VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER
“Kazandıran Sohbetler”de konuğumuz ünlü ekonomist, İstanbul Ayvansaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emre Alkin… Gündem Medya’nın yazarlarından da olan Prof. Alkin ile ekonomi üzerine bir ufuk turu yaptık.
“EKONOMİDE PSİKOLOJİ VAR, KADIN ERKEK İLİŞKİSİ VAR, AŞK VAR, NEFRET VAR, SEVGİ VAR, POLİTİKA VAR, DİPLOMASİ VAR, HER ŞEY VAR”
- Babanız değerli üstat Prof. Dr. Erdoğan Alkin’i de tanıma onuruna erişmiş gazetecilerden biri ve sizin belki de Türkiye’nin en genç profesörü olduğunuza şahitlik etmiş bir kişi olarak farklı bir açıdan sohbetimize başlamak isterim. Değerli Hocam, özellikle sosyal medyada ekonominin ruhunu da ilgilendiren felsefi yaklaşımlarınız da oluyor… Örneğin Kâbusname’den şu sözler: “Evlat! Överken öyle bir öv ki yerme zamanı geldiğinde zorda kalmayasın, yererken öyle bir yer ki övme zamanı geldiğinde gülünç olmayasın…” Aynı zamanda Erdoğan Hoca’yı da rahmetle anarak, şöyle başlayalım mı? Ekonomi sadece para, pul, tasarruf, kar, zarar mıdır?
- Önce en genç profesörlük konusuna bir açıklık getirmeliyim. Ekonomi olarak öyle ama benim hatırladığım kadarıyla daha geçmiş yıllarda bir de 27 yaşında bu unvanı elde etmiş ünlü fizik profesörümüz var. Aynı şekilde Galatasaray Üniversitesi'nin kıymetli rektörü Prof. Ertuğrul Karsak da hemen hemen -benden bir yaş büyük ama- aynı yaşlarda profesör oldu diye tahmin ediyorum ama rekor herhalde en azından sosyal bilimlerde ikimizde…
Asıl sorunuza gelirsek, Tabii ki ekonomi sadece bu saydıklarınız değildir. İnsandır ekonomi, çünkü içinde insan davranışlarının olduğu herhangi bir alanı tamamen pozitif diyemiyoruz. Bilindiği gibi tamamen matematiğin işlediği alandır pozitif bilim dediğimiz. Bizimki biraz normatif oluyor. Yani insan karakterinin içinde olduğu fakat davranışları matematikle anlatabilme imkanına kavuştuğumuz bir bilim bu. Dolayısıyla psikoloji var, kadın erkek ilişkisi var, duygular var, aşk var, nefret var, sevgi var, politika var, diplomasi var, her şey var. Bu sebeple ekonomik kararlarla alakalı olarak da bu Keykavus’un söylediğini tekrar etmekte fayda var. Yani sonuçta eninde sonunda iş yapacağın bir insana, bir zamanda kin beslediğin için çok ileri geri şeyler konuşursan gelecekteki menfaatinden de olursun. Bu da çok akıllıca bir davranış olmaz çünkü bunun özünde doğrudan doğruya -saf kötülük olmadıkça- ortaya çıkan tüm davranışların insana bağlı, insanın ürettiği davranışlar olduğunu kabul etmek ve biraz da objektif davranmak gerektiğinin altını çizmek istedim.
“PANDEMİ BİZE ÖNCELİKLE İHTİRASLA İHTİYAÇ ARASINDAKİ AYRIM YAPMAMIZI ÖĞRETTİ”
- Dünya özellikle pandemi ile de etkisi artan ekonomik bir dar boğaza sürükleniyor. Yakın zamanda genel olarak beklentileriniz neler?
- Dünyanın pandemiden önce dikensiz bir gül bahçesi olduğunu iddia etmek bence yanlış bir söylem olur. Biz hafızası zayıf toplumlardan olduğumuz için sanki “pandemiden önce her şey güzeldi, bu salgın geldi mahvolduk” diye yorum yapıyoruz. Hiç alakası yok. Pandemiden önce de -son üç senenin ortalamasına baktığınız zaman- Türkiye ekonomisi yüzde 3’ün altında büyüyordu. Demek ki pandemi, bizim daha önce üzerini örtmeye çalıştığımız sorunları daha gözle görülür hale getirirken aslında azımsadığımız, önemsemediğimiz ayrıntıları da belirgin hale getirip önümüze engel olarak dikti. İşler iyi giderken genellikle biz yönetmeyiz. İyi günleri yönetmediğimiz için hep kötü günler karşımıza çıkıyor. Frekansı da çok sıklaştı bunların...
