VOLKAN KARSAN - FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
“Kazandıran Sohbetler”de SPD Hessen Milletvekili Turgut Yüksel’i konuk etmeden önce kendisi ile tanışma sohbetinde ortak tanıdıklarımızdan birinin de gazeteci Mehmet Canbolat olduğunu konuştuk. Ancak röportaj yayınlanmadan kısa bir süre önce Canbolat dünyaya veda etti. Bu röportajı, 1983 yılından bu yana tanıdığım ve mesleğinin başlangıcında birlikte çalıştığım Toplum gazetesi sahibi Mehmet Canbolat’ın anısına yayınlamak istiyorum.
Şimdi Almanya’ya gelmek isteyenler, Almanya’da yakını olanlar ve yabancı düşmanlığından endişe edenler işte tüm merak ettiğiniz soruların cevapları aşağıda… Biz sorduk, SPD Milletvekili Turgut Yüksel içtenlikle cevapladı…
Turgut Yüksel, Şansölye Olaf Scholz ile birlikte...
“40 YAŞINA KADAR SEÇME SEÇİLME HAKKIM YOKTU AMA BUNA RAĞMEN YİNE AKTİF OLARAK PARTİ İÇİNDE FAHRİ ÇALIŞIYORDUM, BİR GÜN “ARTIK YETER” DEDİM”
- Sayın Yüksel Almanya'daki üniversite eğitimi sonrası siyasete uzanan yolda yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
- Bir işçi ailesinin çocuğuyum. 22 yaşında Almanya'ya geldim. Türkiye'de de politik olarak aktiftim. Karmaşık bir dönem olduğu için ailem ve özellikle babam buraya gelmemi istedi. Babamı kırmamak için geldim ve Ulm şehrinde Almanca eğitimi gördüm, sonra da Frankfurt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldum. Uzun dönem gençlik ve kültür uzmanı olarak bir kuruluşta çalıştım. 1981’den beri de Sosyal Demokrat Parti üyesiyim. Bu çerçevede de hem gençlik örgütünde hem parti teşkilatında delege olarak aktif görev aldım.
40 yaşına kadar seçme seçilme hakkım yoktu ama buna rağmen yine aktif olarak parti içinde fahri çalışıyordum. Bir gün “artık yeter” dedim. Başkaları için çalışıyorum, parti için çalışıyorum, karar verme hakkım bile yok. Bu nedenle Alman vatandaşı oldum ve 1997’den sonra 16 sene Frankfurt İl Genel Meclisi üyeliği yaptım. O dönemde ilk yabancı ve Türkiye kökenli belediye meclisi üyesiydim.
Ondan sonra da artık fahri çalışma yetti. Biraz da bu işe profesyonel zaman ayırayım diye milletvekilliğine aday oldum ve 2014’ten günümüze kadar Hessen Eyalet Meclisi’nde SPD milletvekiliyim.
Turgut Yüksel, Türkiye'ye deprem felaketi için yardım kampanyasında...
“FRANKFURT’TA NÜFUSUN YARISINDAN ÇOĞU YABANCI KÖKENLİ, GENÇ OLANLARIN ARASINDA YÜZDE 60, OKULLARDA DA BU ORAN YÜZDE 70-80’E ÇIKIYOR”
- Sayın milletvekili bu fahri çalıştığınız dönemlerde sanıyorum kültürel sanatsal birçok organizasyona katkılarınız oldu. Bunlardan bahsedebilir misiniz?
- Gençlik ve sosyal uzmanı olarak çalıştığım dönemde özellikle çok kültürlülüğü çalışmamın merkezine aldığım için, Frankfurt ve yaşadığımız eyaletteki gerçekliği kamuoyuna gösterebilmek, insanları duyarlı hale getirebilmek için çok sayıda proje geliştirmeye çalıştım.
Örneğin gençlerin kendilerini, yaratıcılıklarını gösterebilmeleri için 1990’larda yedi yıla yakın Hip Hop yarışması düzenledim. Böylece gençler kendileri için bir platform oluşturdular. Bu dönemde grafiti ve Rap müziğiyle de uğraştım. Oldukça da başarılı olduk.
Bildiğiniz gibi özellikle 1933-1945 arasındaki Nazi rejiminden dolayı milyonlarca insan hem Almanya'da hem Avrupa'da hayatını kaybetti. Bu dönemde Frankfurt'ta yaşayan ve 1932’de Frankfurt’u terk eden bir Yahudi ailenin kızı olan Anne Frank’ın hayatını, geçmişini canlandıran ve onun vizyonu doğrultusunda çalışabilen bir gençlik merkezi oluşturduk. Burada bir kişiyle çalışmaya başlamıştık şu anda 30 kişi çalışmakta. Oradan özellikle yalnız geçmişi anarak ve hesaplaşarak değil, günümüzdeki ırkçı, antisemit, yabancı düşmanı, İslam düşmanı gruplara karşı çalışabilmek hatta geçmişten örnek alıp günümüzde de aynı duyarlılığı göstermek zorundayız diye düşünerek böyle bir çalışmanın içine girmiştik.
