VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
Fransa’nın Nanterre kentinde 27 Haziran'da Nael M'nin polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından başlayan gösterilerin etkileri ve akisleri sürüyor.
5 Temmuz itibarıyla Fransa İçişleri Bakanlığı'nın verdiği rakamlar şöyle:
* Yakılan araç sayısı: 12 bin 031.
* Yakılan veya tahrip edilen bina sayısı: 273’ü polis, jandarma veya belediye güvenlik güçlerine ait olmak üzere toplan 2 bin 508.
* Yakılan veya tahrip edilen belediye binası sayısı: 105.
* Saldırıya uğrayan okul sayısı: 168.
Bu tüyler ürperten sayıların bir de maddi bilançosu var. Aynı tarih itibarıyla Fransa'daki en büyük işveren federasyonu MEDEF’in açıklaması şöyle: "Henüz kesin bir rakam vermek için erken ama zararın maddi boyutu 1 milyar Euro’yu aşar, turizme verdiği zararı da saymıyoruz.”
Yine MEDEF’ten yapılan açıklamaya göre:
* 200 satış yeri tamamen yağmalanmış.
* 300 banka şubesi tamamen, 250 tütün satış dükkânı ve 220 büyük alışveriş mağazası da tahrip edilmiş.
* Bin 200 esnaf zarar görmüş.
* Bir dikkat çekici nokta da Nike, Lacoste, Adidas, Foot Locker gibi ünlü spor markalarının 150 kadar mağazası zarar gören ve yağmalananların başında.
* Fransa Mesleki Turizm ve Otelcilik Sendikası'ndan (UMIH) yapılan açıklamaya göre Temmuz ayının ilk hafta sonu rezervasyonlarında yüzde 20 - 25 düşüş var.
* Fransa Sigortacılar Federasyonu Başkanı Florence Lustman’ın “geçici” kaydıyla verdiği rakamlara göre, 5 Temmuz’a kadar kesinleşen 280 milyon Euro ödeme yapılacak. İlk dört günde 5 bin 800 kadar başvuru yapıldı.
Her yanıyla korkunç bu gelişmelerle ilgili Fransa’daki olayları “Kazandıran Sohbetler”de enine boyuna tartışmak istedik.
Türkiye’nin eski Paris Büyükelçisi ve akademisyen, yazar, emekli hariciyeci Uluç Özülker’e sorularımızı yönelttik, işte cevaplar...
“FRANSA, BU BÜYÜKLÜKTE, BU KADAR ZARAR VERİCİ VE ÖNLENMESİNDE DE ÇOK BÜYÜK ZORLUKLARLA KARŞILAŞILAN BİR GELİŞMEYİ YAŞAMADI”
- Sayın Büyükelçim, başta Paris olmak üzere Avrupa’da ve OECD’de önemli görevlerde bulundunuz. Anılarınız ve gözlemlerinizdeki Paris için son olaylar ne anlama geliyor?
- Bu yaşanmış olan olaylar ilk defa olmuyor. Geçmişte de bu tip olaylar çok fazlasıyla var. Fakat Fransa, bu büyüklükte ve sonuçları itibarıyla bu kadar zarar verici ve aynı zamanda önlenmesinde de çok büyük zorluklarla karşılaşılan bir gelişmeyi yaşamamıştı. Mesela en son ben Paris’te büyükelçiyken 2005’te yine çok büyük bir ayaklanma oldu. Fakat bunların hepsinin de bastırılması mümkün olabildi. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz durumun bu anlamda da bir farklılığı var. Bunun nereden kaynaklandığını sorgulamakta yarar var. Benim şahsi görüşüm bu noktalara kadar gelinmesinin arkasında üç temel neden var.
Birincisi, bilindiği üzere Fransa, 1861’den itibaren Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonra Kuzey Afrika’yı işgal etti. Ondan sonra sömürge hareketleriyle de siyahi Afrika'da önemli dokuz ülkeyi daha işgal etti. Bunlar sonuç itibarıyla Fransa'nın zenginliğini arttırmıştır.
