VOLKAN KARSAN - FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
Ekonomimiz için bu yıl hedef daha fazla ihracat… Üretilen her mal ve hizmetin yurt dışında müşteri bulması için çok sayıda teşvik edici imkan var. Konunun uzmanı Malogra Danışmanlık kurucusu Bikem İnce İnanç’a sorularımızı yönelttik. İnanç, “Kazandıran Sohbetler”de finans formülleriyle dolu adeta bir seminer verdi…
“BİR FRANSIZ DERMOKOZMETİK FİRMASININ BÜTÇE, RAPORLAMA DİREKTÖRLÜĞÜNÜ YAPARKEN GİRİŞİMCİ OLMAYA KARAR VERDİM”
- Sayın İnanç, bu kadar genç yaşta böylesi önemli bir konuda danışmanlık yapmak için geçtiğiniz kariyer etaplarını anlatır mısınız?
- Ankara Atatürk Anadolu Lisesi'nin ardından Türkiye derecesi ile Galatasaray Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nü kazandım. Burada okurken yaptığım en doğru iş galiba şuydu: Öğrenciliğimin ilk gününden son gününe kadar bilfiil işimle alakalı ya da alakasız pek çok işte çalıştım.
Bunun bana çok büyük kazanımları olduğunu düşünüyorum çünkü gerçekten çok kıymetli tecrübeler edindim. Kişisel olarak da çok geliştim, aklınıza gelebilecek birçok farklı iş yaptım. Anketörlük, garsonluk, global firmalarda finans direktör asistanlığı, back office yetkilisi, uluslararası bir ilaç firmasında pazarlama mükemmelliği stajyerliği gibi pek çok alandan pek çok işte çalıştım. Ayrıca büyük bir dershane de matematik öğretmenliği ardından da Fransızca eğitim veren bir dershanede Fransızca matematik öğretmenliği yaptım. Aktardığım gibi aslında mesleğimle alakalı ya da alakasız pek çok işte çalıştım. En büyük artım aslında buydu.
Mezun olduktan sonra bana en yakın gelen finans alanında beyaz yakalı olarak ilerledim. Yerli ve uluslararası pek çok sektörde ve firmada çalıştım. En son bir Fransız dermokozmetik firmasının bütçe, raporlama direktörlüğünü yaparken girişimci olmaya karar verdim. 2017 yılında ani bir kararla beyaz yakalı olarak çalışmayı bırakıp edindiğim tecrübelerden yola çıkarak finansal yönetim danışmanlık firması olan Malogra Danışmanlığı kurdum.
“BİZ MAALESEF BİR TAKIM SEKTÖREL YA DA GLOBAL EKONOMİK DEĞİŞİMLERE HAZIRLIKLI OLAMIYORUZ ÇÜNKÜ FİNANSI ÖNEMSEMİYORUZ”
- Bir işletme neden bir finans danışmanına ihtiyaç duyar ve bu neden çok önemlidir?
- Türkiye'de bence en büyük eksik noktamız şu, muhasebe ve finans birbirine karıştırılıyor. Herkesin zorunlu olarak bir muhasebecisi ve mali müşaviri bulununca, bu kişiler muhasebe kayıtları tutulduğu için finansının da düzgün olduğunu zannediyor. Fakat finansla muhasebe birbirine çok yakın olmakla birlikte temelde birbirinden farklı iki dal. Çok basit özetleyecek olursak, muhasebe bir işletmenin geçmişiyle ilgileniyor. Finans ise bir işletmenin geleceğiyle ilgili. Muhasebe tarafında bir işletmenin zaten olmuş bitmiş para ve para türevindeki her şeyi kayıt altına alınıyor. Fakat finans tarafında geçmişten gelen tecrübeler ve verilerin ışığında, gelecekte neler olabileceğine dair öngörülerde bulunarak, bu öngörülere ilişkin firmanın aksiyon planlarını belirlemek, gerekli önlemlerin alınmasını sağlamak gibi hareket planları çıkartılıyor. Biz maalesef geleceği planlama ve bunda da nokta atışı işler planlayıp, bir takım sektörel ya da global ekonomik değişimlere hazırlıklı olamıyoruz çünkü finansı önemsemiyoruz.
