VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
Yaz mevsimini geride bıraktık, pandemi sonrası ilk kez herkes dolu dolu tatil yaptı…Sahil bölgelerine gidenler genelde kirliliği artan bir deniz ve bol bol tekneyle karşılaştı. Ege ve Akdeniz sahillerini karış karış bilen bir gazeteci dostumuzu “Kazandıran Sohbetler”e konuk ettik. Biz sorduk Ali Boratav cevapladı…
“AİLECE EMEKLİLİĞE TERFİ ETTİKTEN SONRA BİR YAZLIK EV YERİNE TEKNE SATIN ALDIK, SON YILLARDA YAKLAŞIK 6 AYIMIZI DENİZDE GEÇİRİYORUZ”
- Sayın Boratav yıllarca gazetecilikten sonra adeta kendinizi mavi sulara adadınız… Neler yapıyorsunuz?
- Çocukluğumdan bu yana deniz en önemli dinlenme, spor, keşif, lezzet, mutluluk alanımdır. Fakat 2006 yılında bir bayram tatilinde ilk kez bir tekne kiralayıp amatör denizciliğe, daha doğrusu kaptanlığa adım atmak yaşamımın sanırım en önemli dönüm noktalarından biri oldu. O tarihten bu yana yaz aylarında yol molaları haricinde bir otelde, pansiyonda, kiralık evde kalmadım, tatil yapmadım. Boş vakitlerimin tamamını tekne üstünde, denizlerde geçirdim.
Ayrıca ailece emekliliğe terfi ettikten sonra boş vaktimiz iyice arttı. Bir yazlık ev yerine tekne satın aldık. Son yıllarda yaklaşık 6 ayımızı denizde geçiriyoruz.
Denizlerde yolculuğa başladığım ilk günlerden itibaren Yacht Türkiye dergisinde gezi anılarımı yazmaya başlamıştım. Çok keyif aldım bu yazılardan. Kısa bir süre sonra kafamda bir emeklilik projesi fikri oluştu; mavi yolculuk kıyılarımızı anlatan bir kitap… 10 yıla yakın süre bu kitabın malzemelerini toplamak ve bir anlatım konsepti oluşturmak üstünde çalıştım. ‘Mavi Yolculuk Rehberi’ ismini verdiğim bu kitabın yazımı 3 yıl, sayfa yapımı 1 yıl sürdü. Yani beni bayağı uğraştırdı. Ama çok keyifli bir uğraş oldu ve denizci camiasında da hayli beğenildi. Geçtiğimiz 4 yılda 3 baskı yaptı.
“KİTAP TÜRKİYE MAVİ YOLCULUK KIYILARINI VE YUNAN SULARINDAKİ ARTIK MAVİ YOLCULUĞUN DOĞAL UZANTISI HALİNE GELEN 12 ADALAR BÖLGESİNİ ANLATIYOR”
- Hemen kitaba geçelim ve Mavi Yolculuk Rehberi bize neler anlatıyor, sizden dinleyelim?
- Gökova’dan Kekova’ya Türkiye mavi yolculuk kıyılarını ve Yunan sularındaki artık mavi yolculuğun doğal uzantısı haline gelen 12 Adalar bölgesini anlatıyor. İlk baskıda 450 koy ve mola noktasını tanıtmıştım. Büyük boy, 532 sayfalık bir kitap olmuştu. İkinci baskıda güncellemelerin yanı sıra bir genişletme yaptım 540 koyluk bir kapsama alanı ve 608 sayfalık bir hacme ulaştı.
- Daha ikinci baskıda neden bir genişletme ihtiyacı duydunuz?
