’de kümülatif büyüme yüzde 85’e çıktı.
-İlk askeri darbenin yapıldığı, siyasetin yeniden dizayn edildiği 1960’dan sonra Milliyetçi Cephe hükümetlerinin iş başında olduğu 1970’e kadarki dönemde kümülatif büyüme yüzde 58,3; yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4,7 olarak gerçekleşti.
-Sağ-sol çatışmalarının damgasını vurduğu, Kıbrıs Barış Harekâtı, ABD ambargosu gibi gelişmeler yüzünden siyasi ve ekonomik istikrarsızlığın arttığı 1970-1980 döneminde ise bu olumsuzluklara rağmen kümülatif büyüme yüzde 59,6, yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 4,8 düzeyinde gerçekleşti.
-12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından, Turgut Özel liderliğinde serbest piyasa ile ekonominin dışa açılması şeklindeki radikal dönüşümü de kapsayan 1990’a kadarki dönemde kümülatif büyüme yüzde 66,2, yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 5,2 oldu.
-Türkiye’nin kısa süreli koalisyon hükümetleri ile yönetildiği 1990-2000 arasındaki on yıl kümülatif bazda yüzde 39,7, yıllık ortalama bazda yüzde 3,4 ile çok partili dönemde büyümenin en yavaş seyrettiği aralık oldu.
-2001’deki Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini ve 2002 sonunda tek başına iktidar olan AK Partinin kesintisiz yönetimini de kapsayan 2000-2010 döneminde kümülatif büyüme yüzde 48,4, yıllık ortalama büyüme yüzde 4 düzeyinde gerçekleşti.
-Tek parti yönetiminin devam ettiği 2010-2024 arasındaki 13 yıllık dönemde yıllık ortalama yüzde 5,7 büyüme hızı ile kümülatif bazda yüzde 103,2 büyüme kaydedildi.
-OVP projeksiyonlarına göre 2024’ün tümünde büyümenin yüzde 4 olması bekleniyor.
İHRACAT 50 MİLYON $'DAN 264 MİLYAR $'A
Ağır savaşların yıktığı topraklar üzerinde kurulan Türkiye, 1923’te sadece 50,8 milyon dolarlık ihracat yapabiliyordu. Aynı yıl toplam ithalat da 86,9 milyon dolardı. 1938 itibarıyla ihracat bir kattan fazla artarak 115 milyon dolar çıkarken ithalat da 118,9 milyon dolar oldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 58,5’ten yüzde 96,7’ye çıktı.
Artan nüfus ve büyüyen ekonomi ile 1970’te ihracat 600 milyon, ithalat da 1 milyar dolara yaklaştı. Dış ticarette 70’li yıllarda başlayan hızlanmada ithalat daha hızlı arttığı için dış ticaret açığı da hızlı büyüme sürecine girdi. 1980 itibarıyla ihracat 2,9 milyar, ithalat 7,9 milyar dolar ve açık 5 milyar dolara vardı.
Dışa açılma dönemi olan 80’lerde başlayan bu trend, izleyen on yıllarda katlanarak devam etti, ihracatın ithalatı karşılama oranı düştü, dış ticaret açığı hızla büyüdü. 2023 itibarıyla ihracat 255,8 milyar dolara, ithalat 361,8 milyar dolara ve açık 106 milyar dolara ulaştı. OVP projeksiyonlarına göre bu yılın tümünde 264 milyar dolar ihracat, 365 milyar dolar ithalat hacmi ve 81 milyar dolar dış ticaret açığı tahmin ediliyor.
İhracatın yanı sıra turizm, dış müteahhitlik ve diğer hizmetlerle birlikte döviz gelirleri hızla artsa da başta ithalat olmak üzere döviz giderleri çok daha hızlı arttığı 80’ler sonrası dönemde Türkiye ödemeler dengesinde ciddi boyutlarda bir cari açık sorunu ile karşı karşıya kaldı. Cari açıkta büyüme özellikle 2000’li yıllarda ivme kazandı. 1990 sonunda 2,6 milyar dolar olan yıllık bazda cari açık, 2023 yılı ortalarında 50 milyar doları aşarken, ikinci yarıda uygulanan programla bu yıl ağustos sonu itibarıyla 11 milyar dolar dolayına geriledi.
EKONOMİK TEMELLER NE ZAMAN ATILDI?
23 Nisan 1920’da Ankara’da açılan Meclis bir yandan Kurtuluş Savaşı’nı yürütüyor, aynı zamanda müstakbel devletin ekonomik temellerini atıyordu. Henüz devlet kurulmamış, Cumhuriyet ilan edilmemişken, yeni devletin ekonomik omurgasının inşasına başlandı.