Pandemi bize öncelikle ihtirasla ihtiyaç arasındaki ayrım yapmamızı öğretti. Çünkü işimizle alakalı iddia ettiğimiz harcamaların ve yatırımın önemli bir kısmının ne kadar anlamsız ve önemsiz olduğunu fakat burun kıvırdığımız bazı gelişmelerin ise çok önemli olduğunu bize gösterdi. Mesela dijital altyapıyı güçlendirmek meğerse ‘bir gün nasılsa yaparız’ denilen bir iş değilmiş. Hemen yapılması lazımmış. Öbür tarafta, bir kriz ya da kaos karşısında dirayetli insan gücüne sahip olmak da insan kaynağının eğitimiyle ortaya çıkabiliyormuş. İşler çok yoğun diye ihmal edildiği için Türk şirketlerinin önemli bir kısmı dijital altyapı yetersizliği ve insan kaynaklı eksikliğiyle karşı karşıya geldi. Talihsiz iki tane gelişme bu…
Bir de bunun üzerine şunlar oldu. Pandemide anladık ki meğerse daha az insanla ve daha güçlü altyapıyla aynı ciroyu elde edebilirmişiz. Bir de şu yan etki oldu. Şu ana kadar sektörlerin hem şikâyet ettiği hem de talep ettiği eğitim seviyesiyle de bir yere gelemeyeceğimizi anladık. Çünkü bizim mezun ettiğimiz gençlerin yeni dünya düzeninde yerleri olmadığı da anlaşıldı. Başka bir deyişle sadece yoğun iş gücüne dayalı sektörlerle Türkiye'nin yürüyemeyeceği anlaşıldı. Ama maalesef eğittiğimiz insan emek yoğun sektörler için kalibre edilmiş durumda. Şimdi siyasi ve diplomatik anlamda sıcak günler geçirdiğimiz için daha dönüp bu meseleye bakmadık ama pandemiyle beraber anladığımız çok şey var. Bence akıntının tersine yüzemeyeceğimize göre sonunda hayat nereye akıyorsa bizi de oraya doğru çevirecek diye düşünüyorum.
Pandemi bize öncelikle ihtirasla ihtiyaç arasındaki ayrım yapmamızı öğretti. Çünkü işimizle alakalı iddia ettiğimiz harcamaların ve yatırımın önemli bir kısmının ne kadar anlamsız ve önemsiz olduğunu fakat burun kıvırdığımız bazı gelişmelerin ise çok önemli olduğunu bize gösterdi. Mesela dijital altyapıyı güçlendirmek meğerse ‘bir gün nasılsa yaparız’ denilen bir iş değilmiş. Hemen yapılması lazımmış.
“AMERİKA'DA FAİZLERİN YÜKSELMESİ ASLINDA KÖTÜ BİR MANA DEĞİL, DEMEK Kİ İŞLER İYİ GİDİYOR”
- Bu yıl dünya ekonomisinde en belirleyici olacak konu FED faizleri mi? Neler öngörüyorsunuz?
- Aslında 1950’lerden beri Amerikan ekonomisi FED'in müdahaleleriyle düzeltiliyor. Amerikan tarihine baktığınızda bugün dünya devi diye adlandırılan firmaların bir kısmı hakikaten devlet eliyle kurtarılmış olduğunu görüyorsunuz. Öyle devasa firmalar uçurumun köşesinden dönmüş ki, hatta bunu 2008 krizinde de yaşadık… Battı denilen bazı firmaların batmasına müsaade edildi. Bazı firmaların batmasına müsaade edilmedi. Amerikalılar dünyadaki ithalatın yüzde 27’sini, tüketiminin neredeyse üçte birini gerçekleştirdiği için Amerikan ekonomisinin iyi yolda olması dünya için iyi haber. Amerika'ya mal satanlar memnun oluyor. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak Amerika'ya çok fazla mal satmıyoruz ama mal satanlara mal satıyoruz diye düşünürsek kendimizi avutabiliriz.
