FINANSGUNDEM.COM – DIŞ HABERLER SERVİSİ
Küresel ekonominin iki devinden biri olan Çin, açık pazar ve planlı ekonomi arasında bir ikilem yaşıyor. Orta gelir tuzağına düşen Çin’in eski şaşaalı büyüme rakamlarını tekrar yakalayabilmesi için yeni stratejiler geliştirmesi gerekiyor.
Japonya modeli
Tokyo Politika Araştırmaları Vakfı’ndan Ke Long’un Nippon.com’da yayınlanan makalesine göre, Çin tarihsel bir dönemecin eşiğinde. Japonya'nın II. Dünya Savaşı'ndan sonra gerçekleştirdiği büyük ekonomik başarı bölgedeki diğer ülkeler için önemli bir umut kaynağı oldu. 1935'te Japon modeli ekonomik kalkınma sürecini açıklamak için tanımlanan ‘Uçan kazlar modeli’ bölgedeki diğer ülkeler için kılavuz niteliğindeydi.
Doğu Asya'daki diğer ülkeler, özellikle 1980'ler ve sonrasında, bölgedeki diğer ülkeler elektrik, otoyol, demiryolu ve diğer altyapı yatırımlarıyla mucizevi ekonomik büyümeler kaydettiğinde, kendi ana sanayilerini büyütmek için yarış içine girdi. Uçan kazlar modelini yaygınlaştırmak için Japonya sürüye öncülük etti. Japonya’yı Güney Kore, Tayvan, Hong Kong ve Singapur gibi sanayileşmeye yeni geçen ekonomiler izledi. Bu sürünün sonunda ise ekonomisini reforme eden ve dışa açılmaya başlayan Çin bulunuyordu.
Düşük insan hakları avantajı
Finansgundem.com’un derlediği bilgilere göre, 2001 yılında Çin, Dünya Ticaret Örgütü'ne katılmak için uzun süredir devam eden çabasına yanıt buldu. Çin'in DTÖ üyeliği, iç pazarların tamamen açılmasına bağlıydı. Bu durum ise uluslararası şirketlerin Çin'deki fabrikalarını ve tedarik zincirlerini giderek daha fazla konsolide etmesine yol açtı. Bu süreçte Çin, yabancı şirketlerden iş uzmanlığı ve teknoloji transfer ederek ‘dünyanın fabrikası’ haline geldi. Çin'in ekonomik gelişimi incelendiğinde, ülkenin Japonya'dan öğrendiği stratejileri kendi fikirleriyle birleştirerek büyüdüğü görülüyor. Çin nüfus olarak bir süper güç olma özelliği taşıyor ve ihracat ve imalat sanayilerindeki ucuz ürünlerin seri üretimi için şart olan devasa emek arzını karşılayabilecek güçte bulunuyor.
Kırk yıl önce, Çin'in ucuz emeğinin çoğunu tarımsal kesimden işçiler oluşturuyordu. Çin hükümeti, köylü çiftçilerin şehirlere göç etmesine resmi olarak izin vermese de bu çiftçilerin şehirlerde gayri resmi olarak çalışmasına göz yumdu. Bu işçiler sağlık sigortası, emekli maaşı veya işle ilgili yaralanmalar için tazminat alma hakkına sahip değildi. Bu düzen, yabancı yatırımcıların bu tür masraflardan tasarruf etmelerini sağladı. Bu duruma ‘düşük insan hakları avantajı’ adı verildi. Çin ekonomisinin canlanmasını bu koşullar sağladı.
Ucuz emek avantajı ortadan kalktı
Çin ekonomisi 2001 yılından itibaren ise sürekli bir değişim içine girdi. Çin'de, ülkenin yüksek teknoloji yatırımlarına liderlik edenler hep yabancı şirketler oldu. Çin ekonomisi iç pazara yönelik güçlü bir üretim performansı sergileyemese de hala dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumunda bulunuyor. Bunu ucuz işgücü ve yabancı sermayeyi birleştirerek başaran Çin’de bugün ise durum daha farklı bir seyir izliyor.
Tek çocuk politikasıyla doğum oranını düşüren ülkede çalışma çağındaki nüfus iyice azalmaya başladı. Çin'in toplam nüfusunun ise eninde sonunda düşmeye başlayacağı tahmin ediliyor. Başka bir deyişle, geçmişte Çin'e avantaj sağlayan ‘nüfus gücü’ hızla yok oluyor. Bu da büyümenin önüne geçiyor.
Çin hükümeti yerel sanayilerinin teknik yeteneklerini artıramazsa, asla başarılı bir şekilde sanayileşemeyecek gibi gözüküyor.
