Yazdır

Depremzedeler enkaz altında neler yaşıyor, sağ çıkınca neler bekliyor

Tarih: 16 Şubat 2023 - 08:15

Sesimi duyan var mı? 10 kentteki enkazlardan kurtarılan hayatları milyonlar göz yaşlarıyla izliyor. Peki, günlerce beton yığınları altında kalanlar neler yaşıyor, yeni yaşamda onları neler bekliyor? “Afetin doktoru” Prof. Dr. Gürkan Ersoy anlatıyor.

VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER

Ülkemiz yüzyılın felaketini yaşadı… Yardım çalışmaları sürüyor… Yaralar sarılıyor… Travmalar yaşanıyor, yaşanacak… Yaralılar, enkaz altından çıkarılanlar, deprem ortamını yaşayanlar hatta yardıma koşanlar, yakınlarını kaybedenler çeşitli sağlık komplikasyonlarının adayları… Bugün ve yakın gelecekte alınması gereken sağlık tedbirlerini Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Acil Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Herkes İçin Acil Sağlık Derneği (HİASD) kurucu üyesi ve eski Genel Sekreteri Prof. Dr. Gürkan Ersoy’a sorduk. “Kazandıran Sohbetler”e konuk olan afet tıbbı eğitimi sahibi Prof. Ersoy deneyimlerini ve önerilerini bizlerle paylaştı…

“TÜRKİYE'DEKİ AKADEMİK ACİL TIP TARİHİNİN İLK TÜRK HOCASIYIM, BUNUNLA GURUR DUYUYORUM”

- Değerli hocam, yakın geçmişteki İzmir depremini de yaşayan bir hekim olarak önce bugünkü tecrübelerinize ulaşana kadar nasıl bir mesleki geçmişiniz oldu, anlatır mısınız?

- Öncelikle konuya olan ilginiz nedeniyle çok teşekkür ederim. Ülkemiz çok büyük bir felaket yaşadı. Milletimize geçmiş olsun ve başımız sağ olsun diyerek sözlerime başlamak istiyorum.

1960 Aydın doğumluyum, ilkokulu burada, ortaokul ve liseyi İzmir Bornova Anadolu Lisesi'nde okudum. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne 1978 yılında giriş yaptım. Biz tıp fakültesine girdiğimiz zaman bu üniversite fiziken yoktu. İstanbul'da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde eğitimini sürdürüyordu. 1984 yılında mezun oldum. Daha öğrenciliğimde acillere karşı bir ilgim vardı. Tıp fakültesini okurken hiçbir mecburiyetim veya çağıran olmamasına rağmen tamamen gönüllü olarak tek başıma acil servislere gittim. Yıllarca, saatlerce orada gönüllü olarak çalıştım, pratik olarak serum takma, dikiş atma, idrar sondası takma gibi konularda çok tecrübe sahibi oldum. Mecburi hizmetimi Eskişehir’in Kırka Sağlık Ocağı’nda tamamladım ve 1987’de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim dalında ihtisasa başladım. 1992 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi acil servisine uzman doktor olarak geldim. O yıllarda bu hastanede Acil Tıp Ana Bilim Dalı yani Acil Tıp Uzmanı yetiştiren akademik bir birim yoktu. Burada şunu fark ettim, acil tıp ayrı bir konu, bunu yurt dışına giderek öğrenmem lazım ve bu öğrendiklerimi de ülkem için kullanmam, yaymam lazım.

Edindiğim gözlem, tecrübe ve önerilerimi dönemin rektörü, Türkiye'deki akademik acil tıp ve paramedik mesleğini kuran değerli hocam Profesör Doktor Namık Çelik’e takdim ettim. Bu arada 1993-94 yıllarında o anda Türkiye'de olan Acil Tıp Uzmanı Doktor John Fowler nezdinde üniversitemizde acil tıp ana bilim dalı kuruldu. Ülkemizde acil tıp uzmanı yetiştiren ilk akademik kuruluş oldu ve ben de Türkiye'deki akademik acil tıp tarihinin ilk Türk hocasıyım.