Amerika'da faizlerin yükselmesi aslında kötü bir mana değil. Demek ki işler iyi gidiyor. “Artık eskisi kadar düşük faizlere ihtiyaç yok. Eskisi kadar da para salmaya ihtiyaç yok” diye de yorumlanabilir. Ancak bu Amerika için iyi haber. Bizim için kötü haber ise şu: Hikayesi tam olarak tatmin etmeyen, yatırımcılar tarafından kabul edilmeyen ülkelerden Amerika'ya doğru bir para çıkışı gerçekleşebilir. Çünkü Amerika'da da bir borç tavanı meselesi var. Sonuçta Amerikalıların daha fazla borçlanabilmesi için özellikle kamunun faizlerinin yüzde 3-4’e gelmesi gerekiyor ki gelecek. O zaman bakacaklar yüzde 3-4’lük Amerikan tahvili mi yoksa bizim gibi riskli ülkelerin işte yüzde 7-8’lik tahvilleri mi diye…
Amerika'da faizlerin yükselmesi aslında kötü bir mana değil. Demek ki işler iyi gidiyor. “Artık eskisi kadar düşük faizlere ihtiyaç yok. Eskisi kadar da para salmaya ihtiyaç yok” diye de yorumlanabilir. Ancak bu Amerika için iyi haber. Bizim için kötü haber ise şu: Hikayesi tam olarak tatmin etmeyen, yatırımcılar tarafından kabul edilmeyen ülkelerden Amerika'ya doğru bir para çıkışı gerçekleşebilir.
Yüzde 10 verseniz bu sefer tuhaf bir yere gelecek. Ondan sonra borçlanma, sarmala dönecek. O yüzden yabancı yatırımcıların da, Türk yatırımcıların da riski daha düşük olan Amerikan tahvillerine yönelerek ülkelerden ciddi bir para çıkışı yaratacağını düşünüyorum. Dolayısıyla FED'in bu açıdan faiz artırımlarını hangi adımlarla ve hangi aralıkla yapacağını, ne hızla yapacağı bütün dünya ekonomisi için çok önemli bir bilgi önemli bir gelişme…
Bunun dışında da belirleyici faktörler var. Örneğin Amerikan ara seçimleri var. Amerikan ara seçimlerinde eğer vatandaş iki yıllık Demokrat Parti iktidarını beğenmemişse, bir anda senato ve temsilciler meclisinde tekrar cumhuriyetçilerin çoğaldığı bir başka senaryonun bir başka denklemin içine de girebiliriz. Bir tarafta Rusya var, en önemli risk. Bir tarafta Çin, bir tarafta İran ve bununla beraber yükselen enerji maliyetleri, Türkiye'yi bile önemli bir risk unsuru olarak tanımlayan ülkeler tanımlayan kurumlar var. Ama birinci belirleyici unsur sizin de belirttiğiniz gibi Amerikan Merkez Bankası'nın faiz adımları olacak dersek yanlış olmaz…
“ENFLASYONU KENDİ HALİNE BIRAKMIŞ GÖZÜKÜYORUZ, HALBUKİ KENDİ HALİNE BIRAKMAMIZ GEREKEN DÖVİZ KURLARIYDI”
- Hocam ülke ekonomimizde ‘enflasyon rakamları moralleri bozuyor’ diyorsunuz… Bu konuda neler bekliyor bizleri?