Burada iki konu karşımıza çıkıyor. İlki finansın ne olduğunu bilmemek, finansal farkındalığının az olması, ikincisi de finansı bilen işletmelerde de finans departmanı kurmanın işverene maliyetinin yüksekliği. Bu iki nedenden dolayı işletmeler finanstan uzak duruyorlar. Ben yola çıkarken firmaların finansal anlamında daha güçlü olabilmeleri için finans departmanı hizmetini dışarıdan ulaşılabilir maliyetlerle (outsource ederek) doğru bir finansal yönetimi sağlayabilmelerini hedefledim. Dolayısıyla bir işletmenin, özellikle günümüzün global ekonomik koşulları da göz önünde bulundurulduğunda finansal tarafının güçlü olması, sürdürülebilirliği ve kontrollü şekilde büyüyebilmesi açısından oldukça büyük önem arz ediyor.
“TEŞVİK VE HİBELERLE İLGİLİ DE ASLINDA TÜRKİYE'DE YANLIŞ BİR ALGI VAR. FİNANSTAN DAHA ÇOK BİLİNİYOR AMA YANLIŞ BİLİNİYOR”
- İşletmeler devletten ya da çeşitli fonlardan nasıl destekler alabilir ve neden almalıdır?
- Büyük ya da küçük hangi işletmeye giderseniz gidin, herkesin en büyük derdi, finansal kaynaklara erişim sıkıntıları... Herkesin de aklına ilk finansman aracı olarak banka kredileri geliyor. Fakat günümüzün ekonomik koşulları nedeniyle banka faizleri inanılmaz maliyetli hale geldi. Şu an onları kullanıyor olmak da doğru bir finansal enstrüman mı, içinde bulunulan duruma göre o da tartışılır.
Teşvik ve hibelerle ilgili de aslında Türkiye'de yanlış bir algı var. Finanstan daha çok biliniyor ama yanlış biliniyor. Bunun da nedeni, maalesef ki çok fazla bilgi kirliliği, çok fazla internette bununla ilgili şehir efsanelerinin dolanıyor olması. Bu kötü örnekler fısıltı gazetesi ile çok ciddi şekilde yayılıyor ve insanlar teşvik ve hibe süreçlerine bir ön yargı besliyorlar. Halbuki sanıldığı gibi değil herkesi bu konuda temin edebilirim. Ben tüm firmalara şunu söylüyorum, sonuçta iktisat bilimi kıt kaynaklarla sonsuz ihtiyaçları karşılayabilme bilimi. Bugün en mikro ölçekli işletmeye de gitseniz kaynakları kıt, en uluslararası global ve büyük firmaya da gitseniz kaynakları kıt. Çünkü herkesin sınırlı miktarda kaynağı ve o şirketin ona göre de sonsuz ihtiyacı var.
Bu kıt kaynaklarla ihtiyaçları karşılamaya çalışırken, aslında yaptığımız pek çok giderin devlet tarafından refinanse edilmesi firmanın kaynağını çoğaltıyor ve daha çok ihtiyacın karşılanmasını sağlıyor. Günümüzün vergi yükümlülükleri de gerçekten işverenler için çok büyük bir bütçe teşkil ediyor. Dolayısıyla bu bütçeleri yaratmaya çalışırken zorlanmak yerine zaten halihazırda devletin harcadığınız taktirde ve usulüne uygun başvuru yaptığınız takdirde size geri ödemeye istekli ve niyetli olduğu pek çok destek var. Bu desteklerden yararlanarak işletmeler, finansman kabiliyetlerini arttırabilir, kıt kaynaklarını çoğaltabilir. Firmanın ihtiyacı olan pek çok şeye daha kolay ulaşır hale gelebilir ve hiçbir maliyeti olmadan bunları elde edebilirler. Çünkü bunların pek çoğu geri ödemesi olmayan hibe kaynaklar. Türkiye gerçekten teşvik/hibe konusunda oldukça ileri vaziyette. Pek çok bakanlığın ve pek çok kurumun desteği var. Ayrıca Türkiye'deki işletmeler Avrupa Birliği fonlarından da yararlanabiliyor. Yurt dışı fonlarını kenara bırakacak olursak, sadece yurt içinde Türkiye Cumhuriyeti'nin verdiği, yıl içinde açılan kapanan ortalama 500 tane teşvik ve hibe mevzuatı var.