Bu düşünceyle girişimde bulundum ve 7 ülke arasında bir kişiye verilen bir bursu kazanarak 1993’te İsrail’in Hayfa şehrinde Technion Üniversitesi Ramban Hastanesi'nde altı ay süreyle hem acil tıp hem de travma cerrahisi eğitimi aldım. Burada ayrıca MDA denen ambulans sisteminde bir ay süreyle gözlemci olarak çalıştım. Bunlar acil tıp ve hastane öncesi acil sağlık hizmetleri konusundaki ufkumu inanılmaz şekilde genişletti. Tekrar Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Acil Servisi'ne geri döndüm.

Edindiğim gözlem, tecrübe ve önerilerimi dönemin rektörü, Türkiye'deki akademik acil tıp ve paramedik mesleğini kuran değerli hocam Profesör Doktor Namık Çelik’e takdim ettim. Bu arada 1993-94 yıllarında o anda Türkiye'de olan Acil Tıp Uzmanı Doktor John Fowler nezdinde üniversitemizde acil tıp ana bilim dalı kuruldu. Ülkemizde acil tıp uzmanı yetiştiren ilk akademik kuruluş oldu ve ben de Türkiye'deki akademik acil tıp tarihinin ilk Türk hocasıyım. Bunu da gurur duyarak ifade etmek istiyorum. 2015 yılında yine aynı hastanede profesör oldum ve 31 yıldır acil tıp anabilim dalında aralıksız çalışan herhalde Türkiye'deki ilk ve tek öğretim üyesiyim…

Bu çalışmalar sırasında 1995 yılında arkadaşlarımla birlikte Türkiye'nin ilk Akademik Acil Tıp Derneği'ni kurduk. 1999’da ilk akademik Acil Tıp Kongresi’ni İzmir'de düzenledik, içinde bir afet organizasyonu oturumu vardı. Aynı yıl Marmara depremini yaşadık, sanki böyle bir felaket olacağını öngörmüştük.

Türkiye'deki acil tıp ve özellikle afet eğitimi ve ilk yardım konularında derneklerimizin yeterince etkin olamadığını düşünerek Doktor Ülkümen Rodoplu ve Serkan Çetiner ile birlikte İzmir'de Herkes İçin Acil Sağlık Derneği’ni kurduk. Uzun yıllar, iki ay öncesine kadar derneğin genel sekreterliğini yaptım…

Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde kurulu olan Akademik Acil Tıp ve Afet Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi ATAMER'in müdürüyüm. Afet konusunda arkadaşlarımızla birlikte yazdığımız yurt içi ve yurt dışı birçok yayınımız da var.

“SAĞLIKÇILARIN FİZİK SAĞLIĞI VE RUH SAĞLIĞININ ÇOK GÜÇLÜ OLMASI LAZIM ÇÜNKÜ, GERÇEKTEN DAYANILMAZ GÖRÜNTÜLER VE VAKALARLA KARŞILAŞILIYOR”

- Depremde kurtarma çalışmaları yapılırken, acil sağlık müdahalelerinin olmazsa olmazları nelerdir?

- Birincisi hekimin ya da kurtarıcının, orada emek sarf eden, çalışan herkesin önce kendi sağlığını düşünmesi gerekir. Yani orada çalışılırken mesela yakında sağlam gibi görünen binalar olmamalı. Çünkü bir afet sırasında bir artçı deprem veya yine gerçek deprem olup yanımızdaki bina üstümüze yıkılabilir. Çalışanlar orada bina altında kalabilirler, afetzede olabilirler. Üzerinde çalışılan bina yıkılabilir, yaralanma olabilir. Afet daha da ağırlaşır.

Diğeri ise oraya giden sağlık personelinin belirli tedbirleri almış olması lazım. Önce kendisinin sağlıklı olması lazım. En önemlisi mesela tetanos aşısını yaptırmış olması lazım. Hastalıklara karşı kendisini koruyabilmesi lazım. Orada yaralıya, hastaya müdahale ederken mutlaka eldiven takması lazım. Çağımızda kan ve vücut sıvılarıyla bulaşan, gözyaşı, ter, idrar, sperm, büyük abdestle bulaşan sarılık, AIDS, Frengi gibi hastalıklar var.

Orada çalışan sağlıkçının önce kendisinin hem fizik sağlığı hem de ruh sağlığının çok güçlü olması lazım. Çünkü gerçekten dayanılmaz görüntüler ve vakalarla karşılaşılıyor. 1999 Marmara depreminde hastanem ve derneğim adına önce Marmara Devlet Hastanesi'nin acil sağlık hizmetlerinde, ardından da Düzce depreminde de görev almıştım.