Dünyanın tedarik zincirlerinin pandemi süreciyle birlikte yakın zamanda yeniden düzenlenmesi de Çin için önemli bir sorun haline geldi. Bu durum denizaşırı şirketlerin fabrikalarından bazılarını Çin'den diğer yükselen ekonomilere taşımasını beraberinde getirdi. Bu beklenen bir gelişmeydi çünkü Çin'in işgücü arzı düşmeye başladığında işgücü maliyetleri artacak ve düşük katma değerli endüstriler, işgücü maliyetlerinin daha düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere taşınacaktı. Kısacası, olması gereken oldu ve olmaya devam ediyor.
Piyasalar hala yeterince açık değil
Soru ise Çin'in gelişmekte olan bir devletten tam olarak sanayileşmiş bir ekonomiye geçip geçemeyeceğidir. Çin'in nominal düzeyde ABD doları cinsinden GSYİH'sının ABD'ninkini ne zaman geçeceği sorusu yıllardır tartışılır ancak şu anda Çin'in ekonomik büyümesi yabancı sermaye tarafından yönlendirildiğinden bu durumun kısa sürede gerçekleşmesi pek olası gözükmüyor. Çin hükümeti yerel sanayilerinin teknik yeteneklerini artıramazsa, asla başarılı bir şekilde sanayileşemeyecek gibi gözüküyor. Kişi başına düşen GSYİH açısından bakıldığında, Çin zaten orta gelirli ülkelerin saflarına katılmış durumda. Bununla birlikte, daha yakından bakıldığında, Çin'in aslında "orta gelir tuzağı" olarak bilinen duruma düştüğünü ve bu nedenle daha gelişmiş ekonomik büyümenin bir sonraki aşamasına geçmek için kalkınma modelini veya stratejisini değiştirmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
Kişi başına düşen GSYİH açısından bakıldığında, Çin orta gelirli ülkelerin saflarına katılmış durumda.
2010’dan bu yana düşük büyüme eğrisi
Çin'in ekonomik büyüme eğrisi 2010'dan bu yana düşüş eğilimi gösteriyor. Çin, politik düzlemde ekonominin yavaşlamasını kabul etmiş olsa da ekonomik yavaşlamanın hız kesmeden devam etmesi endişe verici bir durum olarak öne çıkıyor.
Çin 2001 yılında DTÖ'ye katıldığında, Çin hükümetinin mali piyasalar da dahil olmak üzere tüm iç piyasalarını açmaya söz verdiğini söylemiştik. Bununla birlikte, mevcut durum, Çin'in pazarlarını açma konusunda yeterince bonkör davranmadığını açıkça ortaya koyuyor. ABD ile yaşadığı ticaret savaşının da nedeni olan bu durum Çin'i mevcut uluslararası kurallara uyması gerekip gerekmediği noktasında ikilemde bırakıyor. Çin hükümeti, mevcut kuralların sanayileşmiş ülkeler tarafından belirlendiğini ve genellikle gelişmekte olan ülkelere karşı adil olmadığını söylüyor. Bunun sonucunda Çin, sanayileşmiş ekonomilere karşı düşman haline geliyor ve uluslararası toplumdan giderek daha fazla dışlanıyor.
Planlı ekonomiye dönüş
Çin ekonomisi içeride ise planlı bir ekonomiye dönüş yönünde giderek daha belirgin bir eğilim gösteriyor. Ekonomik liberalleşmenin bir ürünü olan son 40 yıllık ekonomik büyüme, Çin lideri Xi görevi devraldığından beri devlet işletmelerini daha büyük ve daha güçlü hale getirmeye çalışmasından ötürü şekil değiştiriyor. Bu, Alibaba ve Tencent gibi teknoloji şirketleri üzerindeki baskının da artmasına yol açıyor. Peki Çin hükümeti neden şimdi ekonomi üzerindeki kontrolünü artırmaya çalışıyor? Neden ekonomiyi daha özgür kılmak yerine, devlete ait işletmeler tarafından karakterize edilen bir ekonomi politikasına yöneliyor?
Buna getirilecek tek mantıklı açıklama, aşırı ekonomik liberalleşmenin Çin Komünist Partisi'nin yönetimine ters düşmesi ve bu nedenle partinin daha fazla kontrollü bir programa karar vermesi olabilir. Ancak gelinen noktada, ekonomi üzerinde uygulanacak aşırı kontrolün Çin Komünist Partisi’nin ülke üzerindeki kontrolünü tehdit etme riski bulunuyor. Başka bir deyişle, Çin ekonomisi büyümeyi durdurursa partinin gücü otomatik olarak düşecek. Çin hükümeti ve ekonomisi için ilginç bir ikilem olan bu durum üzerinde uluslararası siyasetin de etkisi bulunuyor.
Çin'de konut fiyatlarında düşüş
ABD ve Çin'de depolar satılmayan mallarla dolup taşıyor