Bu amaçla İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat-4 Mart 1923’te İzmir’de çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi kesimlerinden 1.135 delege ile toplandı. İzmir’in kurtuluşunun üzerinden henüz 5 ay geçmiş, Lozan Antlaşması’nın imzasına ise daha 4 ay vardı. Kongrede İtilaf Devletleri’nin devam etmesini istediği, Osmanlı Devleti’nin ekonomisini çökerten kapitülasyonlar ve diğer imtiyazların kabul edilemeyeceği kesin şekilde karara bağlandı.
Kredi sorunu, üretimin tanzimi, gümrük meselesi, vergiler, ulaşım araçları gibi konular ayrıntılı biçimde ele alındı. Ekonominin fırsat ve tehditlerinin değerlendirildiği, ekonomik hedeflerin belirlendiği İzmir İktisat Kongresi, esas olarak, 29 Ekim 1923’te ilan edilecek Cumhuriyet Türkiye’si için uygun görülen “karma ekonomi” modelinin temellerinin atıldığı bir platform oldu.
SANAYİDEKİ BÜYÜME
Cumhuriyet kurulduğunda ülkede henüz “fabrika” denebilecek tesisler ortada yoktu. İstanbul, İzmir, Bursa, İzmit, Manisa, Uşak, Adana ve Tarsus gibi yerlerde, çoğu yıpranmışlık veya sahipsizlikten faaliyetini durdurmuş, büyük bölümünün üretimi gıda, dokuma, deriden ibaret 10- 15 işletme bulunuyordu. 2023 sonu itibarıyla imalat sanayi işyeri sayısı 462 bine ulaşırken, çalışan sayısı 5 milyonu, yıllık üretim değeri ise 15,5 trilyon lirayı aştı. Bu yılın ilk sekiz ayında Türkiye’nin 170,8 milyar dolar olan toplam ihracatının yüzde 94,3 oranındaki 161,1 milyar dolarını imalat sanayii gerçekleştirdi. Ancak ihracatta yüksek teknolojinin payı yüzde 3’lerde seyrediyor.
2000'LERDE DIŞ BORÇ BÜYÜMESİ
Kurulduğu ilk yıllardan itibaren geçmiş dönemin borçlarını da ödemeye başlayan Türkiye Cumhuriyeti, istatistiklere yansıyan kendi adına ilk borçlanmasını 1932 yılında yaptı. O yıl 46,5 milyon dolar olan dış borç, Atatürk’ün öldüğü 1938 yılında 146 milyon dolardı. Artan kamu harcamaları ve oluşan açıkların da etkisiyle sonraki on yıllarda artış sürecine giren dış borçta, Türkiye’nin ekonomide dışa açıldığı 80’lerde ve onu izleyen 90’lı yıllarda artan ivme, özellikle 2000’lerde rekor düzeye ulaştı.
2002 sonunda 129,6 milyar dolar olan toplam brüt dış borç stoku, Eylül 2024 sonu itibarıyla 512 milyar dolara ulaşmış bulunuyor. Buna göre son 22 yılda, net 382 milyar dolarla, ilk 79 yıldakinin yaklaşık 3 katı kadar net dış borçlanmaya gidildi. 80’ler sonrası ve özellikle 2000’li yıllardaki dışa açılma ve küresel finansla entegrasyon paralelinde büyüyen dış borç stokunda özel sektör borçlanmasındaki artış etkili oldu.
OSMANLI'NIN EKONOMİK MİRASI NEYDİ?
1.Dünya Savaşı’nda çalışma çağındaki nüfus ve hayvan varlığı ordu emrine alınmış, bitmek bilmeyen savaşlardan dolayı iş gücü hızla azalmış, asker kaçaklarının sayısı da hızla artmış, büyük bir tarımsal işgücü açığı ortaya çıkmış, üretim hızla düşmüş, halk derin bir yoksulluk içinde açlık sınırında bulunuyordu. Aşırı vergiler ve kamulaştırmalar yüzünden çoğu çiftçi toprağından, hayvanları ve tohumluktan yoksun kalmış, Osmanlı ekonomisinin temeli olan tarım, artık “yok” noktasına gelmişti. 1913-1922 arasında tarımsal ürün rekoltesi neredeyse üçte bire inmiş, sadece ordu gereksinimleri için çalışan işletmeler kalmıştı. Tarımsal üretimin en fazla olduğu Marmara, Ege ve Akdeniz bölgeleri ise işgal altındaydı. Sanayisi yok denecek durumdaki ülkede belli başlı merkezlerde potansiyel arz eden ticaret sektörü ise azınlıklar ve yabancıların elindeydi.