“KİŞİ DAHA ENKAZ ALTINDA CANLIYKEN, İLK ANDAN İTİBAREN BULUNABİLEN EN YAKIN UZVUNA DAMAR YOLU AÇIP SERUM TAKIP SIVI VERİLMELİ”

- Yaralılar ve enkazdan çıkarılanlarla ilgili en çok “crush sendromu”ndan söz ediliyor…  Bu nedenle kayıpları en aza indirmek için sağlıkçılar nasıl davranmalı?

- Gerçi hepimiz artık öğrendik biliyoruz ama bizlerin anlayacağı dille bir kişinin yıkıntı altında kalması nedeniyle eli, kolu, bacağı, gövdenin herhangi bir kısmı bir baskı altında kaldığı zaman oradaki kan dolaşımı bozuluyor ve orada ödem dediğimiz sıvı birikimi oluşuyor. Burada da kompartman sendromu meydana çıkıyor. Burada sıkışan bölgedeki kas dokusunun şişmesi nedeniyle bir süre sonra kas dokusu parçalanıyor. Kas dokusunun içinde potasyum dediğimiz kanda normalde belli değerlerde bulunan maddenin aşırı miktarda artmasına neden oluyor. Potasyum kanda çok yükselince kalp, kasılma anında duruyor. Yani öldürüyor.

Diğeri ise kası oluşturan miyoglobin denen ağır bir madde var ve gidiyor böbrekteki yolları tıkıyor. İlk aşamada kişi enkaz altındayken ve/veya enkaz altından kurtarılırken, kurtarıldıktan sonra ilk dönemlerde görülen ani ölümlerin en büyük nedeni crush sendromu, kasın ezilmesi sonucu ortaya çıkan ve kandaki potasyum miktarının yükselmesidir. Daha sonraki dönemde de bu böbrekteki idrar yollarını tıkayan miyoglobin isimli madde nedeniyle kişide oluşan akut böbrek yetersizliği hastalığı... Bunun tedavisi mümkün ama yakın takibi gerekiyor. Hastanın hemodiyalize girmesi gerekiyor. Hastanın böbreğindeki zehirli maddelerin temizlenebilmesi için böbrek makinesine bağlanması gerekiyor. Biz sağlıkçıların bunu engellemek amacıyla yapması gereken şey çok net ve kesin. Kişi daha enkaz altında canlıyken görüldüğü andan itibaren bulunabilen en yakın uzvuna -kol, el, ayak olabilir- damar yolu açıp serum takıp hastaya sıvı vermemiz gerekiyor. Potasyum içermeyen her gün kullandığımız serum vermek lazım. Hızla serum vermeye başlanması nedeni ise enkaz altında kalan kişi hemen kısa sürede çıkartılamayabiliyor. Kişinin enkazdan kurtarılması, o beton blokların arasına çıkartılması bazen saatler hatta günler alabiliyor. Yani dediğim gibi hasta canlı olarak görüldüğü andan itibaren serum takılarak sıvı tedavisine başlamak lazım.

Bundan önce de kişiye dokunarak moral vermek gerekli. Örneğin “sağlık ekibi olarak kurtarma ekibi olarak yanındayız, lütfen rahat ol, çok fazla konuşma, çok fazla hareket etme, biz var gücümüzle çalışıyoruz, seni buradan canlı olarak kurtaracağız ve en yakın hastaneye nakledeceğiz” gibi… Kişinin psikolojik olarak güçlenmesini sağlayalım. İkincisi serum taktık. Üçüncüsü çıkartıldıktan sonra hekimlerin veya oradaki ambulans teknikerlerinin kişiyi çok dikkatli bir şekilde taşımaları gerekiyor. Bunu da birkaç nedeni var. Vücudunda kemik kırıkları olabilir, parçalanmış dokular olabilir. Kazazede bizim travma tahtası dediğimiz sert bir zeminde tahtanın üzerinde taşınmalı. Taşıma tekniklerine uygun taşınmalı. Boynuna boyunluk takılmalı. Burada kazazedeyi bekleyen iki tehlike daha var. Bir tanesi hipotermi diğeri de açlık…