Çünkü orada altyapıyı da buna göre kurmak suretiyle zenginlik aktarımı şeklinde mütalaa ederek olayı bugünlere taşımışlardır. Fransızların oralara gittikleri zaman akıllarında eşitler arasında bir iş birliği yapılması veya onlara eşit davranılması gibi bir düşünce yoktur. Tam bir sömürge zihniyetiyle gidilmiştir.
Fransızlar mesela İkinci Dünya Savaşı’nda, Kuzey Afrika başta olmak üzere siyahi Afrikalıları da askere almışlar ve bu insanlar da çok fedakarca savaşmışlardır. Fakat savaş bittikten sonra bir madalya verip hadi güle güle deyip evlerine göndermişlerdir. Yani başka bir ifadeyle, şehit olan o Müslümanlar ve diğerleri canla başla Fransız ordusunun ayakta kalabilmesi için mücadele ederken bunun bedeli sadece ve sadece uzaktan bir teşekkürden ibaret kalabilmiştir. Sonucunda 1950’lerde bu davranış sosyal açıdan sıkıntılara sebebiyet vermiştir. Fransızlar bir sömürge zihniyeti içinde “Ben zenginleşirim ama sen ikinci sınıf vatandaş kalmaya mahkumsun” anlayışıyla yola çıkmışlardır. Asıl felaket de burada başlıyor.
Bu konuyu da ikiye ayırmak lazım. Fransızlar'ın hep ikinci sınıf muameleye tabi tuttukları bu insanlar bir yandan da Fransızlaşıyorlar. Düşünce tarzları, yaşam biçimleri, hayata bakışları hatta hatta Fransız gibi her şeye karşı çıkma karakterleri de oluşuyor. Nasıl ki Fransız iktidara getirir altı ay sonra da karşısına geçecektir mutlaka. Böyle bir karakterleri de var. Fransız İhtilali de bu karakterden kaynaklanmıştır. Ama netice itibarıyla ağzıyla kuş tutsa bu Müslüman kesim ve diğer Afrikalılar bir türlü Fransızlarla eşitleşemezler ve bunun ızdırabı içindedirler.
“FRANSIZLAR LAİKTİR AMA BUNUN ÖTESİNDE İNANAMAYACAĞINIZ KADAR DA DİNLERİNE SADIKTIRLAR, KATI KATOLİKTİRLER”
- Bu durumun ardında yatan sebepleri detaylandırmak istersek neleri sıralamak mümkün?
- Çok basite indirgeyerek açıklamak gerekirse ikinci husus da din. Bunların çok büyük bir kısmı elbette ki Müslüman ve Fransızlar da çok ciddi şekilde Katolik. Unutmayalım Cem Sultan olayı yaşandığı zaman geçmişte Papa bizim baskımızdan kurtulabilmek için Cem Sultan'ı bir müddet Lyon'a göndermiştir. Lyon'daki piskopos aynı zamanda ikinci Papa diye adlandırılır. Fransızlar laiktir ama bunun ötesinde inanamayacağınız kadar da dinlerine sadıktırlar. Katı Katoliktirler ve bu arada Protestanları nasıl katlettiklerini de tarihte hep beraber biliyoruz.
Bu açıdan değerlendirildiğinde ortaya çıkan çok ilginç sonuç şu: Bunlar Fransız gibi yaşıyor ama Fransa onları kabul etmiyor. Ama kendileri de gelmiş oldukları topraklardaki örf ve adetlerini ve oraya bağlılıklarını da ikinci plana itemiyorlar.
Burada yaşanmış bir örnek vermek isterim. Büyükelçi iken bir gün dönemin İçişleri Bakanı Sarkozy çağırdı, konuşuyoruz. “Siz Türkler neden sokağa dökülmüyorsunuz? Biz her şeyimizi sokakta çözümleriz. Sizinkilerin hiç sesi çıkmıyor. Bak Kuzey Afrikalılar sürekli sokakta, ne istediklerini herkes biliyor. Türkler'in hepsi ferah yaşıyor sanılıyor ama sıkıntıları varsa dile getirirler hiç değilse” dedi.