- Şimdi dünyada devam eden çok yüksek bir enflasyon var. Bir de bizim kendi elimizle yarattığımız enflasyon var. Dünyadaki enflasyona biz bir şey yapamayız. Katkıda bulunduğumuz bir durum yok, önleyecek gücümüz de yok. Ama kamu harcamalarında kaynak yaratmak için ithal ettiğimiz mal ve hizmetlerin vergilerini düşürmez isek, sadece o malların değil ona bağlı olan diğer malların da domino etkisiyle fiyatlarını yükselteceğiz. Bu anlamda enflasyonu kendi elimizle yükseltiyoruz. Fakat burada bir dilemma var. Kamu ben mecburum harcamaya diyor. Mecburen çekirdek enflasyona dahil olan mevsimine bakılmaksızın tüketmek zorunda mal ve hizmetler üzerindeki vergileri düşürmüyor ve enflasyon oluşuyor. Bu da domino etkisiyle diğer ürünleri de sirayet ediyor. Bu sefer iki metot uygulanıyor. Bunlardan biri enflasyon endeksindeki ağırlıkları değiştirmek. İkincisi de sorgu sual sayısını arttırarak belki ortalama düşer diye denemelere girişmek yahut da nihai mal satanların üzerinde baskı kurarak “5 liraya değil 4 liraya satacaksınız” demek. Bunlar tabii çözüm değil. Dolayısıyla kendi elimizde yarattığımız bir enflasyon var. Bunu unutmayalım. Ama dışarıdaki enflasyona bir şey yapamayız. Enflasyonla ilgili meseleye döviz kuru kadar ilgi göstermememiz de ayrı bir konu. Kendi haline bırakmış gözüküyoruz. Halbuki kendi haline bırakmamız gereken döviz kurlarıydı. Çünkü dalgalı kur rejiminde önemli iki özellik var. Çok yükselince millet almıyor. Çok yükselince elinde döviz olan elindekini satıyor, bundan da çok yükselmez diye. Ama her seferinde müdahale edip fiyatını belirlemeye çalıştığınızda, o zaman bu işlemiyor. Çünkü piyasa ekonomisine müdahale etmiş oluyorsunuz ve bu işlemiyor. Şimdi hal böyleyken oluşacak mesele şu: Enflasyon başıboş bırakılmamalı. Ama döviz kurlarının dengeye gelmesi için serbest bırakılmalı. Biz tam tersini yapıyoruz ve enflasyon giderek endişe verici bir hale geliyor. Çünkü döviz kurlarına müdahale edip düşürüyoruz. Ama bir türlü fiyatlar düşmüyor ve insanlar gelecekte de döviz kurunun yükseleceğine dair intibalarını korudukları için fiyatlama davranışlarını bozuyorlar. Konunun da özeti bu.
“DÜNYADA BAŞARI ELDE ETMİŞ TÜRK YA DA YABANCI KİŞİLER, YAPTIKLARI HATALARI KENDİ KALEMLERİNDEN YAZDIKLARI ZAMAN ÇOK HOŞUMA GİDİYOR”
- Sayın Alkin, internet sitenizde, yazılarınızda birçok özlü söze yer veriyorsunuz… Örneğin "Fark yaratmak, olağanüstü yeteneklerle beklenen işleri yapmak değil. Olağan yeteneklerle beklenmeyen işleri yapmaktır" veya "Doğru yaklaşım ahlaktan geçer" gibi… Okurlara ya da takipçilerinize vermek istediğiniz mesajları bizim için bir yorumlar mısınız?
- Çok sayıda kitap okuyorum ve bunların da önemli bölümü roman değil. Dünyada başarı elde etmiş Türk ya da yabancı kişiler, yaptıkları hataları kendi kalemlerinden yazdıkları zaman çok hoşuma gidiyor. Mesela bu ilk örnek verdiğiniz Sir Alex Ferguson’un hatalarından örülmüş bir özdeyiş. Ben icat ettim. Ama aslında bunu demek istiyorum. Alex Ferguson diyor ki çok pahalı oyuncuları, futbolcuları getirip zaten beklenen sonucu alacağına önemli olan olağan kişilerle olağanüstü sonuçlar almaya çalışmak, bir takım olabilmeyi başarmak, başarıları bu şekilde elde etmek. Maharet burada diyor.
Diğer tarafta, eski çağın düşünürlerinden biri demiş ki, “Kişileri mantıkla ikna etmeniz mümkün değil, ama menfaatine hitap ederek ikna edebilirsiniz.” O zaman bu menfaati illa bir özel çıkar olarak adlandıracağımıza, herkesin ortak menfaatine olan akılcı bir şeyi nasıl oluşturabiliriz diye düşünmek lazım. Bunu da ancak ahlakla oluşturabiliriz. Fakat ahlak dediğimizde de kimsenin kimseye hakaret etmediği, kötü söz söylemediği daha farklı bir platformu kastediyorum.