Hipotermi geçiren kişiyi de birden ısıtmamak lazım. Direkt sobanın, kaloriferin yanına getirmemek, yavaş yavaş ısıtmamız gerekiyor. Çünkü eğer birden hızlıca ısıtacak olursak kişinin damarları genişliyor ve hipotansiyon yani tansiyon düşüklüğü olup kişi şoka girebiliyor…

Hipotermi yani vücut ısısının düşük olması şöyle tarif ediliyor. Normalde 36,5-37 derece olan vücut ısısının 35 derece veya altına düşmesi… Böyle bir durumda da kalbimiz yavaşlayarak duruyor. Kişi uykuya dalıyor ve uykuda ölüme geçiyor. Bir diğeri vücut ısısının düşüklüğü olan hastaların tenlerinde sanki yanmış gibi su kabarcıkları oluşuyor. Biz bunlara ‘bül’ diyoruz. Bunların oluştuğu cilt çabuk yırtılabilir, kesilebilir, çok çok dikkatli davranmak lazım. Hipotermi geçiren kişiyi de birden ısıtmamak lazım. Direkt sobanın, kaloriferin yanına getirmemek, yavaş yavaş ısıtmamız gerekiyor. Çünkü eğer birden hızlıca ısıtacak olursak kişinin damarları genişliyor ve hipotansiyon yani tansiyon düşüklüğü olup kişi şoka girebiliyor…

Özetle bu sendromda önce kişiye moral verelim. Mutlaka sakin olalım. Hemen serum takalım. Kişi çıktıktan sonra çok iyi saralım. Hipotermiye karşı dikkatlice ısıtalım. Vücudunda su kabarcıkları olduysa patlatmayalım. Hasta günlerdir aç olduğu için hipoglisemi yani kan şekeri düşmüştür. Beslenmesine de dikkat edelim.

Hipotermi ile mücadele içinde ilk yapılacak şey hastayı ısıtmak üzerinde ıslak elbise varsa çıkartmak, rüzgarsız bir ortama almak gerekir çünkü ıslak elbiseler ve rüzgar var ise kişi soğuğu daha çok hisseder. Hastanın idrarını yapıyor olmasına -ki bizim için çok önemli- dikkat etmek gerekir. Eğer idrarını yapıyorsa potasyum idrarla atılıyordur. Bu bizim için iyi bir bulgudur. İdrarını yapamıyorsa sıkıntı daha fazladır. Bunu anlamak için de orada da hastanın iç çamaşırını kontrol etmemiz gerekiyor. Eğer ıslandıysa idrarını büyük bir ihtimalle yapıyordur. Bu tip hastalara, yaralılara, kazazedelere ilk aşamada enkaz altındayken ağızdan bir şey verilmemelidir. Çünkü kişinin pozisyonunu bilinemez -yüz üstümü, baş aşağı mı, sırt üstü mü- verilecek sıvı, su, meyve suyu her neyse kişinin boğazına, oradan da hava yollarına kaçıp tıkayabilir. Enkazdan çıktıktan sonra ağzına su verilip çalkalatılarak ağzının içindeki toz vesaire temizlenebilir.

“KOMPARTMAN SENDROMU, CRUSH SENDROMUYLA BAĞLANTILI BİR DURUM, SONUCU KANGRENE, UZVUN KESİLMESİNE KADAR GİDER”

- Bir de kompartman sendromu da gündemde, bunun sonuçları nedir ve ne tür tedbirler söz konusu olabilir?

- Bu crush sendromuyla bağlantılı bir durum. Bir kas dokusunun bası altında kalması nedeniyle oradaki kas dokusunun şişmesi yani ödem haline geçmesidir. Fakat kas dokusunun üstünde deri olduğu için kas genişlemekte ve orada boğulup kalmaktadır. İki cilt arasında o bölgeden sonraya kan gidişi durmaktadır ve bunun sonucu da o bölgenin, -ayağın, kolun, bacağın- kangrene uğraması yani ölmesidir. Bu olay o uzvun kesilmesine kadar gider. Böyle bir durumda yapılması gereken daha enkaz altındayken hastaya sıvı vermeye başlanmasıdır. Tabii ki bunların göz önünde yapılmak zorunda kalınması çok rahatsız edici… Biz hastanede ameliyathane şartlarında veya acil servis şartlarında hastayı uyutarak veya sedasyon uygulayarak cildini kesiyoruz (fasyatomi). Cilt kesilince alttan bu şişmiş kas dokusu pörtlüyor, dışarıya doğru çıkıyor ve rahatlıyor zaman içinde tekrar düzeliyor. Uzun bir tedavi.