Bunun dışında uzun dönem Frankfurt’ta kültürlerinin geçit resmi olan “Parade der Kulturen” diye bir etkinliği örgütledim. Bu etkinliği de katılanların sayısı zaman zaman 100 bini aşmaktaydı. Çalışmamda geçmişi tekrar ederek değil, yeni ve alışılagelmişin dışındaki gelişmeleri örnek almaya çalıştım ve böylece başarılı olduğuma inanıyorum.
Frankfurt şehrinde nüfusun yarısından çoğu yabancı kökenli, genç olanların arasında yüzde 60, okullarda da bu oran yüzde 70-80’e çıkıyor. Bu şehirdeki çok kültürlü gerçeklik, hayatın her alanında kendini gösterebilmeli. Örneğin partilerde, kurumlarda özellikle hizmet sektöründe maalesef bu çok kültürlülük daha hala karşılık bulmuyor. Özellikle hem parti içinde hem de parti dışında bu konuda çalışmalarda bulundum.
SPD Genel Başkanı Lars Klingbeil ve Turgut Yüksel...
“BİR ŞEYLER OLMAK İÇİN DEĞİL, BİR ŞEYLER YAPABİLMEK İÇİN POLİTİKAYA GİRMELİYİZ, HER ŞEYİN BAŞI ÖNCE İDEALİMİZ, VİZYONUMUZ OLMALI”
- Türk ya da yabancı kökenliler Almanya siyasetinde göçmenlerin geleceği konusunda söz sahibi olmak için nasıl bir yol izlemeli?
- Çok uzun geçmişi olan tarihi bir sorundan söz ediyoruz. Özellikle buraya birinci nesil olarak gelen aileler bir gün Türkiye'ye döneceklerini düşünerek kendilerini misafir olarak görmekteydiler. Almanlar da onları misafir olarak görmekteydi ama hayatın gerçeği bu düşüncelerine biraz ters düştü. Hem burada çalışıp Türkiye’de yatırım yapmak ya da evini arsasını almak için çaba gösterirken ailelerini de buraya getirdiler. Burada çocukları, torunları oldu. Şu anda dördüncü nesil oluşmaya başladı. Yani artık buranın bir parçası oldular.
İlk dönemlerde böyle bir gerçekliğin farkına varmadıkları için kendileri uyuma yönelik özel bir çaba göstermediler. Alman kurum ve kuruluşları da bunlar nasıl olsa gidecekler politikasıyla bu konuda özel bir çaba göstermedi. Bunun sonradan farkına vardılar.
1980 dönemlerinde Türk, İspanyol, Portekiz, Yunan kökenli birçok dernek, kurum ve sivil toplum örgütleri güçlü yapılanmaları vardı. Bunlar buraya ülkelerinden gelen vatandaşları için özel çaba gösteren kurumlardı. Fakat her şeye rağmen ne kadar ayakları burada da olsa kafaları hep geldikleri ülkedeydi.
Politikayla uğraşmak, hele hele yabancı kökenli olursanız pek kolay değil. Verdiğiniz uğraşın zorluğunu bilmek ve sabırlı olmak zorundasınız. Deriniz kalın olmak zorunda, hemen yıpranmamalısınız, hemen havlu atmamalısınız.
Özellikle 1980’de Türkiye'deki askeri darbeden sonra ülkede sosyal ve siyasal faaliyet gösteren kurum kuruluş dağıldıktan sonra bu gelişmeler Almanya’ya da yansıdı. Bu yapılanmaların birçoğu da yaşadıkları ülkedeki sorunlara fazla eğilemedikleri için treni kaçırdılar. Daha çok 1990’larda dini ve etnik bazda yapılanmalar oluşmaya başladı.
Ama buradaki sorunlarımıza eğilirken, politik istemlerimizi dile getirirken, yalnız kendi içimizde örgütlenmek, kendi gettolarımızı oluşturmak doğru bir yol değildi. İçinde yaşadığımız toplumun politik arenası dahil her alanında aktif görev almak zorundayız.
Şöyle bir gerçek de var. Bazı gençlerin siyasete girmek ve milletvekili olmak için ne yapabilirim gibi soruları oluyor. Politikaya bir şeyler olmak için değil, bir şeyleri değiştirmek için girilmeli. Benim de siyasi hayatımda hep kafamda belli ütopya ve vizyonlar vardı.
Daha güzel bir dünya, güzelden, doğrudan, hukuktan, haktan yana olan bir toplumu yaratma düşüncesi hep ön planda oldu. Toplumu değiştirmek, yenilemek için politikanın içine girdik. Bundan dolayı da bir şeyler olmak için değil, bir şeyler yapabilmek için politikaya girmeliyiz. Her şeyin başı önce idealimiz, vizyonumuz olmalı.