Ben de cevap verdim: Bizim halkımız farklıdır. Devletlerine çok saygılıdırlar ve örflerine adetlerine çok bağlı yaşarlar, kaidelerle sınırlıdırlar. Öyle bir isyankarlıkları yoktur. Ama önemli bir hasletleri vardır. O da kendi aralarında anlaşamazlarsa, yabancı bir ülkenin bütün polisleri bir araya gelse onların ayrıştırılması veya yatıştırılması çok zaman alır.
Ben daha sonra lafı Avrupa Birliği’ne alınmayışımıza getirdim. O zaman hiç unutamadığım bir cevap verdi: Biz altı milyon Müslümanımızla başa çıkamıyoruz, 75 milyon daha gelirse biz ne yaparız?
Sonuçta sömürücü olmak ve din iki önemli konu.
“BUGÜN YENİ SÖMÜRGECİLİK ANLAYIŞIYLA AFRİKA’DAKİ BÜTÜN YERALTI KAYNAKLARINA HAKİM OLMALARINA RAĞMEN FRANSA ESKİ GÜCÜNDE DEĞİL”
- Fransa laik bir ülke, bu insanların din tarafında daha özgür olması gerekmez mi?
- Din konusunun bir başka yönüne gelirsek, bu altı milyon civarındaki Müslüman hem varoşlarda sıkıştırılmış yaşıyorlar hem de din konusunda da serbest bırakılmıyorlar.
Bu manada bakıldığında laiklik de ilginç bir durumdur. Fransa’da laiklik 1905 yılında kabul edilmiş bir kanundur. Devlet laiktir, kilise laik değildir. Kilise topyekûn dindar olmaya devam eder. Fransızlar'ın da çok büyük bir kısmı dindar.
Dinle ilgili bir başka olay yaşandı. Zengin Arap ülkeleri başta olmak üzere her ülke kendi kökünden gelen insanlara sahip çıkma politikasına yöneldiler. Mesela Fransızlar'ın rektör dedikleri Paris Camii imamı her yıl Cezayir'den bir milyon euro hibe alırdı. Cezayirliler de istediği gibi yaşardı. Bir zaman Orleans sokakları türbandan geçilmez oldu. Fransızlar konuyu araştırdıklarında Suudi Arabistan'ın bunları finanse etmekte olduğunu gördüler. Fransa'da Müslümanlık istilasına yönelinmiştir gibi bir endişe doğmaya başladı.
Bunun üzerine Fransa'da İslam Konseyi kuruldu. Bu konseye, Maliye, İçişleri ve Eğitim bakanlıklarını da kattılar. Bundan sonra doğrudan para gönderilemez kararına vardılar.
Laiklik kanunu çıktığında Alman toprağı olan Strasburg’un bulunduğu Alsas Loren bölgesi laik değildir. Strasburg'da Fransız Müslümanları diye bir doktrin yaratmaya çalıştılar. Bütün Müslüman din adamlarını laik olmayan Strasburg Üniversitesi'nde yetiştiriyorlar. Bunun amacı Fransız düşüncesiyle ve karakteriyle yaşayacaklar ama Müslüman da olabilecekler.
Ve üçüncü faktör ekonomik olarak ortaya çıktı. Fransa, Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar çok zengin ve güçlüydü. Bugün yeni sömürgecilik anlayışıyla Afrika’daki bütün yeraltı kaynaklarına hakim olmalarına rağmen Fransa eski gücünde değil. Ülkeler 21’inci yüzyılda artık 20’nci yüzyıl kaideleriyle yönetilemiyor. Sonra pandemi patladı. Pandemiyle birlikte de ekonomik açıdan sıkıntı çok büyüdü. Fransa başta olmak üzere ırkçılık çok artmaya başladı. Le Pen’in partisi 2002 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sosyal demokratları geçti ve ikinci parti olarak ortaya çıktı. Fransa bu manada ırkçılaşıyor.