“KİŞİ NE KADAR ZAMAN HAYATTA KALABİLİYOR, BUNU SÖYLEMEK ÇOK ZOR, KİŞİDEN KİŞİYE DEĞİŞİYOR”

- Ne kadar zaman uzunluğunda enkaz altında kalan ve kurtarılan kişilerin hayata sağlıkla tutunma şansları olabilir?

- Bunun net bir cevabı olduğunu en azından ben zannetmiyorum. Çünkü tıpta genel bir kural vardır. Hastalık yok hasta vardır diye. Örnek vermek gerekirse hastalığın adı grip. Bir kişi grip olur üç gün sürer dördüncü gün iyileşir. Bir başka kişi grip olur ve belki onuncu günde iyileşir. Hastalık aynı ama iki ayrı kişi de ayrı seyrediyor. Kişinin atletik yapısı, mevcut kas yapısı, en önemlisi daha önceki psikolojik durumu, daha önce iyi uyuyup uyumamış olması, yorgun olması, dinlenmiş olması, beslenme durumunun iyi olması, hava şartları gibi birçok etken var. Özetle ne kadar zaman kişi hayatta kalabiliyor, bunu söylemek çok zor. Kişiden kişiye değişiyor, ama en önemli faktörlerinden bir tanesi de kişinin enkazdan çıkartıldıktan sonra uygun şartlarda en yakın hastaneye en uygun şekilde nakli, yani serumu takılarak ısıtılarak vesaire travma tahtasının üzerinde taşınması.

AKUT DÖNEMDE OLABİLECEK SIKINTILAR, KRONİK DÖNEMDE OLABİLECEK SIKINTILAR

- Böyle bir afet ortamında ve aşırı soğukta açıkta kalmak zorundaki insanları, yeterli tedbirler alınamazsa ne tür hastalıklar tehdit eder?

- Bu kişiler için bekleyen sorunları genel anlamda iki ayrı bölümde inceleyebiliriz.

Akut dönemde olabilecek sıkıntılar:

Açlık, buna bağlı vücut kan ve metabolizma sisteminde oluşabilecek bozukluklar, kas dokusunda erime, sertleşme (kontraktür), negatif balans…

Kronik dönemde olabilecek sıkıntılar:

Bası altında kalan bölgelerde oluşabilecek uzun süre kapanmayan yaralar. O uzvumuzun (kol, bacak vs.) kırılması, orada kompartman sendromu gelişmesi ve bu nedenle kesilmek zorunda kalabilmesi. Tetanos ve gazlı kangren gibi çok ciddi ve öldürücü hastalıkların gelişmesi. Hastayı ölümden kurtaracak girişim olarak o uzvun kesilmek zorunda kalması (ampütasyonu). Bası altında kalan bölgenin mikrop kapması ve bu mikrobun tüm vücuda ve kana karışması sonucu ölümcül bir hastalık olan "sepsis" tablosunun ortaya çıkması. Kişinin enkaz altında nefes alıp verirken etraftaki tozları da soluması, bu tozların kişinin akciğerine gitmesi sonucu solunum yollarının iltihabı hastalıklarını yaratması (astım, zatürre). Yine eğer aşısı yok ise kızamık, covid, gripal enfeksiyon, hepatit (sarılık) gibi hastalıklar. Bu hastalıklar olsa da olmasa da ve/veya olup ta kişi iyileşse bile onu bekleyen en büyük tehlike çok ciddi ve derin “psikolojik” sorunlardır. Buna tıpta kısaca “Post Travmatik Stres Disorder” (PTSD) (Travma sonrası stres sendromu) demekteyiz.

“İNSANIN BİR UZVUNUN AMPÜTE EDİLMESİ KENDİSİNDE ÇOK CİDDİ PSİKOLOJİK SORUNLARI YARATIR, TEDAVİ MASRAFLARI DA ÇOK PAHALIDIR”

- Çok sayıda amputasyon yapma zorunluluğu oluyor. Bunun sonuçları neler olacak ve bunu minimize etmek mümkün mü?