Politikayla uğraşmak, hele hele yabancı kökenli olursanız pek kolay değil. Verdiğiniz uğraşın zorluğunu bilmek ve sabırlı olmak zorundasınız. Deriniz kalın olmak zorunda, hemen yıpranmamalısınız, hemen havlu atmamalısınız. Örneğin şu gerçekle karşılaştırabiliriz, yaşadığımız toplumlarda kadınlar belli yerlere gelmek için bazen erkeklerden daha fazla çalışmak zorunda kalıyorlar. Kendilerini kabul ettirmeleri için daha çok varlık göstermek zorunda kalıyorlar. Bizler de yabancı ülkelerde azınlık olduğumuzdan dolayı o ülke kökenli vatandaştan daha fazla çaba gösterip daha fazla çalışmak zorunda kalıyoruz. Başarının yolu da hep dikenli, çakıllı. Eğer içimizde idealimiz olursa elimizi taşın altına koymak zorundayız.
“ÖZELLİKLE SAĞLIK, ULAŞIM, TEKNOLOJİ SEKTÖRLERİNDE GENÇ KALİFİYE ELEMANLARA İHTİYAÇ VAR, SADECE BURADAKİ GENÇ NÜFUS İLE BU İSTİHDAM AÇIĞINI KARŞILAYAMIYOR”
- Bir yandan iltica edenler ve zorunlu göçmenlerin sayısı artarken Almanya, yeniden kalifiye yabancı çalışana kapılarını açıyor bu konuda görüşleriniz neler?
- Almanya'nın demografik nüfus yapısı gittikçe yaşlanmakta. Yeni doğanların ve gençlerin yapısı oldukça düşük. Ama bunun karşısında yaşlananlar oldukça fazla. İnsanların yaşam süreleri özellikle kadınlarda 85-90’ın üzerine çıkmakta. Bundan dolayı da toplumdaki o dengesizlik daha fazla artmakta ve çalışan üreten genç nüfusun sayısı da gittikçe azalmakta. Özellikle sağlık, ulaşım, teknoloji sektörlerinde genç kalifiye elemanlara ihtiyaç var. Sadece buradaki genç nüfus ile bu istihdam açığını karşılayamıyor. Bu nedenle kalifiye göçmen işçiye ihtiyacımız var. Bir gerçek daha var, eğitim sistemimiz birçok Avrupa ülkesinden daha önde olmasına rağmen, diplomasız mesleksiz gençlerin oranı da oldukça fazla. Bu gençlerin arasında Türkiye kökenliler de oldukça fazla. Bu nedenle gençlerimizi daha çok meslek eğitimine yöneltip, kalifiye eleman olmaya zorlamalıyız. Ama bu da yetmediği için genç kalifiye göçe ihtiyacımız var.
Burada bir de anlaşılmayan bir konu var. Son 10 yıl içinde altı milyona yakın mülteci Almanya'ya geldi. Bunların içinde 2015’ten sonra Suriye’den, Afganistan’dan gelenler var. Son iki yıl içinde Ukrayna'dan bir buçuk milyon mülteci geldi. Bu kadar insan gelmesine rağmen kalifiye işçi getirmemizin nedeni şu: Orada da bir dengesizlik var. Buradaki mültecilerin çoğu belli bir dönem çalışma izinleri olmadığından dolayı iş hayatına giremiyorlar. Bu açığı kapatabilmemiz için en kısa zamanda sağlıklı bir uyum politikasıyla, hızla onların oturma izinlerini vererek bir çözüm bulabiliriz.
Ama öncelikle Avrupa Birliği dışında olan ülkelerden örneğin Sırbistan, Türkiye, Latin Amerika ülkeleri, Uzakdoğu ülkelerinden kalifiye eleman göçü için çaba gösterilmekte. Bunun için de 2023’te yeni çıkartılan göç yasasıyla Almanya'da çalışabilmek için gelebilmelerini kolaylaştırmak için yeni bir yasa da çıkarıldı. AB dışından tabii Türkiye’den gelenler bu yasadan yararlanabiliyor.
“AĞIR VASITA ŞOFÖRÜ, ELEKTRİK TEKNİSYENİ, EL SANATLARI YAPANLAR VE SAĞLIK SEKTÖRÜ ÇALIŞANLARI VE DE BUNU BELGELEYENLERİN BURADA YENİ YASA ÇERÇEVESİNDE İŞ BULMA İMKANLARI OLDUKÇA KOLAY”
- Bu yeni yasadan Türkiye'deki kalifiye insanların faydalanması için pratik önerileriniz var mı?