- Araya hiç beklenmedik bir şey girdi: Pandemi... Denizler bir anda abartısız 2 kat kalabalıklaştı. Eskiden en kalabalık günlerde 100 teknenin girdiği Dirsekbükü’nde sıradan günlerde 150; bayram günleri 200 tekne bağlanmaya çalışıyordu. Adaboğazı’nda tekneler iki metre aralıkla sanki bir marinadaymış gibi demirliyorlardı. Kitaba bu nedenle 2’nci baskıda profesyonel denizcilerin sakin bir yüzme molası noktası olarak kullandığı, biraz çalkantılı ama temiz denizi olan 90 küçük koy ve mola noktası ekledim. Neticede herkesin biraz ıssızlığa, sükûnete ihtiyacı var.
“OĞLANBOĞULDU, ARAP ADASI, BOZBURUN, DARGEÇİT SIĞLIĞI GİBİ ÇOK SEVDİĞİM BAZI YERLERİ SEZONDA ARTIK BEN DE BOŞ BULAMIYORUM, BU BİRAZ CAN SIKICI BİR DURUM”
- Herhalde bu gizli koyları bilen deneyimli denizciler özel sığınaklarını ifşa ettiniz diye kulaklarınızı hayli çınlatmışlardır, değil mi?
- Aynen öyle oldu. Fakat hem kendi gezilerimde mutlulukla kullandığım bu gizli kovukları artık çoklukla tıka basa dolu görmekten, hem de denizci dostlardan şakayla karışık bazı sitemkâr sözler işitmekten hiç pişman değilim. Tanrının verdiğini kuldan neden esirgeyelim.
İşin doğrusu, bu gizli kovuklar koylar, kıpırtısız girintiler zaten profesyoneller tarafından kullanılıyordu, boş bulmak zordu, koordinatlarını tecrübesiz arkadaşlarla paylaşarak sadece bir fırsat eşitliği yaratmış olduk.
Yine de şunu itiraf edeyim: Oğlanboğuldu, Arap Adası, Bozburun Dargeçit sığlığı gibi çok sevdiğim bazı yerleri sezonda artık ben de boş bulamıyorum. Bu biraz can sıkıcı bir durum... Ama bu tür yerleri çok sevdiğim için ben de sezon dışı uğrayıp özlem gideriyorum. Örneğin Eylül sonunda gidin, yüzde 90 bomboş olur.
“KOYLARIN, KÖYLERİN TARİHİ, DOĞASI, ÇEVRE SORUNLARI, EFSANELERİ, MUTFAK KÜLTÜRÜ, DENİZALTI YAŞAMI, RESTORANLARI, BALIKLARI VE İNSANLARINI ANLATABİLMEK İÇİN SAYFALARIM OLDU”
- Mavi Yolculuk hakkında bugüne kadar yazılmış pek çok eser var Mavi Yolculuk Rehberi’nin farkı ne oldu?
- Türkiye kıyılarını anlatan başta Sadun Boro’nun ‘Vira Demir’ isimli eseri olmak üzere 20’ye yakın kılavuz kitap vardır. Mavi Yolculuk Rehberi’nin bu kitaplardan iki temel farkı var. Birincisi Yunanistan’ın 12 Adalar bölgesini ekledim. İkincisi ve daha da önemlisi kitabı Gökova’dan Kekova’ya şeklinde sınırlayınca, bu sınırlı alanda çok daha derinlemesine bilgi ve izlenim aktarma imkânı elde ettim. Bu koyların, köylerin tarihi, doğası, çevre sorunları, efsaneleri, mutfak kültürü, denizaltı yaşamı, restoranları, balıkları ve insanlarını anlatabilmek için sayfalarım oldu.
Bir diğer nokta güncelliktir. ‘Mavi yolculuk Rehberi’ 4 yılda 3 baskı yaptı ve her baskıda ciddi güncellemeler yapmak durumunda kaldım. Bir koydaki iskele yıkılıyor, diğerinde yazlık ev sitesi yapılıyor, bir diğeri deniz kirliliğinden yanına yaklaşılmaz hale geliveriyor. ‘Mavi Yolculuk Rehberi’ öncesi basılmış kılavuz kitapların en yenisinin üstünden 10-15 yıl geçmiş durumda. Oysa kıyılarımızda füze hızıyla bir değişim yaşıyoruz.
