FINANSGUNDEM.COM – DIŞ HABERLER SERVİSİ
Dünya ekonomileri enflasyonla mücadele ederken bir yandan da olası bir resesyondan kaçınmak istiyor. ABD ekonomisi ise bu noktada daha gözü kara hareket ediyor görünüyor. FED’in rekor faiz artırımları ve yumuşak iniş senaryosu tahmin edilenden kötü sonuçlar doğurabilir.
The Financial Times’tan Claudia Sahm’ın yazısına göre, enflasyonla mücadele ilk aşamada kulağa çalışanları korumaya yönelik bir çaba olarak geliyor. Çalışanların gerek ücretleri anlamında ezilmemeleri gerekse mal ve hizmetlerin fiyatları anlamında alım güçlerinin düşmemesi amacıyla enflasyonun dizginlenmesi büyük önem taşıyor. Ancak bu yaklaşımın nasıl hayata geçirileceği ıskalanmamalı. Uygulanacak yöntemlerin modası geçmiş, denenmiş ve yeni koşulları göz ardı eden nitelikte olması, sonuçları anlamında çalışanları korumaktan çok onlara zarar verebilir.
Ayda 300 dolar ek yük
Finansgundem.com’un derlediği bilgilere göre, uzmanlar, ABD’nin enflasyonu düşürmek için bir resesyona ihtiyaç duyduğunu savunuyor. Bu düşünce, basit bir ekonomi modeline ve Kovid ve Ukrayna Savaşı’nı şu an yaşanan yüksek enflasyonun kaynakları olarak görmeyi reddetmeye dayanıyor. Oysa böyle şüpheli bir yaklaşıma güven duymak oldukça tehlikeli sonuçlar doğurabilme potansiyeli taşıyor.
Enflasyonun çetin bir zorluk olduğu doğru ve enflasyon en çok en aza sahip olanları vuruyor. Gelirine göre en alt yüzde 20’lik dilimde yer alan Amerikalı ailelerin harcamalarının neredeyse yüzde 60’ı gıda, benzin ve barınmaya ayrılıyor. Bu oran, yüksek gelirli ailelere kıyasla çok yüksek bir oran.
Pandemi başlangıcından bu yana ise bu ihtiyaçların fiyatlarında inanılmaz artışlar yaşandı ve hala yaşanıyor. Sonuç olarak, en düşük gelir grubuna mensup aileler, bu ihtiyaçları aynı miktarda alabilmek için ortalama ayda 300 dolardan fazla harcama yapmak zorunda kalıyor.
Gelirine göre en alt yüzde 20’lik dilimde yer alan Amerikalı ailelerin harcamalarının neredeyse yüzde 60’ı gıda, benzin ve barınmaya ayrılıyor. Bu oran, yüksek gelirli ailelere kıyasla çok yüksek bir oran.
Resesyon enflasyondan daha kötüdür
Bir an için FED’in yöntemleriyle enflasyonu dizginlemenin ve bir resesyona girmeyi göze almanın doğru bir yaklaşım olduğunu düşünelim. Bu durumda dahi ortada büyük bir mantıksızlık olduğu kabul edilmeli. Çünkü her ne şartta olursa olsun resesyon enflasyondan daha kötüdür. Resesyonda, yani durgunluğa girmiş bir ekonomide kaybedilen bir maaş ve hatta kaybedilen saatler, enflasyondan kaynaklı ekstra yüklerin çok üzerinde olacaktır.
Üstelik resesyonda, işini kaybetme riski anlamında bir eşitsizlik de oluşacaktır. Ekonomist Hilary Hoynes’un araştırmaları, resesyon dönemlerine erkekler, siyahi ve İspanyol işçiler, genç işçiler ve daha az eğitimli işçilerin işlerini kaybetme olasılığının çok daha yüksek olduğunu gösteriyor. Unutulmamalı ki işlerini kaybedenlerin içine düştükleri durumdan kurtulmaları uzun yıllar bile sürebiliyor. Dolayısıyla, olası bir resesyonda kaybedilecek çok şey olduğunun şimdiden farkına varılması gerekiyor.
Her ne şartta olursa olsun resesyon enflasyondan daha kötüdür.
Philips eğrisi
Bugün ABD’de işsizlik oranı yüzde 3,6 ile 50 yılın en düşük seviyesine yakın seyrediyor. Yıl başından bu yana ayda ortalama 450 binden fazla yeni iş olanağı yaratıldı. Pandemi sürecinin başlamasından bu yana tüm çalışanlara verilen toplam ücret yüzde 15 oranında arttı. Bu oran, enflasyonda yaşanan artışın 2 puan üzerine karşılık geliyor.
Peki uzmanların resesyonu çağırırcasına buna ihtiyaç duymasının gerekçesi nedir? İş gücü piyasası çok iyi ve enflasyon ancak milyonlar işini kaybederse düşecek. 1950’li yıllarda geliştirilen ve Philips eğrisi adı verilen bir model, işsizlik arttığında insanların daha az gelire sahip olacağını ve daha az harcama yapmak durumunda kalacaklarını öngörüyor. Yani talebin arzdan daha hızlı düşmesi demek enflasyonun da düşmesi anlamına geliyor. Philips eğrisi modeline göre enflasyon ne kadar yüksekse, resesyon ihtimali de o kadar yüksek olarak kabul ediliyor.
