VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
Hemen yanı başımızda Karadeniz’in kuzeyi alev alev, belki Üçüncü Dünya Savaşı’nın kilometre taşlarından bir daha hayata geçiriliyor… Dünya ekonomisinde bir günde trilyon dolarlık zararların oluştuğu gerçeği de bambaşka bir dert… Tabii yakın coğrafyamızdaki bu felaketten en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor… Siyasi ve askeri etkiler bir yana turizmden tarım ithalatına, hatta enerji giderlerimizin zirve yapmasına kadar ekonomimiz olası büyük sorunlarla karşı karşıya kalabilecek… Böylesine önemli bir konuya farklı açılardan bakmak için 2010 yılının Kara Harp Akademisi Komutanı, emekli Tümgeneral ve yazar Ahmet Yavuz Paşa’ya mikrofon uzattık…
BENİM HAYATIMI DEĞİŞTİREN KULELİ ASKERÎ LİSESİ’YDİ, BİR KALIPTAN ÇIKIP GENİŞ BİR DÜNYAYA AÇILMIŞ OLDUM”
- Sayın Paşam; 1975 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun olan genç Teğmen, 2011 yılına kadar başarılı yüzlerce subayın komutanı olarak, yurt dışında okuyarak ve görevler yaparak, Harp Akademisi Komutanı olarak, çok özel kitaplar yazarak ve birçok badire atlatarak bugüne geldi. Dilerseniz önce bu yaşamın detaylarını konuşalım…
- Bugün Osmaniye'ye o günlerde Adana’ya bağlı Bahçe ilçesinde doğdum. Yaşlı bir babanın ve genç bir annenin çocuğuyum. Ablam öğretmen okulundan mezun olunca o zaman tek erkek evlat ben olduğum için tayin olduğu yakın bir köye, ona bekçi olarak gönderildim. Öyle bir yaşam çizgisinden daha sonra Kuleli Askerî Lisesi’ne, Harp Okulu’na Akademi’ye derken Türkiye'nin dört bir yanında dolaşarak ve en son tümgeneral rütbesinde de Balyoz davasına muhatap olarak hapishanede emekli oldum.
Benim hayatımı değiştiren Kuleli Askerî Lisesi oldu ve bir kalıptan çıkıp geniş bir dünyaya açılmış oldum. Bu arada hem askerlik mesleği gereği hem de aydınlanma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihini öğrenme anlamında büyük bir merak başladı. Atatürk'ün yaşamını ağırlıklı olarak merak ettim. Onunla ilgili çok geniş araştırmalar, çalışmalar yaptım. En son bilindiği gibi Başkomutan kitabını yayınladım. O’nun bütün askerlik yaşamı etrafında, bölgede dünyada yaşananlar, O’nun strateji derinliğinin nereden geldiğini, entelektüel kapasitesinin nereden geldiğini görerek ve kararlarının arkasındaki gücü anlamaya çalışarak bu kitabı yazdım.
Benim hayatımı değiştiren Kuleli Askerî Lisesi oldu ve bir kalıptan çıkıp geniş bir dünyaya açılmış oldum. Bu arada hem askerlik mesleği gereği hem de aydınlanma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihini öğrenme anlamında büyük bir merak başladı. Atatürk'ün yaşamını ağırlıklı olarak merak ettim. Onunla ilgili çok geniş araştırmalar, çalışmalar yaptım. En son bilindiği gibi Başkomutan kitabını yayınladım.
Daha önce de Vesayet Savaşları kitabını yazmıştım. Bu kitap, ağırlıklı olarak Türkiye'nin içinden geçtiği süreçte, tarihine de girmek suretiyle bir askeri vesayetin varlığını, yokluğunu, varsa ne kadar olduğunu sorgulayan bir çalışmaydı. O çalışmanın üstüne, AK Parti iktidarının onu ortadan kaldırmak maksadıyla giriştiği açılım, Suriye ve FETÖ olayları ekseninde olayı inceledim. Geldiğim noktada Türkiye'de askeri vesayeti yok denemezdi ama bu hukuki değil psikolojik bir olguydu. Bu duvar aşıldı, demokrasi gelecek zannediyorduk ama darbe geldi. Onun için Vesayet Savaşları kitabının altına “İleri Demokrasi Hayalinden Darbe Gerçeğine” diye yazmak gereği duydum. Daha önce “Asker ve Siyaset” kitabını yazmıştık bir arkadaşımızla birlikte… O da Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet dönemi asker-siyaset ilişkilerinin hacimli bir incelemesiydi. Dünya tarihinden de örneklerle ve en son yaşanan Balyoz, Ergenekon süreçlerinin orduyu itibarsızlaştırma gayretlerinin nedenleri ve sonuçları üzerine analizlerde bulunduk, çıkarımlar ortaya koyduk.