“DENİZ DARALMAYA BAŞLADI, HER ŞEYDEN ÖNCE, DENİZDE MÜTHİŞ BİR YOĞUNLUK VAR. HER YIL DENİZ ÜSTÜNDEKİ TEKNE SAYISI YÜZDE 10- 15 ARTIYOR”
- Gerçekten büyük bir değişim var. Denize çıktığınızdan bu yana denizlerimizde, kıyılarımızda nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz?
- Bu soruya “Çok olumlu değişimler gözlemliyorum” diye yanıt verebilmeyi isterdim. Ama aksine “Deniz daralmaya başladı” diyeceğim. Her şeyden önce, denizde müthiş bir yoğunluk var. Her yıl deniz üstündeki tekne sayısı yüzde 10-
15 artıyor. Bugün Muğla bölgesinde, yani mavi yolculuğun kalbini oluşturan Gökova-Fethiye bölgesi körfezlerinde 20 bin civarında tekne, 3-4 ay benim kitapta yer verdiğim 540 koyda yaşıyor.
Burada mesele tekne sayısı değil. Örneğin İtalya’da Türkiye’deki toplam tekne sayısının 5 katı, Fransa’da 7 katı tekne var. Ama bunlar ağırlıklı olarak marinalarda yatıyor ve yılda sadece birkaç hafta denize çıkıyorlar. Oysa Türkiye’de toplam 30 bine yakın mavi yolculuk yapabilir, yani 1 hafta 10 gün karaya adım atmadan içinde yaşanabilir tekne var ve bunların üçte ikisi yaz aylarında koyları parsellemiş durumda. Özellikle pandemi döneminde ofisin-okulun denize taşınmasıyla bir denizde yaşam kültürü ortaya çıktı. Bu da mavi yolculuk kıyılarımızın tüm dengesini alt üst etmiş durumda.
Huzur aradığınız bir anda tepenize bir yaş günü partisi patlayıveriyor. Denize giriyorsunuz nahoş kokular ve görüntülerle karşılaşabiliyorsunuz. Denizcilik kültürü, nezaketi yerine minibüs gibi tekne kullanan bazı insanlar asabınızı bozabiliyor. Anlayacağınız, durum biraz hassas ve nazik...
“HAFTALIĞI 2 BİN EURO KÜÇÜK BİR YELKENLİ YA DA 40 BİN EURO KOCAMAN ULTRA LÜKS BİR GULET... TÜM KİRALIK TEKNELER YAZ BOYUNCA HAFTA SEKTİRMEDEN KİRALANDI”
- Bu trend 2022 sezonunda da devam ediyor mu?
- Biraz hafifleyerek devam ediyor diyebiliriz. Pandemi dönemiyle kıyaslarsak 2022’de 3 önemli değişim yaşandı. Birincisi Yunanistan suları Türk teknelerine açıldı. Ciddi bir Ege adalarına geçiş eğilimi ortaya çıktı. İkincisi pandemi yasakları hem can sıkıcı hale geldi hem de hafifletildi.
Okullar açıldı, iş yerlerinde yeniden yüz yüze çalışılmaya başlandı. Dolayısıyla deniz sürgünleri kent evlerine geri döndü.
Üçüncüsü de etkileyici bir hayat pahalılığı var. Orta büyüklükte bir motor yatın saatte 20 bin TL yakıt tüketimi oluyor. Restoranda iyi bir balığın kilosu 1000 TL’den başlıyor, bir porsiyon ahtapot 300-500 TL. Bu rakamlar özellikle orta gelir grubu denizcilerin tercihlerini etkiledi.
Sonuç: Bu sezon marinalarda daha fazla sayıda tekne görüyoruz. Denizdeki aşırı yoğunluk azaldı ama sadece “biraz”. Çünkü tekne sayısı 2022’de yine 2-3 bin arttı. Doğal olarak bu yeni teknelerin tümü de her fırsatta denize açılıyor...