- Şu anda en büyük sorunlardan biri Türkiye'den Almanya'ya gelmek isteyen oldukça fazla olması. Ekonomik kriz ve iş bulamamalarından dolayı Türkiye’de kalifiye genç sayısı oldukça kabarık. Bunların birçoğu buraya gelmek istemekte ama en büyük sorun bulundukları şehirlerde ya da özellikle Ankara, İstanbul, İzmir'de vize için randevu bile almanın çok güç olması. Buraya geldiklerinde de sertifikalarını kabul ettirme zamanı da epey uzun sürmekte. Bu konuda ivedilikle bürokrasiyi ortadan kaldırıp daha kolaylaştırmak gerekiyor.
Bunun yanında bir sorun daha var. Maalesef “Türkiye'yi beğenmeyen gitsin” gibi söylemler ülke için de bir kayıp yaratıyor. Buraya doktor, mühendis, bilgisayar uzmanı birçok genç geliyor ve burada kolayca iş bulabiliyor. Bundan dolayı da Türkiye bu konuda daha dikkatli olup onları mutlu edecek bir ortamı kendi ülkemizde yaratabilmeli.
Ağır vasıta şoförü, elektrik teknisyeni, el sanatları yapanlar ve sağlık sektörü çalışanları ve de bunu belgeleyenlerin burada yeni yasa çerçevesinde iş bulma imkanları oldukça kolay. Tabii bunu yapmaları için de belli kuralları da yerine getirmeleri gerekiyor.
“YENİ KANUNLA BİRLİKTE BURADA EMEKLİ OLUP YAŞAYANLAR ALMAN VATANDAŞLIĞINA GEÇMEK İSTEDİKLERİNDE ALMAN DİLİ İMTİHANINA TABİ TUTULMAYACAKLAR”
- Vatandaşlık Yasası'ndaki olası değişiklerle çifte vatandaşlık yine gündemde bu konuda ne düşünüyorsunuz?
- Politik çalışmalarımda sürekli şunu dile getirdim. Alman vatandaşlığının kolaylaştırılması, çifte vatandaşlığın kabul edilmesi gerekir. 1999’da Sosyal Demokrat ve Yeşiller federal hükümette iken böyle bir yeni yasa getirildi. Bu yasada çifte vatandaşlık hakkı da yer almıştı. Maalesef Hıristiyan Demokratlar, büyük bir tepki göstererek imza kampanyalarıyla bu yasayı engellediler.
Şimdi güzel olan tarafı yine, şu anda hükümet olan Sosyal Demokrat, Yeşiller ve Liberal Parti ile birlikte yeniden bu yasayı ele alıp Alman vatandaşlığına geçilmesi kolaylaştırıldı.
İkincisi çifte vatandaşlık hakkına AB dışı ülkelerden gelenler de sahip olabilecekler. Bunun için eskiden en az Almanya'da sekiz sene çalışan, sürekli oturma izni olanlar Alman vatandaşı olabiliyorlardı. Bu beş seneye indirildi. Eğer uyuma yönelik örnek çalışmaları varsa çabuk adapte olmayı başarırlarsa üç sene içinde de Alman vatandaşı olabilecekler. Tabii ki bu aynı zamanda buraya gelen kalifiye elemanlar için de geçerli. Bu kişileri topluma çabuk kazandırabilmek için, uyumun sağlanabilmesi için de böyle bir yasanın güzel olacağını düşünüyorum.
Yasanın en iyi taraflarından biri de şu: Geçmiş dönemde özellikle birinci nesilden Alman vatandaşı olmak isteyenler, Almanca imtihanına tabi tutuluyorlardı. Buraya gelip 30-40 sene çalışıp, bu ülkenin kalkınmasına faydası olan elleri öpülecek bu neslin önüne bariyerler konması da kabul edilecek bir şey değildi. Yeni kanunla birlikte burada emekli olup yaşayanlar Alman vatandaşlığına geçmek istediklerinde Alman dili imtihanına tabi tutulmayacaklar.
Çifte vatandaşlık hakkına AB dışı ülkelerden gelenler de sahip olabilecekler. Bunun için eskiden en az Almanya'da sekiz sene çalışan, sürekli oturma izni olanlar Alman vatandaşı olabiliyorlardı. Bu beş seneye indirildi. Eğer uyuma yönelik örnek çalışmaları varsa çabuk adapte olmayı başarırlarsa üç sene içinde de Alman vatandaşı olabilecekler.
Turgut Yüksel ve Frankfurt Belediye Başkanı Mike Josef...
“ŞU ANDA YABANCI KÖKENLİ ALMAN NÜFUSUNUN YÜZDE 12’Sİ YANİ AŞAĞI YUKARI ÜÇ MİLYONU TÜRKİYE KÖKENLİ, BU AYNI ZAMANDA ÖNEMLİ BİR SEÇMEN POTANSİYELİ”
- Alman siyasal hayatında yabancı kökenli Alman vatandaşlar rakamsal olarak ne ifade ediyor? Siyasetteki yabancı kökenli çalışma arkadaşlarınızla ilgili örnekler verebilir misiniz?
