FINANSGUNDEM.COM - DIŞ HABERLER SERVİSİ
ABD ve Çin arasında başlamaya yüz tutan, kimileri için ise çoktan başlamış olan ‘soğuk savaş’, iş dünyasını giderek daha fazla endişelendiriyor.
Finansgundem.com’un derlediği bilgilere göre, iş dünyası, ABD ve Çin arasındaki süper güç mücadelesinde ön saflarda yer alıyor ve bu mücadeleye karşı çıkıyor.
Çatışma hatta savaş olasılığı
MarketWatch’tan Simon Freakley’nin haberine göre, iş dünyası liderleri, ABD-Çin ilişkilerinin durumu hakkında giderek daha fazla endişe duyuyor. CEO'lar, ABD'deki söylemin, çatışmanın ve hatta savaşın kaçınılmaz olduğunu varsayma biçimine şaşırıyor ve dehşete kapılıyor.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Hazine Bakanı Janet Yellen'in son zamanlarda Çin'e yaptığı geziler, elbette, iki süper gücün diplomasiye başvurmaya ve sorunların çözümü için ortak bir zemin bulmaya hazır olabileceğine dair güven verici göstergeler olarak öne çıkıyor. Bu, son 10 yılda ikili ilişkilerinin çoğunu karakterize eden ancak son yıllarda daha da tehlikeli bir hal alan ‘çatışmacı retorik’ ve ‘kışkırtıcı davranışlar’dan sonra memnuniyetle karşılanan bir değişiklik olarak kabul ediliyor. Ancak iş dünyası, bu iki ülke arasındaki gerginliğin ön saflarında yer almaya devam ediyor ve bu, şirketler için yürütülmesi pek uygun olmayan bir mücadele gibi duruyor.
Sağlam bir alternatif yok
Üreticiler, Çin'in sahip olduğu ölçek ekonomisi ve iyi entegre edilmiş tedarik zincirleri göz önüne alındığında, kısa ve orta vadede birçok durumda Çin'e gerçek bir alternatif olmadığına dikkat çekiyor. Bu arada yatırımcılar, son 20 yılda küresel büyümenin itici gücü olan şeye erişimi kaybetmekten endişe ediyorlar. Ve herkes, Çin'in büyüyen orta sınıfına ürün ve hizmet satabilmek istiyor.
CEO'ların çoğu 'riski azaltabileceklerini’ ancak Çin'den tamamen ayrılamayacaklarını belirtiyor. CEO'ların ‘yeni soğuk savaş’ görünümüne yönelik eleştirileri ikiye ayrılıyor: Pratik ve felsefi.
Pratik düzeyde CEO'lar, Çin'in küresel ekonomiyle çok iç içe olduğunu ve ayrıştırmanın ne gerçekçi ne de arzu edilir olduğunu gözlemliyor. Çin imalatından elde edilen katma değer, şu anda ABD ve Avrupa Birliği'nin toplamından daha fazla seyrediyor. Çinli tüketici aynı zamanda birçok küresel şirket için büyüyen büyük bir pazar anlamına geliyor. Örneğin, Çinli tüketiciler Volkswagen’in satışlarının yaklaşık yüzde 50’sini, Apple'ın ise yüzde 20’sini temsil ediyor. Lüks ürünler devi Louis Vuitton da Çin'de yeni mağazalar açmaya devam ediyor ve buradaki büyüme beklentileri konusunda oldukça ‘iyimser’. 2022 yılında, devam eden Kovid ile ilgili kısıtlamalara rağmen, Japonya hariç Asya, küresel gelirin yüzde 30'unu temsil eden Louis Vuitton’un en büyük pazarı konumunda bulunuyor.
Çin'den herhangi bir ‘zorunlu ayrılma’nın, işletmeler ve küresel ekonomi üzerinde yıkıcı bir etki yaratması bekleniyor. 2010'dan bu yana küresel ekonomik büyümenin yüzde 40'ından fazlası Çin tarafından sağlanıyor ve bu aşırı büyük etki, muhtemelen zamanla azalacak olsa da, Çin küresel ekonomik çıktıya en önemli katkı sağlayanlardan biri olmaya devam edeceğe benziyor.