Zaten, otelde kara tatili yerine denizde kiralık tekne tatili eğiliminde hiçbir azalma yok. Haftalığı 2 bin euro küçük bir yelkenli ya da 40 bin euro kocaman ultra lüks bir gulet... Fark etmiyor, tüm kiralık tekneler yaz boyunca hafta sektirmeden kiralandı.
“HER AY BİR KREDİ KARTI BÜYÜKLÜĞÜNDE MİKRO PLASTİK YİYORUZ AMA KİRLİLİK PLASTİKTEN İBARET DEĞİL, KORKUNÇ BİR KENTSEL KİRLİLİK VAR DENİZLERİMİZDE”
- WWF’nin Blue Panda gemisi Çeşme'ye geldi. Siz de bu çevre duyarlılığı yolculuğuna katıldınız. Neler yaşadınız, ne durumda denizlerimiz?
- Blue Panda, İzmir’in ‘Dünya Plastiksiz Kentler Ağı’na katılımı dolayısıyla düzenlenen toplantı çerçevesinde ülkemize geldi. Konu plastik kirliliği ve özellikle de denizlerdeki plastik kirliliği idi.
Biliyorsunuz artık 7’nci kıta, 8’inci kıta adı verilen okyanustaki muazzam büyüklükte plastik adalarından söz edilen bir dünyada yaşıyoruz. Ben ise insanlık için önemsiz ama benim için çok önemli ve çok daha küçük bir sorunun yanıtının peşindeyim.
Mesela şöyle bir soru: Diyelim ki, Hisarönü Körfezi’nin ıssız bir koyunda sabah yataktan kalkıp denize atladığımda burnuma, kulağıma, gözüme kaç mikro plastik giriyor?
Türkiye’de bu sorunun yanıtını öğrenmek için Çevre Bakanlığı’nın bizim vergilerimizle masraflarını ödediği sayısız araştırma yapılıyor. Ama bu araştırmaların sonucu vergi mükelleflerine açıklanmıyor. “Çok gizli bilgi!”
Bu konudaki uluslararası araştırmaların sonucu şu: Her ay bir kredi kartı büyüklüğünde mikro plastik yiyoruz. İnanmayanlar için tekrar ve daha net söyleyeyim: Bir kişi- bir ay-bir kredi kartı büyüklüğünde plastik.
Kirlilik plastikten ibaret değil. Korkunç bir kentsel kirlilik var denizlerimizde. Ege’ye her gün 20-25 milyon kişi eşdeğerinde pissu atığının arıtılmadan döküldüğünü yıllardır biliyoruz. Sonra televizyonda Çevre Bakanlığı’nın ‘sıfır atık mavi’ kampanyasının başarılı sonuçlarına ilişkin söylevler dinliyoruz. Dilim tutuluyor.
“ORMAN YANGINLARIYLA MAVİ YOLCULUK KIYILARIMIZIN ARKA PLANINI KAYBETTİK, BU KIYILARIN BİR YAŞAM KÜLTÜRÜ VAR, BALCILIĞIYLA, BALIKÇILIĞIYLA, OT TOPLAYICILIĞIYLA BİR EKO SİSTEM VAR”
- Kıyılardayken orman yangınlarına da tanık oluyorsunuz. Nedir sizin izlenimleriniz, mavimiz kirlenirken yeşilimizden de çok şey mi kaybettik?
- Bu yıl Datça ve Gökova-Marmaris arasında yine büyük yangınlar çıktı. Ama 2021 ile mukayese kabul etmez. 2021 tam bir felaketti. Marmaris, Hisarönü ve Gökova Körfezleri’nde Türkiye’deki son 20 yılın tüm orman yangınlarından daha büyük bir alan tahrip oldu. Denizden gezerken bu tahribatı tam anlayamıyorsunuz. Arabayla dağlara çıkın, saatlerce yanık topraklar arasında dolaşıyorsunuz. Dehşet verici bir kayıp.