“FRANSA EKONOMİK AÇIDAN ÇOK CİDDİ SIKINTILAR İÇİNDE, İŞ ADAMLARI VERGİ YÜKÜ ALTINDA BOĞULURLAR, ORTA KESİMİN GİDEREK FAKİRLEŞMESİ OLAYI DA VAR”
- Bu olaylar karşısında alınan tedbirler konusunda düşünceleriniz neler?
- Irkçılığın artmasının en bariz ve basit göstergesi varoşlar. Buradaki kendi örf ve adetleriyle ama tıpkı bir Fransız gibi yaşamaya çalışan Müslüman nüfus özellikle bunlara bir diken gibi batıyor.
Pandemiyle birlikte iş daha da vahimleşti. Macron kendinden menkul bir Cumhurbaşkanı. Normal şartlarda ne tecrübesi ne geçmişi ne de becerisiyle kendini ispatlayabilmiş konumda olan bir kişi değil, adeta gökten zembille indi. Çünkü diğer adayların hiçbirine Fransız halkı güvenmiyordu. Macron geldiğinden beri de ne yaptığını kendi de bilmiyor, aslında hem ideolojik olarak düşüncelerinde de çok ciddi değişimler oldu. Ama aynı zamanda kendi milliyetçilik ve Fransızların hayatlarında hep kendini üstün görme duygusu var ya bunu da yenemedi. Onlara göre dünyayı sanki yine Macron ve Fransa yönetiyor ama öyle değil.
Daha önce büyük bir ayaklanma daha var. Sarı yelekliler. Bu petrol fiyatının birkaç kuruş arttırılmasının bir tezahürü değildir. Fransa'da ekonomik açıdan çok ciddi sıkıntılar var. Bir kere Fransa'da iş adamları vergi yükü altında boğulurlar, çok ağır vergi vardır. Bir de orta kesimini giderek fakirleşmesi olayı var. Dolayısıyla bu olaylar benzine getirilen üç kuruşu zamla değil.
Son olayda, sarı yelekliler döneminde olduğu gibi polise arka çıkarak daha sert tedbirlerle bu işin bitmesini istemedi. Ama yumuşak gittiği için de karşısına bu toplumu değil polisi aldı.
Emekli yaşının yükseltilmesinde de toplumu karşısına aldı.
Netice itibarıyla huzursuzluk ve karşı çıkma pozisyonları zaten Fransa'da var. Macron bu süreci iyi yönetemedi.
“BEŞ ÜLKE DÜNYAYI HALA SÖMÜRMEYE DEVAM EDEBİLMEKTE AMA BUNLARA KARŞI DA İSYAN HER TARAFTA BÜYÜMEKTE”
- Bu tip protestoların benzerlerinin Avrupa’da yaşanmaması ya da daha vahimlerinden caydırılması için gerekli tedbirler ne yönde alınmalı? Güvenlik önlemleri mi artmalı sosyal reformlar mı öne çıkmalı?
- Dünya yeni bir gidişat içinde. Halihazırda 21’inci yüzyıl, 20’nci yüzyıla benzemiyor. Genç kuşak, Z kuşağı bambaşka bir yere gidiyor. Teknoloji bambaşka bir boyutta ve dünyayı kendi elimizle devamlı yok ediyoruz. Ama bunun ötesinde devletler arasında çatışmalar geçmişte en fazla vekalet savaşı şeklinde cereyan ediyordu. Ama devletler arası riskler artmaya başladı. Bugün çok ilginç bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Dünya siyasi ve askeri açıdan baktığınız zaman ikiye bölündü. NATO kendini Amerikan hegemonyası altında ayakta tutmaya çalışırken, diğer tarafta karşısına Avrasya modeli çıktı. Bu topluluk da son olarak İran’ın katılımıyla dokuz ülkeye yükseldi. Bu model otokratlar sistemi, buna karşılık NATO demokrasi olduğu iddiasıyla ama demokrasi gibi yaşamayan bir sistem içine giriyor. Bu da kendi içinde bir bilek güreşini beraberinde getiriyor
Orta Doğu ve diğer coğrafyalarla dünya ayağa kalkmış durumdadır. Bunun da üstesinden gelinebilmesi de öyle çok kolay bir iş değil. Bunu yapabilmek için uluslararası kuruluşlara şiddetle ihtiyaç var. Ama bu kuruluşların hepsi Amerika'da ve Amerikan hegemonyası altındadırlar. Beş ülke dünyayı hala sömürmeye devam edebilmektedir.