Eğitim hayatımda Fransa'da yüksek öğrenim gördüm. İstanbul Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptım…
Fransa Askeri Akademisi’nde uluslararası ilişkiler, jeopolitik, strateji, askerî harekât, operasyon ve harp prensipleri çerçevesinde uygulanmasının yanı sıra Fransız ordusunun tarihinin öğrenilmesi konularında dersler verildi. Çok sayıda da geziye katıldım, bütün Fransa ve Fransa'nın deniz aşırı topraklarına silahlı kuvvetler bağlamında çeşitli ziyaretler yaptım. Türk donanmasında denizaltı seferi yapmadım ama Fransa denizaltısında sefere çıktım. Daha sonra orada askeri ataşelik yaptım. Bu arada iki defa Güneydoğu'da bulundum. Birinde Tabur Komutanlığı ve ardından Kurmay Başkanlığı yaptım, 2005 – 2007 yıllarında da Şırnak'ta Tümen Komutanlığı yaptım. Çok önemli yaşanmışlıklarım oldu.
“AVRUPA'NIN JEOPOLİTİĞİ RUSYA'SIZ VE TÜRKİYE'SİZ İSTİKRAR KAZANAMAZ. BATI BUNUN BİLİNCİYLE HAREKET ETMEDİ. HATTA RUSYA'YI DÜŞMANLAŞTIRDILAR”
- Bugüne dönersek, kuzeyimizde tam olarak neler oluyor, bu bir harekât mı, operasyon mu, savaş mı? Ülkemiz bu gelişmelerden ekonomi dışında nasıl etkilenebilir?
- Dünya ölçeğinde Amerika'nın tek süper güç olmaktan çıkıp dünyanın iki kutuplu bir düzene evrildiği dönemin krizli bir safhası diyebiliriz. Bunun coğrafi izdüşümü de Ukrayna'da yaşanıyor. Sovyetler Birliği çöktükten sonra Rusya uzun süre debelendi durdu ve Putin'le istikrara kavuştu ama çevresindeki Sovyet topraklarından önemli bir kısmını kaybetti. Çok sayıda da bağımsız devlet oluştu. Sonradan onların bir kısmı tamamen Batı kampına geçti.
Diğer kısmı da Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında birleşti. Ama bu bir ekonomik birlik çok fazla siyasi ağırlığı yok… Rusya güç kazandıkça bunları kendine daha bağlı hissetmek istiyor. Bu süreçte Rusya batıdan NATO tarafından önemli ölçüde sarıldı ve etrafı kuşatıldı. İki Almanya birleşti. Baltık ülkelerinin hepsi NATO ülkesi haline geldi. Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Romanya, Bulgaristan hepsi batı kampına geçti. Bir tek Ukrayna ve Belarus kaldı. Dolayısıyla Rusya'nın da buna bir tepkisi var.
Bu tepki de Çin'le birlikte yeni şekillenen iki kutuplu dünyanın önemli gücü olması hasebiyle, Amerika'nın giderek de zayıfladığı bir ortamda böyle bir müdahalede bulundu. Bu girişim çok hoşumuza giden bir şey değil tabii. Savaştan memnun olmak akıl karı değil. Ama anlamak adına söylüyorum, bu Rusya'nın bir tepkisi. Ukrayna'yı da NATO'ya dahil etmek istiyorlardı. Bu gerçekleştiği takdirde Rusya önemli ölçüde kendini sıkışmışlık içerisinde hissediyor olacaktı. Ayrıca Batılılar çok önemli bir hata yaptılar. Bu önemli hatayla da hem Türkiye'yi hem Rusya'yı karşı safha ittiler.
Avrupa'nın jeopolitiği Rusya'sız ve Türkiye'siz istikrar kazanamaz. Batı bunun bilinciyle hareket etmedi. Hatta Rusya'yı düşmanlaştırdılar. 2020 yılı sonu itibariyle kaleme alınan NATO 2030 konseptiyle Rusya’yı düşman olarak nitelendirdi. Dedeağaç’ta kuvvetler konuşlandırıp çok geniş bir alanda Orta Avrupa’da tatbikat yaptı. Hedef Rusya’ydı. Bu düşman ilan edilenin de tabii bir tepkisi olacaktı. Bunun acısını da Ukrayna halkı çekiyor.