Peki denizden gezerken pek görmüyoruz diye sevinelim mi? Kısa vadede sevinebilirsiniz ama orta vadede fena halde üzüleceğimiz kesin. Çünkü bu yangınlarla mavi yolculuk kıyılarımızın arka planını kaybettik. Bu kıyıların bir yaşam kültürü var, balcılığıyla, balıkçılığıyla, ot toplayıcılığıyla bir eko sistem var. Yanık topraklarda bu sistem hızla çökecek. Aileler kentlere taşındığında ise keşkek, yoğurtlama yapmayı, keçi sütü sağmayı bilen anne, nine kalmayacak. Restoranların mezesi İzmir’deki, İstanbul’daki yemek fabrikalarından plastik kovalarla gelmeye başlayacak.
Bakın, Yunanistan bunu aynen yaşadı. Adalara yıllarca Atina’dan ucuz bir lezzet değeri taşımayan fabrikasyon mezeler gemilerle taşındı. Şimdi “Biz ne yaptık?” diyorlar. Yerel kültürü, yerel ürünleri, lezzetleri canlandırmaya çalışıyorlar. Biz de sanırım aynı süreçlerden farklı bir şekilde geçiyoruz. Bir yandan Urla’da, Bodrum-Mumcular’da, Ayvalık’ta yerel lezzetlere yeniden dönmek için hayli iddialı, astronomik fiyatlı arayışlar yaşanıyor, bir yandan da mavi kıyılarda bir tabak mezenin maliyetini yüzde 50 düşürmek için müthiş bir lezzet kaybı göze alınıp müşteriye yemek fabrikalarının ürünleri sunuluyor.
Üstelik, hiç ders alınmıyor... Bunlar tüm Akdeniz ülkelerinde yaşandı. 10 yıl önce San Sebastian’ın eski kent sokak aralarındaki tapas barlara Bilbao’daki yemek fabrikalarının soğuk zincir kamyonları ile günlük pintxos’ların dağıtımını gördüğüm günkü şaşkınlığımı unutmam mümkün değil. Sonuç San Sebastian pintxos (Tipik olarak barlarda yenen, kuzey İspanya'da geleneksel olan bir tür atıştırmalık) efsanesi sıradan lezzetlerle çöktü, bugün yeniden yaratılmaya çalışılıyor.
“AŞIRI AVLANMA DENİZDE YAŞAMIN DENGESİNİ ALT ÜST ETTİ FAKAT ÇOK DERT ETMEYELİM, YAKINDA BUGÜNLERİ DE ARAYACAĞIZ”
- Biraz da balıklardan konuşalım mı? Av mevsimi açıldı açılıyor… Nasıl bir sezon bekliyorsunuz? Güzel ve ucuz balık yiyebileceğimize dair umut bağlayalım mı? Çiftliklerin durumu da önemli tabii…
- Yerli ve milli ithalatçı bazı müteşebbislerimiz her yıl yeni okyanus ülkelerinden yeni ithal balık sürprizleri yaratıyorlar. Örnek: Menüde ‘Bodrum dil şiş’ diye bir seçenek gördüğümüzde 20 kez düşünmemiz gerekiyor. Dil mi, pisi mi, vatoz mu, yoksa 3 bin metrelik bir okyanus çukurundan yakalanmaya başlamış yeni bir dip balığı mı? İthalat Senegal’den mi, Hindistan’dan mı, Papua Yeni Gine’den mi?
Yerli ve lezzetli balık istiyorsak küçük balıklarla barışmaya bakacağız. Barbun değil tekir, lagos değil sardalya, kalkan yerine de hamsi-istavrit. Gerçi yerli değildir Kızıldenizlidir, ama kara sokkanın baş tacı edileceği; balıkçıda melanur ve mırmır sorulacağı günleri göreceğimizi bundan 10 yıl önce hayal edebilir miydiniz? Muhtemelen hayır. Ama o günlere geldik. Aşırı avlanma denizde yaşamın dengesini alt üst etti. Fakat çok dert etmeyelim, yakında bugünleri de arayacağız.