- Bu amputasyonları tamamen engellemek mümkün değil ama sayı olarak azaltmak mümkün. Tıpta bir kural vardır: En ucuz ve en etkin tedavi korunmadır. Yani kişiyi hasta olmadan önce korumaktır. Mesela buna en güzel örnek aşılardır. Yine bir örnek olarak kızamık normalde çok ağır ve öldürücü bir hastalık olmasına rağmen, eğer kişi kızamık aşısı oldu ise hastalığı çok hafif geçirmektedir veya hiç hastalanmamaktadır. Bir diğer örnek ise çocuk felci hastalığıdır. Korumak için yapılan tek şey çocuğa şeker üzerinde iki damla aşı vermektir. Hâlbuki eğer aşısı yoksa çocuk hayatının bir döneminde çocuk felcine tutulup sakat kalmakta ve/veya ölmektedir.

Ampütasyon konusunu geri dönecek olursak, burada tabii ki önce sağlam binalar yaparak insanların afetlerde böyle bir kötü tablo ile karşılaşması engellenebilir. Her türlü tedbire rağmen afet oldu ve kişi enkaz altında kaldı ve bir nedenden dolayı o uzvu ampüte edilmesini engellemek için daha kişi enkazdan çıkartılmadan profesyoneller tarafından serum tedavisine başlanılmalı, enkazdan çıkartıldıktan sonra yine profesyoneller tarafından uygun tekniklerle ambulansa ve hastaneye taşınmalı ve orada da en uygun tedavisi yapılmalıdır. Eğer bu zinciri sağlayabilirsek afetlerde ampütasyon oranını azaltabiliriz.

Hepimizin bildiği gibi insanın bir uzvunun ampüte edilmesi kendisinde çok ciddi psikolojik sorunları yaratmakta ve tedavi, protez, fizik tedavi gibi masrafları da çok zor ve pahalı olmaktadır…

“TÜRKİYE'DE ACİL TIP SİSTEMİ VE ACİL SERVİSLER ABD'YE, AVRUPA'DAKİ ÜLKELERE GÖRE ÇOK DAHA BAŞARILI, ÇOK DAHA GELİŞMİŞ, ÇOK DA İYİ HİZMET GÖRMEKTE”

- Bir süre Amerika deneyiminizin de olduğunu biliyoruz… Orada böyle afetler için planlanan ne gibi tedbirler vardır?

- Amerika’da çok iyi dokümante edilmiş, yazılı hale getirilmiş hastane afet planları, kişisel afet eylem planları var ama onlarda inanın bu konuda çok başarılı değiller. Buna da en iyi örnek yıllar önce yaşadığımız İkiz Kuleler baskını idi. Ülke bu olaydan sonra planlarını tekrar gözden geçirdi. Esas sorun biz insanoğlunun algısında ve düşüncesinde. Bu durumu şöyle açıklayabilirim. İnsanoğlu günlük yaşamı içinde daima hoşuna giden, işine gelen ve kendine haz veren işi yapar veya yapmak ister. Yani mesela bir öğrenci yarın sınavı var. O sınava çalışmak zordur, çok sıkıcı moral bozucudur. Çalışmaya başladığı andan itibaren uykusu gelir. Sınava çalışmak yerine televizyonda sevdiği bir diziyi veya tuttuğu takımın maçını seyretmek veya sosyal medyada dolaşmak ona daha zevk ve haz verir. Bu yüzden de ders çalışmayı bırakıp o hoşlandığı sevdiği işleri yapar.

Konu afet olunca bu paradoks duygu daha belirgin hale gelir. Çünkü afet deyince hepimizin aklına yıkılan binalar, yaralılar ve ölüler gelir. Bunları düşünmek, konuyu aklımıza getirmek bizi çok yorar sıkıntıya sokar, üzer. Bu nedenle belki de haklı olarak ruh halimizi korumak için insanoğlu afeti düşünmez onu yok sayar, “benim olduğum yerde olmaz ve benim başıma gelmez” der. Bu söylediklerim sade vatandaş için geçerli olduğu gibi aynen yönetici pozisyonunda olan kişiler için de geçerlidir. Yani insanoğlu afet ile ilgilenmez veya ilgilenmek istemez. İşte bu nedenle dünya, Japonya vs. gibi belirli ülkeler dışında afetler karşısında çok ciddi yaralar alır ve başarısızdır. Dediğim gibi burada ana sorun, sorundan kaçmaktır.