Sıfır toplamlı bir ticari savaş
Felsefi cephede ise CEO'lar, ‘çevreleme’ ve 'çatışma’ konuşmalarının, yeni bir soğuk savaş için kendi başına bir ivme ve kaçınılmazlık kazanmasından endişeleniyor. Bunun, hiç kimsenin istemediği bir sıcak savaşa yol açabileceği de bir başka büyük endişe olarak öne çıkıyor. Ancak yaşanacak ‘yeni soğuk savaş’ın aynı zamanda, hızlandırılmış bir ticaret savaşı gibi sıfır toplamlı kararlara yol açması da muhtemel gözüküyor.
Tabii ki, Çin'in insan hakları ve fikri mülkiyet de dahil olmak üzere birçok alandaki eylemleri endişe verici boyutta seyrediyor. Bu, birçok CEO'nun en zorlayıcı bulduğu engel olarak öne çıkıyor. Ancak CEO'lar pratik ve ticari çıkarlarıyla kurumsal ve paydaş değerleri arasında doğru dengeyi bulmaya çalışıyor.
Düzenleyici ve ulusal güvenlik kısıtlamaları, belirli Çin teknolojilerinin ABD ve Avrupa'da konuşlandırılmasını sınırlıyor. İnsan hakları endişeleri, Sincan'da yetiştirilen pamuğun birçok Batılı marka tarafından boykot edilmesine yol açarken bu da Çin hükümetinin misillemeye başvurmasına yol açıyor.
Çin’i izole etmek
Çin'i daha fazla izole etmek, onu ekonomi, seyahat ve turizm, eğitim ve fikirler açısından Batı'dan uzaklaştırmak arzu edilen sonuçları verir mi? Çoğu CEO bunun işe yarayacağını düşünmüyor. Aksine CEO’lar, ilgili tüm taraflar için bunun daha kötü sorunlara yol açacağını söylüyor.
Peki ya Tayvan için bir savaş olasılığı? CEO’ların fikir birliği, ABD provokasyonunun yokluğunda bunun olası olmadığı yönünde. Bu, Pekin'in Tayvan'ı anakara ile yeniden birleştirme hedefini sürdürmeyeceği anlamına gelmiyor ancak tam gelişmiş bir askeri çatışma da bu senaryoda pek olası görünmüyor. CEO’lar, onları geceleri ayakta tutan endişeleri sıralarken Çin'in Tayvan'ı işgal etmesi ilk 10'da bile yer almıyor.
Sağduyunun sesi
Ticaretin ve karşılıklı avantajın dehası, yani Adam Smith'in görünmez eli, herkesin daha iyi durumda olabilmesine odaklanıyor. Bu, tarafların her yönden ille de eşit olacağı anlamına gelmiyor ama paylaşılan ve genişleyen bir pastanın, değer verilecek ve başarılmaya değer bir şey olduğunu hatırlatıyor.
Bu bağlamda, ABD ve Çin hükümetlerinin angajmanı yenilemek için attığı adımlar olumlu işaretler gibi duruyor. Hazine Bakanı Yellen'ın ABD'nin ekonomisini Çin'den ayırmaya çalışmadığını söylemesi, gerçeğin kabul edilmesi için faydalı bir adım olarak kabul ediliyor. Belki de iş dünyası, bu tartışmaya yeniden mantığın sesini ve sağduyuyu katıyor çünkü yeni bir soğuk savaşın hiç kimseye iyi gelmeyeceğini görüyor.
ABD Çin ile yarışmak için bilim ve teknolojiye ek yatırıma hazırlanıyor
ABD Çin’e karşı yeni bir hamleye hazırlanıyor
ABD Çin’in insanlık dışı teknolojisine talip oldu
ABD Çin medyasını kıskaca aldı
ABD Çin mallarına yüzde 25 vergi uygulamaya başladı
ABD Çin arasındaki sorunlar ticaretle çözülemeyecek kadar ciddi