Firmanın içinde bir yenilik yapmaya çalıştığınız zaman dijital ya da eğitimle alakalı eski personelden direnç geliyor. Çünkü onlar firmanın içine kök salmışlar ve düzenlerinin bozulmasını istemiyorlar. Öyle ya da böyle ortak menfaati yaratmak herkesin menfaatini gözetmek anlamına gelmiyor. Ama umumun menfaatini gözeten bir iş yaptığınızda, maalesef bazı kesimler bundan hoşlanmayabiliyorlar.
Sizinle temasta olanların, sizden faydalanacağı, sizlerin de ondan faydalanacağı, kendi kendine yeten ve bunu yaparken bilgi aldığı, tedarik yaptığı yerleri çeşitleyebilen ve bu çeşitliliği de farklı platformlara özgürce sunabilen bir tasarım, bence herkesin menfaatinedir. Fakat bunun önünde engeller dikiliyor. En başta temasta olduğunuz kişiler dikiliyor. Mesela birçok arkadaşınız, arkadaş sayınızı arttırmanızdan dolayı hoşnut olmayabilir. Çünkü eskiden haftada bir kere onlara vakit ayırırken arkadaş sayınız çoğaldı diye onlara ayda bir kere vakit ayırmanızdan dolayı size sırtını dönmeye başlıyor.
Aynı şekilde bir şirket olarak tedarikçi sayımızı arttırdıkça bağımlılığınız azalıyor ve daha önce tedarik imkanı sunan firmalar buna bozuluyorlar… “Artık eskisi kadar mal tedarik etmiyorsun” diyorlar, menfaatleri bozuluyor… Müşteri sayınızı arttırdığınız zaman da buna kızanlar oluyor. “Eskiden sadece bana satıyordun” çünkü sizin üzerinizdeki hükümranlığını kayıp ediyor.
Biraz daha ileriye götüreyim, firmanın içinde bir yenilik yapmaya çalıştığınız zaman dijital ya da eğitimle alakalı eski personelden direnç geliyor. Çünkü onlar firmanın içine kök salmışlar ve düzenlerinin bozulmasını istemiyorlar. Öyle ya da böyle ortak menfaati yaratmak herkesin menfaatini gözetmek anlamına gelmiyor. Ama umumun menfaatini gözeten bir iş yaptığınızda, maalesef bazı kesimler bundan hoşlanmayabiliyorlar.
Bu hayat tecrübelerini yazılarıma yansıtarak bu yola çıkmış olanların morallerinin bozulmaması gerektiğini, bunların yaşanacağını ama dirayetle doğru bir proje, doğru bir tasarımda ısrar ederlerse ve ahlaktan çıkmadıkları sürece başarılı olacaklarını anlatmaya çalışıyorum.
Bugün uluslararası çapta elde edilen bilgilere göre nüfusa oranla en çok Instagram kullanan ülke biziz, bir numaradayız. İnternet sitesinde gezinme ve sosyal medyayı kullanma açısından da çok üst sıralardayız. Ama gelin görün ki Türkiye'nin Megabit indirme gücü ortanın da altında neredeyse sonlarda. Bu demek ki, toplumun taleplerini ve toplumun merakını karşılayacak yeterli altyapımız yok.
“KRİPTO PARALARIN BU KADAR REVAÇTA OLMASININ İLK SEBEBİ ZENGİNLEŞME HEVESİMİZ, İKİNCİSİ TL’YE OLAN GÜVENSİZLİK”
- Bir sohbetinizde ‘’Türkiye dijital dünyaya en hazır ülkelerden biri’’ demişsiniz aynı söyleşide kripto piyasası ile ilgili de tedbirli yaklaşımlarınız var… Bu konuyu bize biraz daha detaylandırabilir misiniz?