İnanın Amerika'da, en azından bulunduğum afet merkezinin hastanesinde de durum aynı idi. Hatta Türkiye'de acil tıp sistemi ve acil servisler Amerika'daki birçok eyalet ve Avrupa'daki ülkelere göre çok daha başarılı, çok daha gelişmiş, çok da iyi hizmet görmektedir.

“AFETLER RUHUMUZDA YANİ PSİKOLOJİMİZDE ÇOK DERİN, TEDAVİSİ GÜÇ VE ZOR YARALAR BIRAKMAKTADIR, VÜCUDUMUZDAKİ YARALAR DÜZELTİLMEYE BAŞLADIĞI ANDAN İTİBAREN KİŞİNİN RUH HALİNDEKİ ÇÖKÜNTÜ DE DÜZELTİLMELİDİR”

- Afet sonrası yakın gelecekteki psikolojik rahatsızlıklar konusunda da acil iyileştirme çalışmaları başlatılabilir mi? Neler yapılmalı?

- Afetler sonrası insanda genel anlamda iki yaralanma olmaktadır. Birincisi vücudumuz yani kaslarımız, kemiklerimiz vs. Diğeri de ruhumuzdur. Afetler ruhumuzda yani psikolojimizde çok derin, tedavisi güç ve zor yaralar bırakmaktadır. Afetler sonrası vücudumuzdaki kesi, kırık gibi yaralar düzeltilmeye başladığı andan itibaren kişinin ruh halindeki çöküntü de düzeltilmelidir. Depremzedeler ve halkımıza ülkemizin çok değerli psikiyatrist, klinik psikolog gibi uzmanlarının profesyonel destek vermesi şarttır ve zaten çok ciddi bir şekilde verilmektedir. Psikiyatri derneklerinin ve klinik psikologlara ait derneklerin bu konuda özveri ile çalıştıklarını biliyorum. Burada şunu da ısrarla vurgulamak isterim ki ben ve bizler gibi deprem ve bu afeti bizzat yaşamayan kişiler bile gördükleri duydukları ile ciddi bir şekilde etkileniyor. Zaten her geçen gün çok kaotik ve tahammülü zor bir dünyada yaşıyoruz. Her ortamda şunu söylüyorum. Bu kadar kaotik bir ortamda yapabileceğimiz en güzel şey ruh ve beden sağlığımızı korumak. Bunu yapabilmek ve sağlayabilmek için de önerilerim beslenmemize, uykumuza dikkat etmek, psikiyatrist veya klinik psikologlardan profesyonel (psikolojik) destek almak ve eğer gerek görülüyor ise ilaç kullanmaktır.

Yani özetlemem gerekirse depremzedelerde çok çok daha yoğun olmak üzere hepimiz de yoğun üzüntü, sıkıntı, kaygı, korku, endişe, kaybetme korkusu gibi taşıması çok zor duygular oluştu. Bu ruh hali bizi çok yorar sıkıntıya sokar. O yüzden bu kaygı ve düşünceler bizi rahatsız ediyorsa mümkün olan en kısa zamanda bir klinik psikolog veya psikiyatristten profesyonel destek almayı şiddetle öneriyorum. Unutmayalım ki günümüz dünyasında akıllı insan psikolojik (profesyonel) destek alır ve eğer gerekli görülüyor ise ilaç kullanır. Bundan sonraki sohbetlerimiz umarım hep mutlu günlerde olur,  bizi tüm okuyanlara sağlıklı günler dilerim.

Dev projelerin mühendisi Özdemir’den büyük deprem ve beklenen İstanbul depremi açıklamaları

Trafik Uzmanı Dr.Suat Sarı’yla İstanbul’un trafik çilesine el attık

Dr. Kaleağası ile Avrupa Birliği’ne ufuk turu

Buzlu denizlerin cesur, şampiyon ve rekortmen Türk kızı Kayadelen konuştu

İBDD Başkanı Tamur ile bağımsız denetçiliği konuştuk

İnfo Yatırım'dan 2022 değerlendirmesi, 2023 beklentileri

Binnur Zaimler'le dünya ve ekonominin 2023 yıldız haritasına bakış

Ünlü yapımcı Timur Savcı, Türk dizilerinin gücünü anlattı

Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/depremzedeler-enkaz-altinda-neler-yasiyor-sag-cikinca-neler-bekliyor/1721947