Dolayısıyla her firmanın mutlaka bunlardan birine uygun bir desteği hak etme ihtimali muhakkak ki vardır. Ben hep bunu söylüyorum, o yüzden de finansal olarak bunlardan faydalanmamasına neden görmüyorum.
Türkiye gerçekten teşvik/hibe konusunda oldukça ileri vaziyette. Pek çok bakanlığın ve pek çok kurumun desteği var. Ayrıca Türkiye'deki işletmeler Avrupa Birliği fonlarından da yararlanabiliyor. Yurt dışı fonlarını kenara bırakacak olursak, sadece yurt içinde Türkiye Cumhuriyeti'nin verdiği, yıl içinde açılan kapanan ortalama 500 tane teşvik ve hibe mevzuatı var.
- Peki size geldiklerinde sizin ihtiyacınız şu hibe, sizin ihtiyacınız şu teşvik diye yol gösteriyor musunuz?
- Firmanın faaliyet alanı, çalışan sayısı, büyüklüğü, ihracat yapması ya da yapmaması, yapmak istemesi ya da istememesi yazılımsal bir ihtiyacının olup olmaması, reklam veriyor mu vermiyor mu, fuarlara katılıyor mu, yurt dışına açılmak istiyor mu gibi soruların bir çek listesi var. Bu listeye verilen cevaplarla, o firma için en potansiyel başlangıç noktası mevcuttaki mevzuatların içinde hangisi doğru olacak, bir strateji belirliyor ve öneride bulunuyoruz.
“BÜTÜN HİZMETLERİN EN ÇOK TALEP GÖREN SEKTÖRLERİNE BAKTIĞIMIZDA İMALATÇILAR, İHRACATÇILAR VE BİLİŞİM SEKTÖRÜNÜ DAHA AĞIRLIKTA GÖRÜYORUZ”
- Özellikle hangi iş kolları öncelikle size gelip danışmak istiyorum demelidir?
- İmalat, ihracat, yazılım, bilişim ve yüksek teknoloji alanında faaliyet gösteren firmaların teşvik/hibe anlamında önü çok açık. Tabii tek hizmetimiz teşvik/hibe değil, finansal danışmanlık ve ihracat danışmanlığı gibi hizmetlerimiz de var. Ama bütün hizmetlerin en çok talep gören sektörlerine baktığımızda imalatçılar, ihracatçılar ve bilişim sektörünü daha ağırlıkta görüyoruz. Herhangi bir şey üretiyor olmanız yeterli. Bu tekstil ürünü de olabilir, ev eşyası ürünü de olabilir, mobilya da olabilir ya da tamamen yüksek teknoloji gerektiren bir ARGE ürünü de olabilir. Dediğim gibi imalatçı, ihracatçı ya da ihracat yapmak isteyen bir firma potansiyelinde olup veya da yazılım, bilişim sektörü gibi yüksek teknoloji gerektiren alanda faaliyet göstermeleri aslında bu süreçlerde yardım almalarını önceliklendiriyor.
“ÖZELLİKLE GÜÇLÜ BİR MUHASEBE SİSTEMİ VE BUNA PARALEL OLARAK DÜZENLİ ŞEKİLDE BİR BÜTÇELEME YAPILMALI”
- Bir işletmenin sağlıklı büyümesi için bu anlattıklarınız dışında hangi adımlar gereklidir?