- Yeniliklere çok açık bir ülkeyiz. Bunun sebebi biz meraklı insanlarız ve başarıya çabuk ulaşmak istiyoruz. O yüzden çabuk da tüketiyoruz. Bugün uluslararası çapta elde edilen bilgilere göre nüfusa oranla en çok Instagram kullanan ülke biziz, bir numaradayız. İnternet sitesinde gezinme ve sosyal medyayı kullanma açısından da çok üst sıralardayız. Ama gelin görün ki Türkiye'nin Megabit indirme gücü ortanın da altında neredeyse sonlarda. Bu demek ki, toplumun taleplerini ve toplumun merakını karşılayacak yeterli altyapımız yok. Bu bizim birinci yumuşak karnımız. Türkiye'nin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına fiber optik kablolarla döşenip kesintisiz bir iletişim ağına sahip olması lazım. Fakat bina dikmekten bunu yapmaya vakit bulamıyoruz. O yüzden Türk insanının ilgi ve merakını değere çevirecek bazı işler yapmamız gerekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti genç nüfusuyla buna hazır, fakat siyaset maalesef bu ilgi ve bilgiye cevap verecek yatırımları yapmıyor. Stockholm şehrinden daha kısa fiber optik altyapıya sahibiz, böyle bir şey olmaz, olmamalı…
Diğer konu, Türk Lirası’nın aşırı değer kaybı ve güvenilir olmaması nedeniyle Türk halkının itibarlı başka alışveriş değerlerine meyletmesini normal karşılamak lazım. Kripto paraların bu kadar revaçta olmasının birinci sebebi zenginleşme hevesimiz, arzularımız, ikincisi ise Türk Lirası’na olan güvensizlik. Bu ikisi yan yana geldiğinde çok büyük bir potansiyel oluşturuyor.
Ben de diyorum ki, Türk halkının eğiliminden ortaya çıkan bu güzellik, başkalarının eline geçmeden bunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi lehine kullanması lazım… Nasıl ki Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın 1931’de kurup o zamana kadar tedavülde olan Osmanlı Bankası banknotlarının yerine bu yeni Merkez Bankamızın banknotlarını piyasaya vererek itibarlı bir hale getirdi. Biz de aynen ulu önderin yolunda bir başka alışveriş değerini, itibarlı değeri TL'nin yerine koyarak yola devam edebiliriz. Ama bunu yapmak yerine Türk insanının tasarruflarını, hani şu an test edilen, bazen de büyük zararlara sebep olan bu kripto madenciliği ve kripto para alışveriş piyasasına kaptırırsak, buradan bize fayda doğmayacak diye düşünüyorum. Dolayısıyla burada alelacele değil ama yerinde ve hızlı bir düzenlemeyle Türkiye'deki tasarrufların Türkiye'de kalmasını sağlayarak bir çığır açabiliriz. Bunun için de devletin çok acele değil ama çabuk olması gerekiyor.
“AVRUPA'YA GİTTİĞİMİZDE SIFIR ENERJİ TÜKETEN BİNALAR VAR, ZATEN EN TEMİZ ENERJİ TÜKETMEDİĞİN ENERJİ”
- Verimder ile birlikte çalışmalarınız biliniyor ve çok emek harcıyorsunuz… Enerji sorunu hem ülkemizin hem de dünyanın en önemli konularından biri… Nereye gidiyoruz hocam, enerjiyi fazla mı üretmek gerekiyor, daha az kullanmak mı?
- Bizim enerji verimliliği diye bahsettiğimiz şey daha az enerji harcayarak aynı randımanı hatta daha yüksek randımanı sağlamak. Bu pekala mümkün. Avrupa'ya gittiğimizde sıfır enerji tüketen binalar var. Zaten en temiz enerji tüketmediğin enerji. Fakat biz tabii hidrokarbonlardan enerji üretmeye alışmış olduğumuz için sanki doğal gaz yakmadığımız zaman, petrol yakmadığımız zaman kendimizi eksik hisseden tuhaf bağımlı bir ülke olduk.