Türkiye, NATO üyesi ama Avrupa Birliği'ne almadılar. Halbuki Avrupa'nın jeopolitiği Rusya'sız ve Türkiye'siz istikrar kazanamaz. Batı bunun bilinciyle hareket etmedi. Hatta Rusya'yı düşmanlaştırdılar. 2020 yılı sonu itibariyle kaleme alınan NATO 2030 konseptiyle Rusya’yı düşman olarak nitelendirdi. Dedeağaç’ta kuvvetler konuşlandırıp çok geniş bir alanda Orta Avrupa’da tatbikat yaptı. Hedef Rusya’ydı. Bu düşman ilan edilenin de tabii bir tepkisi olacaktı. Bunun acısını da Ukrayna halkı çekiyor. Ukrayna iktidarı içerideki durumu değerlendirmeden, tarihi ve coğrafi faktörleri dikkate almadan jeopolitik gelişmelerden bihaber olarak Batı’ya ve NATO'ya güvendi. Bu güvenle de bazı ileri adımlar attı. Ukrayna'da bu adımların geçmişi 2003’lere 2004’lere dayanıyor. Orada bir turuncu devrim yaşandı. Ardından Rusya'yla Batı arasında kararsız kaldı. Nihayetinde Donetsk ve Luhansk bölgesinde sorun patlak verdi. Bu iki bölge Rusya'ya bitişiktir ve sosyolojik açıdan Rus hakimiyeti çok büyüktür. Oralar çok eski işçi kentleri ve hassas bir bölgedir. Ekonomik zenginlikleri barındırmaktadır. Buralarda Rusça konuşan, etnik köken itibariyle Rus olan çok geniş bir kesim vardır.
Ukrayna, Misk Anlaşması'yla anayasal düzenleme yapıp bu bölgeye birtakım özerklikler vereceğinin vaat etti. Ama bunları da gerçekleştirmedi. Netice itibariyle Rusya dişini gösterdi. Ukrayna'nın da savaşacak gücü pek yok. Durumu doğru okuyamadı ve Batı'ya fazla güvendi. Liderlik zayıf, iç cephesi zayıf. İç cepheden kastım halkının birbirine bağlı olması, ekonomisinin güçlü olması, refahın eşit paylaşılıyor olması, bunun ötesinde askeri sisteminin, güvenlik sisteminin güçlü olması gerekir ama değil. Bütün bunlara baktığımızda Ukrayna'da böyle bir mücadeleye girişebilecek kapasitede olmadığını görüyoruz.
Böyle hazır olmadığınız savaşa girerseniz kaybedersiniz. Hazırlığı yapılmayan hiçbir şey başarılı olamaz. Dolayısıyla bir talepte bulunan o talebin arkasını getirebilmeli. Arkasını getiremediğiniz, göremediğiniz, müteakip gelişmeleri okuyamadığınız hiçbir şeye girişmeyeceksiniz. Diyelim yatırımcısınız, bu satırları okuyanların belki de hepsi o yanıyla bu işe bakan insanlar. Arkasını görmeden kimse yatırım yapıyor mu? Bir rantabilite gerçeği var.
Devlet adamlarının da jeopolitik okuma yapması, strateji bilmesi lazım. Ama onlar daha çok taktik biliyorlar. Taktik de rakipleri aldatma ve oy alma şeklinde. Böyle olunca da halk da bu tip sonuçlara sürüklenmiş gitmiş oluyor.
“BİR DEVLET BAŞKA BİR ÜLKENİN TOPRAKLARINA GİRİYOR VE GÖRDÜĞÜ YERDE ORDUSUNU VURUYOR, STRATEJİK HEDEFLERİ İMHA EDİYORSA O ZAMAN BU SAVAŞTIR"
- Sayın Yavuz bu yaşanana tam bir savaş diyebilir miyiz? Operasyon diyen var, harekât diyen var…
- Bir devlet başka bir ülkenin topraklarına giriyor ve gördüğü yerde ordusunu vuruyor, stratejik hedefleri imha ediyorsa o zaman bu savaştır. Buna Ruslar Barış Harekâtı diyorlar. Biz de Kıbrıs'ta Barış Harekâtı demiştik ama bunun adı savaştır. İki ordu karşı karşıya geldiyse bu bir savaştır. Biri çok kuvvetli, biri çok kuvvetsiz olabilir. Bir taraf için belki savaş bile değil bir operasyondur ama ötekisi için de savaştır. Üçüncü göz olarak bakıldığında bu bir savaş. Ama öyle uzun süreli bir savaş olmayacak gibi görünüyor. Şimdi nasıl gelişebilir bundan sonra diye soracaksınız mutlaka.