Ama bunlara karşı da isyan her tarafta büyümektedir.
Hal böyle olunca dünyanın yeniden organize olmaya şiddetle ihtiyacı var. Başka bir deyişle 20’nci yüzyıl sistemini, düşüncesini yenilemek değil, yeni bir sistemle ikame etmek zamanı gelmiştir. Bunu yapmadığınız takdirde yeni bir dünya savaşına hazırlıklı olmanız lazım. Bu da çok net görülüyor. Pek çok şeyi yeniden ele alıp bunları sıfırdan düzeltmek lazım.
George Orwell'ın 1984 diye bir kitabı var. Orada çok özetle bir devlet tanımı yapıyor: Otokrat bir rejim o da. Tam diktatörlük sınır filan kalmamış. Her şey bitmiş. Bütün dünyaya her yönüyle hakim insanlığa da hakim. Benim tanımım da teknolojik gelişmelerle sınırların anlamı kalktı ortadan. Durduramıyorsunuz çünkü herhangi bir şekilde, doğudan gelenlerin hepsi geçmişte sömürüldüklerinin de bilinciyle sömürücülerine doğru akıyorlar. Ve canları pahasına oraya gitmek için mücadele veriyorlar. Bunun önünü kesebilir misiniz? O da mümkün değil. Dolayısıyla yeni bir dünya düzeni kaçınılmaz şekilde gereklidir ve bütün bu yaşadıklarımız bunun doğum sancılarıdır. Dünya isteseniz de istemeseniz de değişecek. 1935’te New York'ta kaleme alınmış Neocon felsefesinde şöyle yazılmış:
Amerika'nın çıkarları vardır. Bu çıkarlar herhangi bir şekilde savunulması gerekirse ordu bu iş için vardır ve ordumuz da bunu yapabilecek kudret ve güce sahiptir. Eğer yetmezse ordumuz daha da güçlendirilir.
Sekiz milyara çıkmış nüfusuyla dünyayı, 350 milyonluk bir Amerika Birleşik Devletleri sadece benim çıkarım diye ortaya çıkıp karıştırabilmektedir. Pentagon bir açıklama yaptı, bir rapor yayınladı. 2030 yılı itibarıyla Çin, silahlı kuvvetler açısından ABD’yle eş düzeye gelecektir. Aklımızı başımıza toplayalım. Yeni dünya düzeninde çok ön planda her şeye hakim olabilecek ve dünyanın gerisini sömürecek bir sistemin de bu ayaklanmalarla, savaşçılarla veya isyanlarla dizginlenip yola sokulabileceği inancındayım.
Bakın Almanya'da böyle bir çatışma çıkmaz, halk sokağa dökülmez. Çünkü dernekler marifetiyle çok başka bir politikayla Almanya peşinen önlemini alarak götürebilmektedir.
Dolayısıyla zeminin daha müsait olduğu yerlerde hoşnut olmayan azınlıkta bulunan kesimlerin şöyle bir silkindiğini gördük. Ama ileriye gitmediğini ve kolaylıkla da bastırıldığına da şahit olduk. Fransa'nın karakteri de burada çok önemli bir faktör. Bunu unutmayalım Fransa üstünlük duygusunu hiç kenara bırakmayacaktır.
“FRANSA SÖMÜRGE KARAKTERİNİ YENMELİ, ORADAKİ İNSANLARA BİRİNCİ SINIF KENDİ VATANDAŞI GİBİ MUAMELE ETMEYİ ÖĞRENMELİ”
- Son olayların Fransa özelinde ve Avrupa genelindeki ekonomik yansımaları neler olabilir?