- Almanya’nın 83,1 milyon nüfusu var. Bunun yüzde 23’ü yabancı kökenli. Bu oran 10 yıl önce yüzde 19, 20 yıl önce yüzde 16 civarındaydı. Şu anda yabancı kökenli Alman nüfusunun yüzde 12’si yani aşağı yukarı üç milyon Türkiye kökenli kişi yaşamakta. Bu aynı zamanda önemli bir seçmen potansiyeli. Maalesef daha Almanya toplumdaki çok kültürlülük gerçeğinin farkında olmadığı için parlamentolarda ve resmi Alman kurumlarında yabancıların sayısı da bununla dengeli değil. Ama Frankfurt’un ayrı bir özelliği var, uluslararası çok kültürlü bir şehir. Ben ilk defa partiye girdiğim zaman belki yabancı kökenli olanların başında geliyordum ve bir yerlere ulaşabilmek için oldukça çok çaba sarfetmek zorunda kaldım. Benim gibi olanlar yeni neslin önüne açtılar.
Şu anda Frankfurt Belediye Başkanı Suriye kökenli mülteci ailenin Süryani çocuğu Mike Josef. Frankfurt İl Genel Meclisi Başkanı Türkiye kökenli Hilime Arslaner. Belediye Başkan Yardımcısı, İran kökenli Nargess Eskandari Grünberg. Artık özellikle çok kültürlü olan şehirlerde bundan 30 yıl önceki gibi değil. Şu anda Federal Almanya'da yalnız Sosyal Demokrat Parti'de 10’a yakın Türkiye kökenli milletvekilimiz var.
“FRANKFURT'A SIK SIK GELİP GİTTİĞİNİZDE HANGİ CADDEYE GİDERSENİZ GİDİN KENDİNİZİ PEK YABANCI HİSSETMEZSİNİZ, GLOBALLEŞMİŞ DÜNYANIN BİR AYNASI BU KENT”
- Peki bu anlamda Frankfurt Almanya'ya örnek olmalı diyor musunuz?
- Frankfurt, Almanya'ya değil Avrupa'ya örnek olmalı diye düşünüyorum. Frankfurt'a sık sık gelip gittiğinizde hangi caddeye giderseniz gidin kendinizi pek yabancı hissetmezsiniz. Dünyanın hangi şehrindeyim diye düşündüğünüz zaman onun kararını vermek çok zor olur. Globalleşmiş dünyanın bir aynası Frankfurt. Tabii bu, özellikle Avrupa'nın en büyük havalimanlarından birinin burada olması ve buranın bir fuar şehri olmasından da kaynaklanmakta.
Buradan bir delegasyonla Eskişehir'e gittiğimizde Alman arkadaşlar bir taşra kenti zannediyorlardı, ön yargılarla gelmişlerdi. Eskişehir'i gördükten sonra düzenliliğini, güzelliğini, kültüre verdiği değeri, temizliğini öve öve bitiremediler.
“FRANKFURT'UN TÜRKİYE'DE KARDEŞ ŞEHRİ YOKTU, BU KONUDA BENİM İNİSİYATİFİMLE YAKLAŞIK 15 YIL ÖNCE ESKİŞEHİR'İ KARDEŞ ŞEHRİ OLARAK SEÇTİK VE ÇOK DA GÜZEL OLDU”
- Ayrıca bildiğim kadarıyla Frankfurt, Türkiye'nin örnek belediyesi Eskişehir ile de kardeş şehir?
- Evet belki bu da geçmişteki küçük başarılarımdan biridir. Frankfurt'un Türkiye'de kardeş şehri yoktu. Bu konuda benim inisiyatifimle yaklaşık 15 yıl önce Eskişehir'i kardeş şehri olarak seçtik ve çok da güzel oldu. Tabii İstanbul veya İzmir olması daha güzel olabilirdi ama İç Anadolu'nun bir şehri olmasının daha iyi olduğuna inanıyorum. Buradan bir delegasyonla Eskişehir'e gittiğimizde Alman arkadaşlar bir taşra kenti zannediyorlardı, ön yargılarla gelmişlerdi. Eskişehir'i gördükten sonra düzenliliğini, güzelliğini, kültüre verdiği değeri, temizliğini öve öve bitiremediler. Bu açıdan da bu iki kardeş şehir projesi bazı ön yargıların yıkılmasını da önemli şekilde neden oldu.
Turgut Yüksel, Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser ile birlikte...