Bundan sonra muhtemelen şöyle gelişecek. Üç olasılıktan bahsedebiliriz. Birincisi Rusya işini bitirir Ukrayna’nın savunma sistemini çökertir, iktidarı değiştirir. Bu iki bölgeyi de halk oylamasıyla kendisine bağlar ve bitirir.
İkincisi bununla beraber özellikle Karadeniz'de Odessa limanı ve bütün kıyı şeridinden Ukrayna'yı yoksun bırakır. Dinyeper’e kadar olan bölgeyi de ele geçirir. Ukrayna ikiye bölünür: Doğu Ukrayna, Batı Ukrayna. Bir müddet sonra Doğu Ukrayna, Rusya'ya bağlanmış olur. Batı da Batı kampına girmiş olur. Böyle bir şey de olabilir.
Üçüncü seçenek de Rusya bütün Ukrayna'yı işgal edebilir ki, bu çok mantıklı görünmüyor. O zaman oyuna gelmiş olur ve oradan zor çıkar, kendisi de patinaj yapar. Bu durum Rus ekonomisini alt üst eder, meşruiyetini sorgulatır. Elde edilmesi gereken hedefe değil de daha büyük bir hedefe yönelmiş olur, bu durumda onun için sorun önemli ölçüde büyür. Bu şıkkı elimine etmek de mümkün ama masanın üstünde bir hareket tarzı olarak duruyor.
Bazı ara çözümler de olabilir. Kıyı kesimini Odesa bölgesi ve iki bölgeyi oraları birleştirebilir. Geri kalanına “kalsın” diyebilir ama o da kalıcı bir şey olmaz. Bir ülkeyi denizden yoksun bıraktığınız zaman o ülke artık zor yaşar. Bu da bir tepki doğurur, bu tepkiyi karşılamak ister mi? Bu sorunun zihnimde cevabı henüz yok. Ama genel gidişat siyasi hedef, iktidarı değiştirmek. Askeri hedef, savunma gücünü, ordusunu çökertmek ve bu iki bölgeyi kendine bağlı hale getirmek. Stratejik anlamda da Batı'yla Ukrayna'nın sıcak ilişkilerini kesmek. Bu senaryo gerçekleşebilir.
Bu Türkiye'ye nasıl yansır? Nihai resmi görmeden Türkiye'ye nasıl yansıyacağını da doğrusu tam olarak ifade etmek mümkün değil. Buradan yola çıkarak şunu söylemek mümkün. Bu savaş barış aşamasına gelinceye kadar petrol fiyatları, doğalgaz fiyatları yükselecektir. Dolar yükselebilir, birçok kalem yükselebilir. Ekonomik hayatımızı da olumsuz olarak etkileyecektir.
Üçüncü seçenek de Rusya bütün Ukrayna'yı işgal edebilir ki, bu çok mantıklı görünmüyor. O zaman oyuna gelmiş olur ve oradan zor çıkar, kendisi de patinaj yapar. Bu durum Rus ekonomisini alt üst eder, meşruiyetini sorgulatır. Elde edilmesi gereken hedefe değil de daha büyük bir hedefe yönelmiş olur, bu durumda onun için sorun önemli ölçüde büyür.
“ÇOK İLGİNÇ BİR COĞRAFYADA YER ALIYORUZ. HEPSİ DE BİZİ BİR TÜRLÜ ETKİLİYOR. BU SÜREÇ GİDEREK DE SERTLEŞECEK”
- Dünyanın Ukrayna’da dahil birçok bölgesinde farklı bir soğuk savaş mı yaşanıyor, yoksa buna düşük ısılı sıcak savaş da diyebilir miyiz?
- Artık klasik konvansiyonel savaşlar olmuyor. Bu Ukrayna örneğine kadar da öyle oldu. Suriye'de yaşanan, Amerika'nın müdahalesinden sonra Afganistan'da, Batı'nın müdahalesinden sonra Libya'da, Irak'ta yaşananlar klasik birer savaş değildi. Artık hibrit savaşlar var. Gerektiğinde askeri güç kullanılması ama daha ziyade vekalet savaşları sürüyor. Soğuk Savaş hep vardı zaten ama şu anda biraz ılıman bir savaş var.