- Bu, işletmeden işletmeye göre endikatif olarak değişecek bir konu. Böyle genel geçer bir reçete yazmak çok mümkün değil. Sadece belki çakışan ana başlıklar olabilir. Yeni kurulan bir işletmede gördüğüm en büyük hatalar: Firma türünün yanlış seçilmesi, ana sözleşmelerinin imza yetkilerinin yanlış yapılandırılması. Var olan işletmeler ve yeni kurulanlarda en sık karşımıza çıkan bir konu da marka tescil bilincinin oturmaması. Marka tescili olmaması firmaları ileride hukuki olarak da teşvik/hibe olarak da çok zora sokuyor. Ama özellikle bunları başlıklandıracak olursak, firmanın bir kere çok güçlü bir muhasebe yapısı olmalı.
Herhangi bir alanda faaliyet gösteren bir işletme sahibinin çok iyi muhasebe bilmesi mümkün değil, ama en azından çeşitli iç denetim mekanizmalarıyla sistemin doğru yürüyüp yürümediğini kontrol etmelerini tavsiye ediyorum. Güçlü bir muhasebe sistemi ve buna paralel olarak düzenli şekilde bir bütçeleme yapılmasını öneriyorum.
Yıllık bütçe, aylık bütçe takipleriyle satış hedefleri gerçekleşti mi, giderler ne âlemde, o ay içerisinde yapılan işlem hacmini görüp bir sonraki ayı ona göre planlamak lazım. Günlük yaşamak değil de biraz daha planlı yaşamak gerekiyor. Doğru bir işletme yönetiminde yurtiçi marka tescil ve hukuki süreçlerinin doğru planlanması çok hayati ve önemli.
Öte yandan banka ilişkileri bu işin olmazsa olmazı. Çünkü artık büyük ya da küçük her işletmenin bankalarla bir ilişkisi var. Ödemeleri bankadan alıyor, maaşları bankadan ödüyor. Dolayısıyla orada banka ilişkileri yönetimi yine oldukça hayati bir alan. Bir diğer konu ihracata odaklanmak. Ne satıyorsanız satın ürün ya da hizmet, aslında bakanımızın da söylediği gibi yurt içine değil de yurt dışına odaklanmak, 2024 yılı için alınabilecek en kıymetli önlem. Fakat ihracat tarafında biz çok geleneksel metotlarla ilerlemeyi seviyoruz.
Bu metotları yerine bilimsel ihracata yönelmeden bu işi sürdürülebilir yapmak mümkün değil. O yüzden hâlihazırda zaten sizin ürün ya da hizmetinizi talep eden B2B’deki firmalara ulaşabilmek adına bilimsel ihracat süreçlerinin yönetilmesinin çok hayati ve önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii ki finansman kaynağı olarak doğru finansman bütçesi yaratabilmek için maliyeti olmayan ilk kaynak olan teşvik ve hibelere yönelmeleri gerekiyor. Burada o umutsuzluk ya da şehir efsanelerinden doğan önyargıları kenara bırakarak doğru mevzuatlara doğru şekilde başvurup, kendilerine bir finansman kaynağı yaratabilirler.
“BİLGİNİN BU KADAR GLOBAL OLDUĞU BİR NOKTADA, HERKESE BİLİMSEL İHRACAT ÖNERİYORUM”
- Biraz önce yukarıda da cevapladığınız konular kapsamında özellikle ihracata dönük çalışmalar konusunda neler önerirsiniz?