“OLUŞAN EKONOMİK DENGESİZLİĞİ ÖZELLİKLE SAĞ PARTİLER EN İYİ ŞEKİLDE KULLANMAYA ÇALIŞTILAR, BUNU ALMANYA’DA ÖZELLİKLE AFD YAPIYOR VE HER SÖYLEMİNDE YABANCILARI HEDEF ALARAK MAALESEF PRİM TOPLUYOR”
- Gelelim kamuoyunu çok meşgul eden konuya. Aşırı sağcı AfD'nin (Alternativ für Deutschland/ Almanya için alternatif) bir yandan taraftar sayısı artıyor, bir yandan da göçmenler için ciddi tehditler oluşuyor. Sizce bu gelişmeler nelere gebe?
- Bu gelişmenin en büyük nedeninden biri özellikle 2015 yılından sonra Avrupa'ya büyük bir göç olması ve bu dönemde Avrupa'nın birçok ülkesinde başarısız olan politikalar sonucu sebebin hep yabancılar olarak gösterilmeye çalışılması. Irkçı partiler, milliyetçi söylemlerle bu mülteci ve göç sorununu istismar etmeye başladılar. Dünyanın her yerinde politikacılar belli konularda başarısızlık oldukları zaman hep milliyetçi ve ırkçı söylemlerle prim toplamaya çalışırlar.
Bu konuda da Almanya hariç Avrupa'nın birçok ülkesinde yönetime geliyorlar, İtalya'da şu anda aşırı sağcı bir başbakan ülkeyi yönetiyor.
Göç politikasından yola çıkıp prim toplayarak ve dengesizliklerin nedenini yabancılara yükleyerek belli akımlar güçlenmeye başladılar. Suriye krizinden dışında en büyük nedenlerden biri de Kovit pandemisinden sonra ortaya çıkan yüksek enflasyon oldu.
Bununla birlikte komplo teorileri gittikçe güçlendi ve sosyal medyada kirli bir propaganda kullanıldı. Bunların yanı sıra Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasıyla meydana gelen savaşın sonuçları da Almanya başta olmak üzere Avrupa'ya yeni bir göç akımı yarattı. Oluşan ekonomik dengesizliği özellikle sağ partiler en iyi şekilde kullanmaya çalıştılar. Bunu Almanya’da özellikle AfD yapıyor ve her söyleminde yabancıları hedef alarak maalesef prim toplamakta. Federal Almanya Parlamentosu’na ve birçok eyalet parlamentosuna temsilci gönderebilmekte. Özellikle önümüzdeki dönemde doğu eyaletlerinde yapılacak seçimlerde diğer partilerden güçlü olabilecekleri düşünülmekte.
Bilindiği gibi geçen kasım ayında Potsdam kentinde aşırı sağcıların katıldığı bir toplantıda AfD temsilcileri de göç sorunu, milyonlarca insanın ülkeden gönderilmesi konusunda öneriler ve planlar öne sürmüşlerdi. Göçmenlerin ülke dışına gönderilmesi söz konusu olduğunda, 1930’lardaki altı milyona yakın Yahudi kökenli insanın göçe zorlanması ve katledilmesi akıllara gelmekte. Özellikle Almanya bu konuda daha duyarlı olmak zorunda. Çünkü geçmişte bu gibi politikaların sonuçları oldukça acı ve Almanya milyonlarca insanın hayatını kaybettiği bir dönemden geçmiş.
Bu toplantı bazı gazeteciler tarafından kamuoyuna yansıtıldığında Almanya'da yeni bir skandal olarak gündeme geldi. Ancak güzel gelişme de şu, aşağı yukarı 3-4 haftadır Almanya'nın hemen hemen her şehrinde milyonlarca insan çok kültürlülük için, hoşgörü için, ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı sokaklara döküldü. Sadece dar bir çevrede değil, toplumun bütün katmanlarından demokratik çevreler buna karşı tepki göstermeye başladı. Bu da belki geleceğimiz için en umut verici gelişmelerinden biri.
Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius ve Turgut Yüksel...
“AŞIRI SAĞI GÜÇLENDİREN EN BÜYÜK ETKEN GÖÇ POLİTİKALARI, BEN, ALMANYA BÜTÜN KAPILARINI AÇSIN, HERKES İSTEDİĞİ GİBİ GELEBİLSİN POLİTİKASINI DOĞRU BULMUYORUM, KONTROLLÜ BİR GÖÇÜN OLMASI GEREKTİĞİ GERÇEĞİ DE KABUL EDİLMELİ”
- Irkçı yapılarla mücadele, sadece protesto ve gösterilerle bir yere varabilir mi? Yoksa çok kültürlülüğü geliştirmek, uyum politikalarını daha etkili kullanmak acaba farklı bir çözüm olabilir mi? Burada SPD, Yeşiller ve liberallere daha çok iş düşüyor mu?