“AKDENİZ’İN EN TEMİZ DENİZİ HALA TÜRKİYE KIYILARINDA, VAKİT VARKEN, ELİMİZDE KALDIĞI KADARIYLA BU GÜZEL DENİZİ YAŞAMA ŞANSIMIZI KULLANALIM”
- Çok karamsar bir tablo olmadı mı? Deniz bitti, mavi yolculuk bitti mi diyeceğiz?
-Aksine hala ciddi güzelliklerimiz var. Deniz dünyanın her yerinde kirlendi. Ama sanırım Akdeniz’in en temiz denizi hala Türkiye kıyılarında. “Vakit varken, elimizde kaldığı kadarıyla bu güzel denizi yaşama şansımızı kullanalım” derim. Mümkün olduğunca da koruyalım. Koruma çabalarına da destek olalım. Çünkü biraz koruyunca deniz kendini süratle yenileyebiliyor.
Bundan 15 yıl kadar önce Bozburun, Kaş ve Gökova’nın en güzel koylarında iyi para getiriyor diye balık çiftlikleri kurmuşlardı. Tabi birkaç yıl içinde o güzelim denizler çöplüğe döndü, deniz dibi kalın bir balçık ile kaplandı, su bulandı deniz içinde görüş mesafesi 1-2 metreye düştü. Deniz, hiç abartmıyorum köpürmeye, leş gibi kokmaya başladı. Protestolar, isyanlar bu çiftlikler güç bela kaldırıldı. İnanılmaz bir şey. Deniz duruldu, 1-2 yılda görüş mesafesi 4-5 kat arttı. Denizdeki pis koku hemen, 1-2 ay içinde kayboldu. Deniz tabanında yaşam yeniden başladı.
Bu fırsatı verirsek Ege yeniden suyu içilecek bir deniz haline dönecek. Vermezsek de “bu deniz bitleri nereden çıktı, müsilaj neden başladı” diye manasız konuşmalar yapmaya başlayacağız.
“İLK TEKNENİZ, FIRTINADA BİR FINDIK KABUĞU GİBİ OYNAMAYACAK KADAR BÜYÜK, AMA SERTÇE BİR HAVADA TEK BAŞINIZA BİR İSKELEYE YANAŞTIRABİLECEĞİNİZ KADAR DA KÜÇÜK OLMALI”
- Tekne sahibi olmak birçok insanın hayali… Bu düşlerini gerçekleştirmek isteyenlere önerileriniz var mı?
- Deniz hayatının zorlukları da var. Önce “Ben denizde yaşamayı sahiden istiyor muyum, seviyor muyum?” diye kendinizi ve ailenizi bir test edin. Bir ya da birkaç tekne kiralayın. Ne tarz bir deniz yaşamını, ne tür bir tekneyi sevdiğinizi test edin.
Mega yatları bir yana bırakacak olursak... Tekne küçük bir alan. Ben bu küçük alanda 1-2 mürettebatla birlikte yaşama tercihini pek anlayamıyorum. Bir teknem olacaksa, onu kendim kullanabilmeliyim. O zaman, “Seninki kaç metre” muhabbetini bir yana bırakıp, bu işe küçük teknelerle başlamak lazım. İlk tekneniz, fırtınada bir fındık kabuğu gibi oynamayacak kadar büyük, ama sertçe bir havada tek başınıza bir iskeleye yanaştırabileceğiniz kadar da küçük olmalı.
“Eğitim şart!” Ama nereye kadar? Denize yeni adım atan bazı arkadaşlarda sürekli eğitim alma arzusu oluyor. Hızlı bir şekilde denizi öğrenmek için, kendi göbeğinizi hızla kesmeniz lazım.
Denize düşmeden yüzme öğrenilmez. Göcek gibi kolay denizlerde özellikle de tenha aylarda bol egzersiz. Denize adım atan acemi kaptan için tek zorunlu ölçüt şu olmalı: Minimum risk!