Bu da kriz bölgelerinde görülüyor ve bu kriz bölgeleri de genelde Türkiye'nin etrafında dikkat ederseniz. Önce Balkanlar'da yaşandı, sonra Kafkaslar'da yaşandı. Mesela Azerbaycan'la Ermenistan arasında Dağlık Karabağ savaşı daha yeni bitti. Üstünden bir yıl geçmedi Ukrayna'da yaşanıyor. Çok ilginç bir coğrafyada yer alıyoruz. Hepsi de bizi bir türlü etkiliyor. Bu süreç giderek de sertleşecek. ABD zaten Ukrayna krizini biraz da körükledi. Sebebi de şu, kendi cephesini tahkim etmek istedi. Trump döneminde bozulan Atlantik'in iki yakasındaki ilişkiler, Biden döneminde tahkim edilmeye çalışıldı.
Bu krizi bu maksatla kullandı çünkü bu kriz Batıyı Rusya’ya karşı birbirine yapıştırdı.
Budapeşte protokolü gereği 1994 -1996 yılları arasında Ukrayna, Kazakistan ve Belarus'taki nükleer başlıklar onlardan alındı ve Rusya'ya iade edildi. Ama Ukrayna'nın elinde bu silahlardan kaldı mı? Yenilerini geliştirmiş midir? Bunları bilemiyoruz.
“DÜŞÜK BİR İHTİMAL AMA BÜYÜK BİR BÖLGESEL VE GENEL BİR SAVAŞA DÖNÜŞME POTANSİYELİ VAR. NÜKLEER SİLAHLARIN VARLIĞI ÖNEMLİ”
- Son günlerdeki gelişmelerle görüyoruz ki artık savaş oyunları farklılaşıyor… Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar uygulanıyor, siber saldırılar stratejinin bir parçası ama bir yandan da silah ticareti daha da güç kazanıyor… Bundan sonrasında neler olabilir?
- Düşük bir ihtimal ama büyük bir bölgesel ve genel bir savaşa dönüşme potansiyeli var. Nükleer silahların varlığı önemli… Budapeşte protokolü gereği 1994 -1996 yılları arasında Ukrayna, Kazakistan ve Belarus'taki nükleer başlıklar onlardan alındı ve Rusya'ya iade edildi. Ama Ukrayna'nın elinde bu silahlardan kaldı mı? Yenilerini geliştirmiş midir? Bunları bilemiyoruz. Bunları bilemediğimiz için mevcut savaşın gidişatı nasıl sonuçlanacak onu da bilmiyoruz. Dolayısıyla işin rengi farklılaşabilir ve önümüzdeki dönemde öyle bir tehlikeyi görebiliriz.
- Bu Çernobil’i bir an önce ele geçirme çabası bu nükleer endişesinden kaynaklı olabilir mi paşam?
- Bence de ondan kaynaklı çünkü Putin konuşmasının satır arasında Ukrayna'nın nükleer silah geliştirme kapasitesinin olduğunun altını çizdi.
“RUSYA'NIN MÜDAHALESİ DAHA ZİYADE JEOPOLİTİK KAYGILARLA VE DOĞRUDAN ASKERİ GÜÇ KULLANIYOR”
- Putin’in stratejilerinde ABD ile benzerlik görüyor musunuz? Irak’a girmeden önce kimyasal silah iddiasını öne sürmek gibi…
- Amerika'nın Irak'a müdahalesinde maksat demokrasi götürmek olarak sunuldu. Yalana dayalı olarak, “Orada kimyasal silahlar var” dendi ve bütün dünya buna ikna edildi. Bu iknanın sonucu olarak da gittiler, müdahale ettiler. Rusya'nın müdahalesi daha ziyade jeopolitik kaygılarla ve doğrudan askeri güç kullanıyor… Amerikalı bahane üretiyor, yalan söylüyor, ikna ediyor, öyle yapıyor. Dolaylı savaş stratejilerine yöneliyor.
Putin ise “Bu benim alî menfaatlerime, ulusal çıkarlarıma aykırı, bunu kabul etmiyorum” diyor. Bunu sonuçta yaptığı işin doğruluğunu tasvip ettiğim anlamında söylemiyorum. Savaşı, insanların öldürülmesini tasvip edecek halimiz yok. Ama o bahane üretmeden, “Siz beni düşman ilan ettiniz. Burayı da alırsanız ben iyice sarılmış olacağım. O zaman bunu kabul etmiyorum” diyor. İkisi de doğru değil ama tarz olarak daha farklı.