- Şu tartışmalar da var, AfD gibi partilerin kapatılması gerektiğini savunan politikacılar da mevcut. Sorunu yasaklamanın çözeceğine pek inanmıyorum. Birincisi böyle bir çaba çok uzun sürecektir çünkü Almanya'da herhangi partiyi kapatmak ve kapatmayı ispatlayacak belgeleme oldukça zor.
Almanya Anayasası’nı Koruma Örgütü tarafından AfD’nin bazı yapılanmaları, gençlik örgütlenmeleri gözetim altında, kuruluşa para girişi ve çıkışı da kontrol edilmekte.
Demokratik olmayan, anayasaya uygun olmayan çalışmaları da engellemek için belli girişimler var. Ama yalnız AfD kontrol altına alınarak ya da yasaklanarak sorun çözülemez. Sorunun temelinde AfD’ye oy veren katı bir seçmen kitlesi var ve bu kitlenin fikrinin değişmesi pek kolay değil. Milliyetçi, ırkçı, antisemit, yabancı düşmanı, islam düşmanı olan beyinleri, zihinleri köhneleşmiş insanların pek kazanılacağına inanmıyorum. Ama bir kısım AfD seçmeni ise onların fikirlerine inandığı için değil protesto olarak oy kullanmakta. Bu kişilerin ise kazanılması mümkün.
Pandemi dönemi sonrası ve Ukrayna savaşının getirdiği ekonomik krizden dolayı insanların yaşamı oldukça zorlaşmaya ve pahalılaşmaya başladı. Sıradan vatandaşlar keselerinde bunun farkına vardılar. Bu nedenle de özellikle AfD gibi partiler, hatta Hristiyan Demokratlar sanki bu gelişmenin nedeni yabancılarmış gibi faturayı onlara çıkardılar. Ama üretilecek sosyal politikalarla, aradaki dengesizlik kaldırıldığında aşırı sağ ile uğraşmak daha kolay olacaktır.
Bir gerçek var, yazılı basına olan ilgi gün geçtikçe azalmakta, özellikle cep telefonu ve sosyal medya üzerinden bilgileniliyor.
Bu sosyal medyadaki kısa dar haberler ve bilgi kirliliği ile insanların kafaları da kolayca karıştırılabiliyor. Bu konuda büyük yatırımlar da devrede, özellikle Rusya hemen hemen Avrupa'nın her ülkesinde trolleriyle oldukça aktif. İlginç olan tarafı da Avrupa'nın her ülkesinde bu aşırı sağcılar Putin'e özel bir sempati duymakta ve ondan destek görmekteler. Bu duruma karşı vereceğimiz mücadele önce sosyal dengesizliğin ortadan kaldırılması, ikincisi de bu bilgi kirliliğine karşı özel projelere yürütülmesi gerekir.
Aşırı sağı güçlendiren en büyük etken göç politikaları. Benim şahsi görüşüm, Almanya bütün kapılarını açsın, herkes istediği gibi gelebilsin politikasını doğru bulmuyorum. Kontrollü bir göçün olması gerektiği gerçeği de kabul edilmeli.
Ama Almanya Anayasası’nın herkese verdiği bir hak var. Geldiği ülkede düşüncesinden, cinsiyetinden, azınlık olmasından dolayı baskı ve zulüm gören her kişi Almanya’ya iltica edebilir. Almanya geçmişteki tecrübelerinden dolayı, kimsenin düşüncelerinden, siyasi tercihlerinden dolayı baskı altında olmasını istemiyor ve bu hakkı veriyor. Ancak şunu da biliyoruz ki, göç yalnız siyasi değil, aynı zamanda ekonomik. Bu göçü de kontrollü olarak Almanya'ya yönlendirmek gerektiğine inanıyorum
Bir örnek vermek isterim, 2016’da Türkiye ile AB arasında bir göç anlaşması hayata geçirildi. Bu noktada belki Türkiye’deki ya da buradaki birçok kişiden farklı düşünüyor olabilirim. Ben bu anlaşmanın Almanya ve Avrupa çıkarları açısından doğru olduğuna inanıyorum. Türk hükümetini birçok konuda eleştirebiliriz ama bu konuda yapılan anlaşma doğruydu. O anlaşma olmasaydı göç edenleri sayısı katlanabilir ve aşırı sağın daha da güçlenmesine neden olabilirdi.
Zaten Güney Avrupa sınır kapılarına gelen göçmen akınından dolayı Yunanistan ve İtalya sorunu çözemediler. Türkiye’nin yaptığı anlaşma Almanya'daki biz yabancı kökenlilerin çıkarı açısından da doğru oldu.
“ÇEVRE BİLİNCİ HÂLÂ ALMANYA'DA OLDUKÇA GÜÇLÜ, ÖZELLİKLE GENÇLER BU KONUDA OLDUKÇA DUYARLILAR, GELECEKLERİNİ TEHLİKEDE GÖRDÜKLERİNDEN DOLAYI ÇOK AKTİFLER”
- 1980'lerin çevre bilinci zirvedeki Almanya ile 2024'teki manzara arasında ne gibi temel farklar var?