Üretilen enerjinin en çoğu konutlarda tüketiliyor ve sanayiden daha fazla enerji binalarda tüketiliyor. Bir binayı soğutmak için harcanan enerji, ısıtmak için harcanan enerjinin iki katı neredeyse. Yazları sıcak, kışları da oldukça soğuk yaşayan bir ülkede binaların yüzde 80’inden fazlası maalesef enerjiyi verimli olarak kullanmıyor. Eğer ki enerjiyi verimli kullansak ve bununla alakalı doğru yatırımları yapsak, binaların mantolama işlemini, iş yerlerinin yalıtımını doğru yapsak senede beş ile yedi milyar dolar arası enerji tasarrufu sağlama imkanımız var. Bu ne demek? Türkiye'nin hızlı büyüdüğü zamanlarda enerji ithalatı 50 milyar dolar civarında, bunu onda birini kurtarmış oluyoruz…
Önemli olan, müteahhitlerin de konut sahiplerinin de kiralayanların da enerji verimliliğine saygı göstermesi ve bunu ülkemiz için ne kadar gerekli olduğunu, bütün kötülüklerin anasının verimsiz kullanım olduğunu kabul etmeleri gerekiyor.
Bir de beni şaşırtan bir şey var. Kendi iş yerlerinde, sanayi tesislerinde, enerji verimliliğine çok dikkat eden sanayicilerin oturdukları evlerde buna dikkat etmiyor olmaları. Konutların yalıtımları iyi değil, binaları sıfırdan yaparken bunu sağlamak kolay. Eski binaların ise yalıtılmasıyla alakalı bir yatırım gerekiyor. Bunun masrafı da takriben hane başına 10 bin lira civarında. Bu tutar da biliyorsunuz Kamu Sen'in araştırmasına göre asgari geçim standardı…
Bu bir kez yapılıyor ve on yıllar boyu evinizin yalıtımı sağlanıyor. Neredeyse doğal gaz ya da enerji harcamalarında yöresine göre yüzde 30 – 50’ye varan tasarruf imkanı sağlıyor.
Böyle olursa, Rusya ve İran gibi rejimleri istikrarsız ülkelerden enerji teminimizde güvenliğe kavuşuruz. Böylelikle daha az talep ederiz ve politikamız daha tutarlı olur. Cari işlemler fazlası vermek için ihracatımıza ikinci bir güç gibi destek verilmiş olur. Üçüncüsü de hane halkı ve firmaların ceplerinden daha az para çıkması sağlanır.
Bu üçü de yan yana gelebilir. Ama önemli olan, müteahhitlerin de konut sahiplerinin de kiralayanların da enerji verimliliğine saygı göstermesi ve bunu ülkemiz için ne kadar gerekli olduğunu, bütün kötülüklerin anasının verimsiz kullanım olduğunu kabul etmeleri gerekiyor. Olayın esası bu. Bunu da biz Verimder ile beraber şehir şehir gezerek anlatıyoruz.
“BEN BUGÜN ÜNİVERSİTEYE GELİRKEN İŞİMİ YAPMAYA GELMİYORUM, SEVDİKLERİMLE BİR ARADA OLMAYA GELİYORUM”
- Eğitimde üst düzey görev, birçok platformda yazı, video ve ses kayıtlarıyla makaleler, bilgi paylaşımları, sivil toplum örgütlerinde çeşitli görevler… Bunun yanı sıra aktif bir sosyal hayat, hatta gitar çalmak ve müzik yapmak… Bir güne bu kadar çok şeyi nasıl sığdırıyorsunuz? Emre Alkin uyumaz mı hiç?
- Uyumuyorum ama sığdıramıyorum da. Ama zaman planlaması benim için çok önemli. Burada önemli olan önceliğin tespiti. Benim hayatımın önceliği hiçbir zaman işim olmadı. Ama şöyle de şanslıydım. Sevdiklerimi yaptığım işlerin arasında seçtim. Dolayısıyla ben bugün üniversiteye gelirken işimi yapmaya gelmiyorum. Sevdiklerimle bir arada olmaya geliyorum. Onların talep, istek ve arzuları hep benim için öncelikli oldu. Özetle sevdiğim insan benim önceliğimdir. O öncelikler yerine geldikten sonra arta kalan zamanda da kendi önceliklerime bakıyorum. Bunların en önemlisi sağlık, sporu hiç ihmal etmem. Çok fazla yemek yemem, öyle bir merakım da yok. Güzel bir restoran olduğu zaman o tecrübeyi de azımsamıyorum. Yeni bir restoran açılmışsa rezervasyonumu yapıyorum, dostlarla, sevdiklerimizle beraber gidiyoruz, vakit geçiriyoruz. O tecrübeyi elde etmiş oluyoruz.
