FINANSGUNDEM.COM – DIŞ HABERLER SERVİSİ
Küreselleşme son 40 yılda yaşanan ekonomik gelişmelerin en önemlisi olarak karşımızda duruyor. Ticaret ve finans alanında yaşanan bu entegrasyonun küresel ekonomiyi sancılı bir çöküş sürecine sürüklediği anlaşılıyor.
Finansgundem.com’un derlediği bilgilere göre, son birkaç yıldır ise küreselleşme frenlenmeye çalışılıyor. Küresel entegrasyon zayıflıyor ve ülkeler içe kapanmayı tercih ediyor. Bu döngünün, finansal deglobalizasyon ile sonuçlanması bekleniyor.
Finans piyasalarındaki entegrasyon sürüyor
Forbes’ta yayınlanan analize göre, deglobalizasyon, başlangıçta Trump yönetimindeki ABD ve Brexit referandumunun ardından Birleşik Krallık gibi refah düzeyi yüksek ülkeler tarafından yönlendiriliyor. Bu sürecin, birkaç jeopolitik gücün küreselleşmeden uzaklaşmaya geçişi hızlandırmak için bir araya gelmesiyle başladığı kabul ediliyor.
Küresel ticaretin parçalanmasının, uluslararası sermaye piyasalarının parçalanmasının habercisi olabileceği düşünülüyor. Kovid-19 ile ilgili kısıtlamalar ve kapatmalar, küresel tedarik zincirlerini kesintiye uğratıyor ve en önemlisi Çin'de olmak üzere büyük üretim merkezlerinin kapanmasına neden oluyor. Benzer şekilde, Ukrayna'daki savaş, ticaret yollarını değiştiriyor ve Batılı ülkeleri petrol, gaz, buğday ve gübre gibi başlıca emtialar için alternatif tedarikçiler bulmaya zorluyor. Rusya'ya yönelik Batı liderliğindeki yaptırımlar ticareti daha da engelliyor ve gıda ve enerji fiyatlarını keskin bir şekilde artırıyor.
Ancak, büyük ekonomiler sınırda karbon vergileri gibi korumacı politikalar benimseyerek küresel ticaret daha da parçalanmış hale getirirken, finansal piyasalar güçlü bir şekilde entegre olmaya devam ediyor. Sınır ötesi sermaye akışları hala büyük ölçüde düzensiz ve her zamankinden daha değişken. Bu, şu anda birçok düşük ve orta gelirli ülke için ölümcül olduğu kanıtlanan bir kombinasyona karşılık geliyor.
ABD ve Avrupa Birliği'ndeki hızlı faiz artışları, düşük ve orta gelirli ülkelerin dış borç yüklerini artırarak, faiz oranlarını gelişmiş ekonomilerden bile daha agresif bir şekilde artırmaya zorladı
1990'lı yıllarda bu ülkelerde sermaye hesaplarının serbestleştirilmesi, büyük miktarda ‘sıcak para’ akışına yol açtı. Bu durum, sanıldığı gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik görünümlerinden çok, gelişmiş ülkelerin makroekonomik politikaları tarafından yönlendirilen özel finansal sermaye tarafından yönlendirildi. 2008 küresel finans krizini takip eden yıllarda ise, gelişmekte olan ve ‘sınır’ piyasalara sermaye akışı arttı. Mali kurumlar dolarla ucuza borçlandılar veya gelişmekte olan ülkelere yabancı para cinsinden borç verdiler ya da yerel para piyasalarına yatırım yaptılar. Sermaye girişleri, daha yüksek faiz oranı marjlarını ve para biriminin değer kazanmasını tetikleyerek, en azından bir süreliğine, faiz arbitrajlarını özellikle kazançlı hale getirdi.
Gelişmekte olan ekonomiler Fed’i takip etmemeli
Yıllar geçtikçe, genellikle rezerv olarak tutulan ve düşük getirili dolar varlıklarına yatırılan sıcak para girişleri, yükselen ve gelişmekte olan ekonomileri sermaye kaçışına karşı savunmasız hale getirdi. Artan senyoraj maliyetleri (paranın üretim maliyeti ile üzerinde yazılı değer arasındaki fark) kredi notunun düşürüleceği korkularını körüklediğinden, bu durum söz konusu ülkelerin maliye politikaları üzerinde zayıflatıcı bir etki yarattı.