- Önce Türkiye'deki ihracat algısını özetleyelim: Örneğin ben tekstil üretiyorum, benim rakibim, kapı komşum da tekstil üretiyor. O nereye satıyor Almanya’ya, o zaman ben de Almanya'ya satayım. Ne yapalım iki uçak bileti alalım. Şirketten bir personelle Almanya'ya gidelim, kapı kapı satmaya çalışalım, bir fuarı gezelim gibi… Böyle beyhude bir çabayla kaynaklar hunharca harcanıyor. Buradaki kaynaktan kastım, birincisi en kıymetlisi zaman, ikincisi enerji, üçüncüsü para… Bunlar bu şekilde sürekli harcanıyor. Belki Almanya altıncı yedinci gidişinizde çok cüzi miktarda sipariş alınabiliyor. Halbuki artık hayat böyle değil, yapay zekaya fotoğraf çizdiriyorlar. Şimdi öyle bir noktadayız. Dolayısıyla bilginin bu kadar global olduğu bir noktada, herkese bilimsel ihracat öneriyorum. Hiçbir yere gitmenize gerek kalmadan, tamamen oturduğunuz yerden sizin satmak istediğiniz ürün ya da hizmetin bir takım ölçüt kriterlerine göre, farklı yazılımlar aracılığıyla 193 ülkede detaylı pazar araştırmasını yapmak mümkün. Bu araştırmalar bize şu sonuçları veriyor: Bu ürünü en çok ithal eden ülkeler kimler? En çok ihraç eden ülkeler kimler? Dünya ticaret örgütüne göre bu ülkelerle iş yapış kolaylığı ne? Bu ülkelerde bu ithalatı gerçekleştiren firmalar kimler? Bu firmaların büyüklükleri, çalışan sayıları, web siteleri, telefon numaraları, yetkili kişileri gibi bütün önemli bilgilere erişebiliyorsunuz ve önünüzde hâlihazırda sizin ürününüzü ya da hizmetinizi alan firmaların bir listesi ve iletişim bilgisi oluyor.
Potansiyel müşteri sizin için burada, tek yapılması gereken şey, bu firmalarla bir şekilde kontak kurmak, randevu almak, katalog paylaşmak ve geriye orada sürdürülebilir ihracat yapabilmek adına satış teknikleri kullanmak kalıyor. Dolayısıyla burada daha az kaynak sarf edilmiş oluyor. Kesinlikle büyük ya da küçük ne satarsanız satın ihracatta rol almak istiyorsanız, ihracatınızı bu yönde geliştirmeniz gerektiğine inanıyorum. Öte yandan artık yine dünya global olduğu için e-ihracat çok önemli bir konu. Mesele sadece yurt içindeki pazar yerlerinde satmak değil, yurt dışındaki pazar yerlerinde de son tüketiciye ulaşabilmek. Fakat burada yine yanlış yapılan bir şey var. O da şu, herkesin bildiği Amazon, Ali Baba gibi çok global pazar yerleri var. Ama e-ihracat süreci aslında bu ikisinden ibaret değil. Sizin hedef ülkeniz Litvanya ise o ülkenin yerel bir pazar yerinde de mağaza açmanız sizi öne geçirebilir. Bu pazar yerlerinin her birinin arka plandaki algoritması birbirinden farklı çalışıyor. Yani bir pazar yerinde çok reklam vermeniz size öne çıkarabilir ama başka bir pazar yerinde sizi geri de itebilir. Dolayısıyla doğru algoritmayı bilerek o pazar yerindeki mağazanızı yönetmek de oldukça kıymetli. Buna da dikkat edilmesini tavsiye ediyorum. İhracat bir firmayı ileri götürecek en kıymetli şey. O yüzden de lütfen bu yıl herkes buraya odaklansın.
“YURT DIŞINDA REKLAM TANITIM YAPABİLİN DİYE 11,5 MİLYONLUK HİBE PAKETİ VAR, YURT DIŞINA SEYAHATE GİDİYORSANIZ, SEYAHAT BAŞINA 280 BİN TL SEYAHAT DESTEĞİ ALABİLİYORSUNUZ”
- Bu durumda 2024’ün sonuna kadar daha iyi ihracat yapmak için nasıl yatırımlar ya da finansman politikası düşünmeliler?