- Fransa büyüklüğünde ve ekonomik açıdan da bütün zaaflarına rağmen görece güçlü bir ülkenin bu olaylar dolayısıyla ekonomisine çok ciddi bir zarar görmesini beklemek pek mümkün değil.
Sarı yelekliler dolayısıyla ortaya çıkan grevler ve diğerleri can acıtıcı olaylardı. Fransa'da dernekleşme, sendikalaşma çok ileri düzeyde olduğu için olaylar sık sık görülebilir ve bunun ekonomik yönden yansımaları da olabilir. Ama Fransa, bu olaylar dolayısıyla sıkıntıya düşecek diye bir beklentiye girmemek gerekiyor. Elbette ki zarar görecektir. Ancak bu görmüş olduğu zarar sonuç itibariyle ekonomik açıdan Fransa için bir yıkılma anlamında olamaz. Şunu da akıldan çıkarmayalım, Fransa, Almanya'yla birlikte Avrupa Birliği’nin iki başat gücüdür, lokomotifidir. Gayrisafi yurt içi hasıla olarak değerlendirildiğinde bugün Amerika Birleşik Devletleri 25,5 trilyon dolarla başı çekiyor. Arkasından Çin geliyor 15 trilyon dolarla. Ondan sonraki en zengin ülke Japonya 4,2 trilyon. Almanya 3,8 trilyon. Fransa 3,2 trilyon…
Başka bir deyişle zenginlik skalası olarak da dünya genelinde baktığımız zaman gayrisafi yurtiçi hasıla itibariyle Avrupa Birliği bütünü içinde o zenginliğin daha büyük bir önemi ve aynı zamanda tutarlılığı var. Dolayısıyla benim şahsi kanaatim elbet sıkıntı olacaktır. Fransız ekonomisine de etkileri olacaktır. Ama bunlar sürekli veya ileriye dönük olarak da devam etmemesi halinde bu olayların Fransa'yı çok ciddi sıkıntılara sokabilecek bir boyutta olduğunu düşünmemek lazım. Son açıklanan bir milyar dolar zararın 3.2 trilyonla birlikte düşünüldüğünde yıkıcı etkisi olduğu düşünmek yanlış olur. Ama bu nedenle bir müddet sıkıntı çekileceğini de göz önüne almak lazım.
Fransa'nın başından beri anlatmaya çalıştığım gibi sömürge karakterini yenmesi gerekli. Oradaki insanlara birinci sınıf kendi vatandaşı gibi muamele etmeyi ve onların da hakkı hukukunu kabullenmeyi öğrenmesi lazım. Bu olaylar önemli bir alarmdır. Bir şeyler yapması şart. Beklenilen, hükümetin her şeyden evvel bu konuya sosyokültürel açıdan eğilip bugüne kadar ihmal ettiği hukuk ve hakkı bu gruplar içinde tanınma noktasına taşıyacak adımlar atabilmesidir.
Ama kendi dönemimden bir örnek vermek isterim. O günlerde Fransız İçişleri Bakanlığı ile iki kanun konusunda çok yakın ilişki içindeydik. Biri türban yasasıdır, diğeri de yabancılar yasasıdır. Her iki yasada da Fransızlar'ın temel karakterlerini aşamadıklarını ben bizzat o gün de yaşamıştım. Bugün de karşımıza çıkan bu ayaklanmalar sonucu da görüyoruz ki Fransa farklı bir noktaya geçememiştir. Bunun bedelini ödüyor.
ÖTV'de zam sinyali var mı, araç krizinin sırrı ne? Levent Köprülü anlatıyor
Kurban neden pahalı? Şok yanıt Tarım Ekonomisti Ahmet Atay’dan
Pistlerin cesur Türk kızı Tüfekçioğlu motosikletin sırlarını anlatıyor
Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu: Ortodoks politikalara dönüş sinyali var