ABD ve Avrupa Birliği'ndeki hızlı faiz artışları, düşük ve orta gelirli ülkelerin dış borç yüklerini artırarak, faiz oranlarını gelişmiş ekonomilerden bile daha agresif bir şekilde artırmaya zorladı ve Kovid-19 salgınından kurtulmalarını engelledi. Ayrıca, bu dramatik oran artışları kararsız yabancı yatırımcıların kaçmasını engellemedi. Gelişmekte olan piyasa para birimlerinin değer kaybetmesine ve iş gücü piyasalarına ve büyüme beklentilerine ciddi şekilde zarar vermesine neden oldu.
Ancak gelişmiş ülkelerde yüksek faiz oranları ve mali konsolidasyon kombinasyonu ters tepiyor çünkü yükselen enflasyonun arkasındaki gerçek güçleri ele almadan resesyona neden olma riski taşıyor. ABD Merkez Bankası’nın liderliğini izlemenin bir sonucu olarak, birçok düşük ve orta gelirli ülke şimdiden ciddi bir stagflasyonla karşı karşıya. Küresel finansla bütünleşme, ekonomik sıkıntılarını daha da kötüleştiriyor.
Gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelerin etkisiz yaklaşımını taklit etmek yerine, kendi özel ihtiyaçlarına ve politik ekonomilerine uygun politikalar geliştirmeleri gerekiyor.
Oysa, gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin etkisiz yaklaşımını taklit etmek yerine, kendi özel ihtiyaçlarına ve politik ekonomilerine uygun politikalar geliştirmeleri gerekiyor. Bu tür politikalar, kilit emtia fiyatlarının kontrol edilmesini, kritik eksiklikleri gidermek için yerli üretimi artırmayı ve yeni işsizler ile yüksek enflasyondan en çok etkilenenler için sosyal koruma sağlamayı içeriyor.
Her şeyden önce, gelişmekte olan ülkelerin daha etkili sermaye kontrolleri uygulaması gerekiyor. Değişken portföy akışlarına, özellikle para biriminin değer kaybetmesine katkıda bulunanlara kısıtlamalar getirmek, finansal küreselleşmeyle ilişkili riskleri azaltmak için oldukça önemli gözüküyor. Dahası, pek çok gelişmekte olan ülkenin Rusya'ya yönelik ABD öncülüğündeki ticari yaptırımlara açıkça veya zımnen meydan okuması gibi, politika yapıcıların da ABD hakimiyetindeki uluslararası finans sisteminden, özellikle dolar takası ve repo piyasalarından kurtulması gerekiyor.
Bölgesel iş birlikleri
Çoğu gelişmekte olan ülkenin kendi başına hareket etmeyi göze alamayacağı göz önüne alındığında, bölgesel işbirliği de kritik öneme sahip bulunuyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nın yıllık raporu da, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ekonomilerin mali hakimiyetine karşı koymak için uygulayabilecekleri, ‘takas birlikleri’ de dahil olmak üzere, birkaç yenilikçi finans ve döviz ödemesi biçiminden bahsediyor.
Rapora göre, gelişmekte olan ekonomiler arasındaki ticaret hızla büyürse, akışlar kendi para birimlerinde veya bölgesel para birimi mekanizmaları aracılığıyla çözülebilecek. Bu tür mekanizmalar ayrıca borç yeniden yapılandırma anlaşmalarının müzakere edilmesine, bölgesel düzeyde finansal sigorta sağlanmasına ve hatta ülkelerin yabancı varlık pozisyonlarını iyileştirmek için istikrar fonları oluşturulmasına yardımcı olabilir diye düşünülüyor.
Finansal küreselleşmenin, gelişmekte olan dünyada güçlü bir büyüme ve mali istikrar çağını başlatması bekleniyordu. Sonunda ise tersi oldu. Şimdi, ekonomik güçlerini geri kazanmak için, düşük ve orta gelirli ülkelerin küreselleşmeden uzaklaşmadan en iyi şekilde yararlanmaları ve uluslararası sermaye piyasalarının parçalanmasını benimsemeleri gerekiyor.
Deglobalizasyon hangi ekonomileri ön plana çıkaracak?
Küresel ekonomi için 'alarm zilleri' çalıyor
Citigroup: Küresel ekonomi yüzde 2'nin altında büyüyecek
Küresel ekonomi için 'fırtına' uyarısı
Ray Dalio: ABD-Çin krizi küresel ekonomiyi felç ediyor
IMF: Küresel ekonomik görünüm “iç karartıcı”