- İhracat yapmak isteyen ya da hâlihazırda az da olsa yapanlar için çok kıymetli hibe paketleri var. Örneğin, sırf yurt dışında reklam tanıtım yapabilin diye 11,5 milyonluk hibe paketi var. Yurt dışında bir depo açmanız gerektiği ofis, mağaza, showroom, raf vesaire kiralamanız gerektiğinde birim başına alabileceğiniz yaklaşık 5 milyon TL bir kira desteği var. Yurt dışına seyahate gidiyorsanız, seyahat başına 280 bin TL seyahat desteği alabiliyorsunuz. Yurtiçi yurt dışı fuar katılım destekleri var. Dolayısıyla bu hibeler kullanılarak bu alanlara yatırım yapılabilir. Ama en başında bilimsel ihracat çalışmalarıyla önce hedefimizi doğru belirlemeliyiz.
“KADIN GİRİŞİMCİLİĞİNİ GELİŞTİRMEK ÜZERİNE VAR OLAN ULUSLARARASI BAZI VAKIF VE DERNEKLERLE DE MENTORLUK VE EĞİTMENLİK SÜRECİM VAR”
- Genç bir anne olarak böylesine zor ve yoğun bir sektörde çalışmanın yanı sıra ekonomide kadının yeri konusunda da çalışmalarınız var sanırım, neler yapıyorsunuz?
- Pek çok kadın girişimcilik derneğinde gönüllü olarak mentorluk ve eğitmenlik yapıyorum. Aynı zamanda yine kadın girişimciliğini geliştirmek üzerine var olan uluslararası bazı vakıf ve derneklerle de mentorluk ve eğitmenlik sürecim var. Dönem dönem yine kadın girişimcilere daha ulaşılabilir fiyatlarla yardımcı olalım diye özel sunduğumuz ayrı paketler olabiliyor.
Gerçekten de sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada kadının özel sektörde ikinci planda kaldığı aşikar… Bizim ülkemizde belki bir nebze fazla olabilir ama kadının daha aktif rol alabilmesi için gönüllülük esasıyla var olabileceğim tüm platformlarda var olmaya, dilim döndüğünce daha çok kadına ulaşmaya ve onları cesaretlendirmeye çalışıyorum.
“YAPTIĞIM MÜLAKATLARDA ZAMAN ZAMAN GENÇLERDEN ÖYLE ÜCRET BEKLENTİLERİ, POZİSYON BEKLENTİLERİ DUYUYORUM Kİ BENİM DUDAĞIM UÇUKLUYOR”
- Eğitim sürecinizi anlatırken çok yerde çalışmanın faydasından söz ettiniz. Aslında özellikle üniversiteli gençlerin de ciddi bir sorunu iş bulma… Siz gençlere bu anlamda neler öneriyorsunuz?
- Masanın iki tarafında da yakın geçmişte bulunmuş biri olarak -bu yazacaklarınızı okuyacak gençler kızabilir ama- yeni kuşakla ilgili saptamam şöyle: İşveren olarak da çok fazla yeni nesilden gençle bir araya gelip iş görüşmesi sürdürmüş, istihdam etmiş biri olarak söylüyorum. Yeni nesil istiyor ki ben kendi sektörümle ve mesleğimle ilgili gökten zembille yönetici olayım. Çok aşağıdaki işleri yapmayayım, ne önemi var ki, bu iş benlik değil gibi bir algıları ve böyle bir motivasyonları var.
Herkes ister ki bir firmanın doğrudan finansının başına geçsin ama takdir edersiniz ki özel sektörde işler öyle yürümüyor. O yüzden gençlerin bu konuda biraz daha mütevazı davranmalarını tavsiye ediyorum. Başlangıçta kendi aldıkları eğitimle alakalı olmayan işlere de burun kıvırmasınlar. Örneğin öğrenciyken, Beşiktaş Meydanı’nda anketörlük yapmak sizce benim mesleğimle ne kadar ilgiliydi. Kahvaltıcılar sokağında menemen için domates doğramam da aynı şekilde.