“BU SAVAŞ ÇİN İÇİN DE ŞU ANDA FIRSAT ASLINDA, ONLAR DA TAYVAN'A GİREBİLİR”
- Bu anlamda Biden'ın dünya kamuoyunda oluşturmak istediği “Putin antipatisi” henüz çok taraftar bulmuyor mu?
- Putin'e aslında oldukça büyük bir antipati var çünkü o da netice itibariyle ‘dediğim dedik’ diyen biri. Dünyanın her tarafında bu tür insanlara karşı tepki var. Ama bir taraftan saygı da var. İyice zayıflamış, Batı'nın karşısında pazarlıklarla ayakta kalabilen, hatta bir dönem Amerika’dan yardım alan Rusya’yı ayağa kaldırdı. Bir de oyunu iyi oynuyor. Gücünü ne zaman kullanacağını biliyor. Stratejiyi biliyor, jeopolitik okuması var. Örneğin bu işe karar vermeden önce gitti Çin'le görüştü. Muhtemelen kararını vermişti bu kararını bildirdi ve onlardan da destek aldı. Bu Çin için de şu anda fırsat aslında. Onlar da Tayvan'a girebilir, tabii onların yöntemleri daha farklı. Çünkü orası da Çin için hem bir zenginlik kaynağı hem de bir tehdit…
Önümüzdeki dönemde bir dünya savaşını belki de dünya yaşasın diye çıkartabilirler. Bu tercihi nüfusu azaltmanın bir yolu olarak da görebilirler. Çok zor öngörülebilir bir durum ama tehlikeli bir süreçteyiz ve önümüzdeki dönemde kesin olan, insanların refahının düşeceği...
“ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE İSTİKRARSIZLIK ESASTIR, İSTİKRAR DÖNEMLERİ GEÇİCİDİR. BU NEDENLE DÜNYA İÇİN PEK PARLAK BİR GELECEK YOK”
- Peki biraz önce yine kısaca değindik ama doğrudan sorayım. Üçüncü dünya savaşının ayak sesleri mi bu yaşadıklarımız?
- Bu soruya evet ya da hayır demek falcı olmadan mümkün değil. Ama bazı yorumcular zaten yaşanana Üçüncü Dünya Savaşı diyor... Bu iki bloklu dünya düzenine geçilirse belki bir denge oluşur, istikrar da gelebilir. Çünkü Soğuk Savaş döneminde dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok çatışma olmuyordu. Yakın tarihte bir tek 1979’da Afganistan'da Sovyet müdahalesiyle oldu. Ama uluslararası ilişkilerde istikrarsızlık esastır, istikrar dönemleri geçicidir. Bu nedenle dünya için pek parlak bir gelecek yok.
Bir de dünyamızı bekleyen başka tehlikeler var. Ekolojik tehlikeler var, küresel ısınma göçleri tetikliyor. Örneğin bizim güzel yörelerimiz Bodrum Antalya bundan 20 sene sonra nasıl olacak bilemiyoruz. Belki sahillerde oturan insanlar deniz yükselince oraları bırakmak zorunda kalacaklar. Bazı zenginliklerin kaybı söz konusu olabilir. Dolayısıyla çok bilinmeyen var. Buzullar eriyor, göçler oluyor. Her göç savaş demektir aynı zamanda çünkü göçenler gittikleri yerin refahından pay alacaklar. Türkiye şu anda kendi vatandaşına ek olarak 8-9 milyon insanı besliyor. Suriye krizinden kaynaklı olarak resmi rakamların üzerinde insan barınıyor.
Özetlemek gerekirse önümüzdeki dönemde bir dünya savaşını belki de dünya yaşasın diye çıkartabilirler. Bu tercihi nüfusu azaltmanın bir yolu olarak da görebilirler. Çok zor öngörülebilir bir durum ama tehlikeli bir süreçteyiz ve önümüzdeki dönemde kesin olan, insanların refahının düşeceği...
Cevheri: Günden güne tarımda daha fazla ithalatçı ülke oluyoruz
Cemal Güzelci: Temiz enerjide alacağımız çok yol var
Emre Alkin: FED faiz artırımı ABD için iyi bizim için kötü haber
Ev sahiplerine banka garantili kira hesabı
Naci Görür: En güvenli bölge İstanbul Anadolu yakası kuzeyi
Sevim: Teknolojiye, insana ve güçlü kurumlara yatırım çok önemli