İşsizlik ve enflasyon arasındaki ilişki zayıf
Bu reçetenin, yani Philips eğrisi anlayışıyla FED’in rekor faiz artışlarıyla talebi düşürüp ekonomiyi bir resesyona sokarak enflasyonu düşürme planının çok sayıda problemli tarafı bulunuyor. Birincisi, Philips eğrisinin sezgisel bir öngörüde bulunmaya yaradığı gerçeği görmezden geliniyor. Oysa 1970’li yıllardan beri elde edilen veriler, fiili işsizlik ile enflasyon arasında zayıf bir ilişki olduğunu gösteriyor. Ekonomistler Philips eğrisinin hangi sorunu ortadan kaldırdığı noktasında dahi hemfikir değiller ancak tek başına Philips eğrisine göre politika yapmanın uygun olmadığı yaygın olarak kabul ediliyor.
Enflasyon, yüksek talepten mi kaynaklanıyor?
Bu bakışa göre, bir resesyona ihtiyacımız olduğu görüşünde bir başka sorun daha belirmiş oluyor. O da enflasyonun talebe dayalı olduğu görüşü. FED’in rekor faiz artırımlarını destekleyenler ve bunun taleple ilişkisi olduğunu düşünenler, enflasyondaki yüksekliği, pandemi nedeniyle devreye sokulan Amerikan Kurtarma Planı teşvik paketlerinin neden olduğu ekstra talebe ve geçen yıl FED’in uyguladığı düşük faiz politikasına bağlıyor. Burası önemli bir noktayı temsil ediyor çünkü Philips eğrisi, yalnızca enflasyonun talepten kaynaklanıyorsa anlamlı olacağını söylüyor.
Bu argümana yakından bakıldığında gerçeklerle örtüşmediği gözleniyor. Kovid kaynaklı devam eden aksaklıklar ve Ukrayna Savaşı da enflasyonu yukarı çeken etmenler olarak önümüzde duruyor. San Francisco FED’den Ekonomist Adam Shapiro, gıda ve enerjiyi hariç tutan aylık çekirdek enflasyonun üçte birinden azının talepten kaynaklandığını tahmin etiğini belirtiyor. Ayrıca, aylık çekirdek enflasyonda da bu yıl gözle görülür bir düşüş yaşandığı gözleniyor. Bu da enflasyonla mücadelede hala çok yüksek seyretse de anlamlı bir ilerleme kaydedildiğini kanıtlıyor. FED’in şu an için faiz artırması uygun olsa da bilerek ya da bilmeyerek bir resesyona neden olmasının büyük bir hata olacağını bilmesi gerekiyor.
Yüksek faiz, arz sorunlarına çare olamaz
Tüm bunların yanında, yeni otomobiller için mikroçipler üretecek, Çin’in karantinalarını sona erdirecek, Putin’i savaş alanında yenecek, petrol çıkaracak ve konutlar inşa edecek sektörlerde, işsizlik oranında bir artış olmadığı görülüyor. FED’in faiz oranlarını daha da yükseltmesi ve talebi düşürmesi ise iş gücü piyasasını soğutacak. İstemeden resesyona neden olsun ya da olmasın, daha yüksek faiz oranlarının arz sorunlarını çözmeyeceği açık ve yüksek faiz politikasının yatırımların da rafa kalkmasına ve piyasayı muhtemelen daha da kötüleştireceğine şüphe yok.
Kongre de uğraş vermeli
Enflasyonu düşürmek için sadece FED değil, Kongre de uğraş vermeli. Örneğin sağlık sigortası primlerini düşük tutmak, tarifleri düşürmek, uygun fiyatlı konut inşa etmek ve sürdürülebilir enerji üretimini finanse etmek için yeni mevzuatlar çıkarabilir. FED politikaları gibi bir avuç önlemin enflasyonu hızla düşürmesi mümkündür ancak bu kalıcı olmaz. Kongrenin yapacağı hamleler ise gelecek yıllarda meyvesini verecek olsa da ABD ekonomisini bir sonraki krizde daha dirençli hale getirecektir.
Çalışanları ve ailelerini korumayı ve enflasyonu düşürmeyi elbette hedeflemeliyiz. Bu iki hedefin karşıt kutuplardaymış gibi gergin olması ise şart değildir. Her iki hedefi aynı anda gerçekleştirirken modası geçmiş temel kurallardan ve ekonomik zorlukları yanlış değerlendirmekten uzak durmak gerekir. ABD ekonomisi bugün birçok şeye ihtiyaç duyuyor ve resesyon bunlardan biri değil.
Goldman Sachs, Euro Bölgesi'nde resesyon bekliyor
İnişli çıkışlı bir resesyona hazır olun
ABD Başkanı Biden: Resesyona girmeyeceğiz
ABD için resesyon beklentisi yüzde 75
ABD ekonomisi yavaşlıyor fakat resesyon kaçınılmaz değil
Wall Street devlerinden resesyona ilişkin 2 zıt yorum