Ama onlar bile CV’nizi dolduran ve orada çalışırken başka kişilik özelliklerinizi geliştirdiğiniz işler. Daha sabırlı olmayı öğrenebilirsiniz. Paranın ne kadar zor kazanıldığını ve o yüzden harcarken daha dengeli harcanması gerektiğini öğrenebilirsiniz. Ast üst ilişkilerini öğrenebilirsiniz. Müşteriyle iletişimi öğrenebilirsiniz. Mutlaka kendinizi geliştireceğiniz bir alan olur. O yüzden yeni kuşağın kesinlikle mesleki bir iş arama saplantısından, öğrencilik hayatında çıkması gerektiğine inanıyorum. Yine üniversitelerde zorunlu stajlar var. Ama ben sadece okuyacağım, sadece okula gideceğim, zaten üçüncü sınıftan sonra ben stajımı yapacağım gibi bir algı var. Ben bunu da çok doğru bulmuyorum. Buldukları her fırsatta çalışmalılar çünkü pratik ve teori birbirinden çok farklı. Okulda öğretilenle gerçek hayatta yaşadıklarınız bazen örtüşmüyor. Bu durumda hayal kırıklığına uğruyorlar.
Mertebe ve mevki bir şekilde kazanılır. O mertebeyi hakkıyla yönetebilmek için aşağıdan gelerek öğrenilmesi gereken bazı nüanslar olduğuna inanıyorum.
Gökten zembille o makam verilse de bu sürdürülebilir olmaz, başarılı olmaz. O yüzden de daha alt pozisyondaki görevlerle başlamaları gerektiğine ikna olmaları lazım. Yani hiç kimse onları yeni mezun olduğunda bir birimin yöneticisi olarak işe almayacak. Bu onlarda hayal kırıklığı yaratmamalı. Günümüzün ekonomik koşulları zor ve bazı işverenler gerçekten acımasız. Buna katılıyorum. Ben de benzer süreçlerden beyaz yakalıyken geçtim ama günümüzün zor ekonomik koşullarında, yeni mezun birinin de iş öğrenme niyetiyle hevesli ve istekli olması gerektiğini düşünüyorum.
Benim mülakat yaptığım zaman zaman yeni nesil, yeni kuşaktan gençlerden öyle ücret beklentileri, pozisyon beklentileri duyuyorum ki benim dudağım uçukluyor. Hiç iş bilmeden üniversiteyi bitirir bitirmez istenen astronomik ücret beklentileri, işi öğrenmeden kendilerine “ben işe gelemem, evden çalışırım” gibi gerçeklikten uzak çalışma şartları belirliyorlar. Bu da iş bulma süreçlerini uzatıyor, gençleri umutsuzlaştırıyor.
Bunların pek çoğunun ayakları yere basmayan biraz ütopik hedefler olduğunu düşünüyorum. Sonuçta her işletmenin de tecrübeye kıdeme göre de bir ücret politikası, bir çalışma prensibi var. Piyasa koşullarının ortalamasında ücret beklemeleri, evden çalışma şartı koyarak kendilerini kısıtlamamaları onların iş bulmalarını kolaylaştırır.
Ünlü deniz biyolojisi doktoru ve belgeselci Mert Gökalp’ten kurtuluş reçetesi
2024’ün 'yıldız haritası'nda ekonomik kriz görünüyor mu? Astrolog Binnur Zaimler yanıtladı
Yüksek enflasyonu düşürmenin Türkiye’ye maliyeti ne olur? Murat Sağman anlatıyor
Prof. Dr. Yusuf Kaderli gözüyle borsa, yatırımcı ve portföy
Ünal Koçak: Türk halkı spekülatif şeyleri çok okuyor
40 yıllık sanatçı Özden Özgürdal ile tiyatroyu konuştuk