- Çevre bilinci hâlâ Almanya'da oldukça güçlü. Küreselleşmenin getirdiği etkenlerle birlikte özellikle sürekli şunu görmekteyiz. Yangınların, sel felaketlerinin olması, kuraklığın artması gibi sorunlar göçlere neden olmakta.
Bu felaketlerin nedeni atmosferin kirlenmesi, havaların ısınması, sonuçta insanların neden olduğu bir olgu. Eğer bunun önüne geçilmezse göçler çoğalacak ve daha büyük felaketler söz konusu olacak. Bakın Almanya'nın kuzeyinde pek orman yangını falan olmazdı. Geçen dönemde 23 yerde orman yangını çıktı. Denizin seviyesi gittikçe yükselmekte, kuzey kutbunda buzlar erimekte.
Belki biz pek etkilenmeyeceğiz ama bizden sonra gelecek nesiller çok etkilenecekler. Bundan dolayı da özellikle gençler bu konuda oldukça duyarlılar. Geleceklerini tehlikede gördüklerinden dolayı çok aktifler.
Ancak, protesto etmek konuyu dile getirmek değil alternatif de üretmek gerekli. Bunun başında yenilenebilir enerji geliyor. Fosil yakıtlardan uzaklaşıp güneş, rüzgar ve sudan enerji elde etmek gerekiyor.
Turgut Yüksel (sağ başta) senede bir gün temizlik işçiliği yapıyor.
“YABANCI KÖKENLİ GENÇLER YEDİKLERİNİN ARTANLARINI SOKAĞA ATABİLİYORLAR, AMA SABAH ONU TOPLAYAN YİNE KENDİ VATANDAŞI, KENDİ ABİSİ, AMCASI, AKRABASI OLABİLİYOR”
- Sayın Yüksel ben sorumu biraz da şöyle basit bir örnekten yola çıkarak farklı bir noktaya odaklandırmak isterim. 1980’lerde burada yaşayan bir insan olarak mesela sokakta yere atılmış bir ciklet görmezdim. Şimdi görüyorum. Sokağa atılmış bir sigara filtresi görmezdim. Şimdi görüyorum. Burada çevre duyarlılığı belki bilinçli insanları arasında yine yüksek ama maalesef sayısı artan göçmenler ya da ekonomik durumu zor insanlar arasında da oldukça düşük. Bu konu Almanya'nın cazibe merkezi olarak gelinen ülke konumuna zarar vermiyor mu?
- Bu belirleyici değil belirleyici olan global gelişmeler, global endüstrisi, global ekonomik ilişkiler. Bu dediğiniz konuların eğitim eksikliğinden, kültürel yabancılaşmadan da olabileceğine inanıyorum.
Tabii sizin 80’lerde yaşadığınız Frankfurt'ta belki üç tane dönerci vardı, belki yoktu. Ama şu anda her semtte her mahallede en azından beş tane var. Eskiden pek Uzak Doğu mutfağı yoktu ama şimdi her semtte bir Uzak Doğu restoranı var. Kısacası bütün dünya Frankfurt’ta kendine yer buluyor. Sürekli turist ve misafir ağırlıyor, bu da bir neden…
Kimse çöp kutusu aramıyor. Bir zamanlar sigara içtiğimde arabadan atmaz utanırdık. O zaman kültürün bize verdiği bir eğitim vardı. Şimdi biraz da vurdum duymaz gençler de var.
Mesela yabancı kökenli gençler yediklerinin artanlarını sokağa atabiliyorlar. Ama sabah onu toplayan yine kendi vatandaşı. Kendi abisi amcası akrabası olabiliyor.
Senede bir kez temizlik kurumuna gidip sokakları süpürmek için bir gün çalışıyorum. Oraya gittiğim zaman çalışanların neredeyse hepsi yabancı kökenli.
Yani o gençlerde şunu bilmek zorundalar. Sokağı temizleyen de onlardan biri, sokağı temizleyenler de insan. O açıdan en iyi insan çevresini kirletmeyen insan olmalı.
Genç finansal danışman, girişimci Bikem İnce İnanç’tan ‘bilimsel ihracat’ uyarısı
Ünlü deniz biyolojisi doktoru ve belgeselci Mert Gökalp’ten kurtuluş reçetesi
2024’ün 'yıldız haritası'nda ekonomik kriz görünüyor mu? Astrolog Binnur Zaimler yanıtladı
Yüksek enflasyonu düşürmenin Türkiye’ye maliyeti ne olur? Murat Sağman anlatıyor
Prof. Dr. Yusuf Kaderli gözüyle borsa, yatırımcı ve portföy
Ünal Koçak: Türk halkı spekülatif şeyleri çok okuyor