“DEĞİŞİM, BOZULMA, KÖTÜLEŞME GENEL TREND AMA, DENİZDE TEMİZ BİR KÖŞE BULUP SABAH YATAKTAN KALKIP SUYA ATLAMAK İÇİN MÜCADELEMİZ SÜRECEK”
- Peki ama bir önceki sorumu tekrarlayacağım: Şöyle ya da böyle tekne sahibi olup denize açılanlar için pek de parlak bir ortam tarif etmediniz... Bu günlerde bir tekne sahibi olmak iyi bir yatırım sayılır mı?
- Bakın, bundan 10 yıl önce denize çıkanlar, bundan 10 yıl sonra denize çıkanlara hep böyle tatsız şeyler anlatacaklar. Çünkü her yıl deniz kirliliği artıyor, ıssız koylar azalıyor. 10 yıl sonra çıkacak olanlar da 20 yıl sonra çıkacaklara “bizim zamanımızda mirim bu deniz harikaydı” diye başlayan öyküler anlatacaklardır.
Benim bildiğim şu: 20 yıl önce denize çıktım ve bugüne kadar mutlulukla bu denizde yaşadım. Bu sezon da denizde olağanüstü güzel günler yaşadım. Gelecek yıl yine denize çıkmak istiyorum.
Yani... Değişim, bozulma, kötüleşme genel trend. Ama denizde temiz bir köşe bulup sabah yataktan kalkıp suya atlamak için mücadelemiz sürecek.
“UCUZ YAKIT ALIP ALMADIKLARINI BİLMİYORUM, AMA BU SÜPER YATLARA TANKER FİLAN YETMİYOR, YANLARINA BİR ŞİLEP YANAŞIYOR VE MİLYONLARCA LİRALIK YAKIT İKMALİ YAPIYORLAR”
- Tamamen bir merak sorusu… Gemi gibi yatlar geliyor, bunların turizme katkısı nedir? Denizlerin kirlenmesinde payları var mı? Ucuz yakıt mı alıyorlar?
- Öncelikle süper yatların her türlü arıtma sistemi vardır ve denizi pek kirletmezler. (Tabii devasa makinelerinin SO2 ve CO ile atmosferi; gövdesindeki zehirli boya yani bakır ile denizi kirlettiğini yan tarafa kaydediyoruz.)
Öte yandan... Ucuz yakıt alıp almadıklarını bilmiyorum, ama bu süper yatlara tanker filan yetmiyor, yanlarına bir şilep yanaşıyor ve milyonlarca liralık yakıt ikmali yapıyorlar. Bu gemilerde sayısız personel çalışıyor, sayısız misafir geliyor gidiyor. Hayli yüksek manav-kasap faturaları olduğu da kesin. Ama bu faturalarla bir ülkenin turizmi de canlanmaz. Asıl kazanç kapısı bu dev yatların marina kirasıdır. Konuya böyle bakınca da bu yıl Türkiye’ye demir atan en ünlü süper yatın Göcek liman girişine 150 tonluk 6 beton tonoz atıp Türkiye’ye bir kuruş marina kirası ödememesi ciddi bir turizm geliri kaybı olarak değerlendirilebilir.
Bunlar işin şakası. Süper yatların aniden mavi kıyılarımızda belirmesini herhalde ticari değil, siyasi bir konu olarak değerlendirmek lazım. Ama siyaset denizde ekstra bir güvenlik sağlamaz.
Hava patladı mı, denizde hepimiz eşitiz.
Enver İrdem: Türkiye çipte büyük bir başarı hikayesi yazıyor
Girişimci Türk kadınlarının Hepsiburada, bu platformda
Hayalleri hareketle buluşturan HKTM, BİST’te… Çelebi dev projeleri, gelecek planlarını anlatıyor
Prof. Dr. Keskin ile doktorlara saldırılar ve hekim göçü üzerine ufuk turu
Sağman: Türkiye olarak tamamen olağanüstü bir dönemden geçiyoruz