Benim için para biriktirmek, kenarda, yerden tavana para koymak falan gibi böyle başkalarına ait fikirler hiçbir zaman olmadı. Diyorum ki, çocuklarıma ve sevdiklerime zaman ayıramadıktan sonra onlar için ayırdığım paranın da hiçbir önemi kalmıyor. Çünkü zamanı geri getiremiyorsunuz. Para her zaman kazanılır. Tüm paramı kendimi geliştirmek, iyileştirmek ve sevdiklerimle çok kaliteli vakit harcayabilmek için kullanıyorum. Hiç pişman olmadım bugüne kadar. Ayrıca kazandığımı da paylaşırım. Zor durumda olan kimseye mutlaka yardım yaparım. Çünkü profesyonel hayatta kazandığınız paralarla zengin olmak falan imkansız. Hele ki böyle enflasyonu çok olan bir ülkede... Dolayısıyla konforumdan fazla taviz vermeden, lüksten tamamen uzak sevdiklerimle iyi vakit geçiriyorum. Kendime eziyet etmediğim bir filozof hayatı yaşıyorum.
Bu filozof hayatında çoğunlukla dertten kaçınma var. Dert gelmişse de derdi çözmeye çalışıyorum. Ama dertsiz başıma dert alan bir tip olmadım hiçbir zaman. Görevlerden asla kaçmam, ahlaklı bir şey teklif ediliyorsa hayır demem. Ama hiçbir şey de talep etmem. Benim özelliğim. Yani ben kimseden bir şeyi talep etmedim. Niye? Çünkü daha evvel talep ettim iki defa. Başım belaya girdi. Yani çok benim gözüme güzel gözüken mevkilerden ne gibi cezalar gördüğümü çok iyi bildiğim için herhangi bir şey talep etmiyorum.
Ama benden bir şey talep edildiğinde ahlaklı bir şeyse de reddetmiyorum. Dolayısıyla bir yanda kendime ait olan sevgiyi ve varlığı da stoklamıyorum. Çünkü ben bu diyarlardan gittikten sonra stoklamanın da bir manası olduğuna inanmıyorum.
Çok fazla uyumanın da iyi bir şey olmadığını ama belli bir seviyenin altında uyumanın da sağlığı bozucu etkilerinden de haberdarım. Elimden geldiği kadar dakikalarımı planlamaya çalışıyorum. O yüzden benimle beraber çalışanlar zamana karşı hassas olduğumu bilir. Ama özgürce bana her şeyi söyleyebilirler. Orada hiçbir hassasiyetim yok ama geç kalınması veya bir şeyi zamanında yapılmaması, söz verilen vakitte gelinmemesi veya bir şeyin tam vaktinde bitirilmemesi beni her zaman üzen işler olmuştur.
Benim için para biriktirmek, kenarda, yerden tavana para koymak falan gibi böyle başkalarına ait fikirler hiçbir zaman olmadı. Diyorum ki, çocuklarıma ve sevdiklerime zaman ayıramadıktan sonra onlar için ayırdığım paranın da hiçbir önemi kalmıyor. Çünkü zamanı geri getiremiyorsunuz. Para her zaman kazanılır. Tüm paramı kendimi geliştirmek, iyileştirmek ve sevdiklerimle çok kaliteli vakit harcayabilmek için kullanıyorum.
“BİZ GEÇMİŞİN TORUNU GELECEĞİN ATASIYIZ, BİZLER ÖLÜMLÜYÜZ ANCAK FİKİRLER ÖLÜMSÜZDÜR”
Söyleşimizi Prof. Alkin’in yeni yıl için sosyal medyada yer alan mesajıyla bitirmek isteriz: Değerli dostlar, fikir bir kuvvet birimidir. İnsanoğlu dünyaya kendine ait fikirlerle adapte olur. Hatta benzer fikirler yan yana gelip toplumsal değişiklikler meydana getirir. Bu sebeple fikirlerin bilgi ve vicdan ile dolu olması çok önemlidir. Biz geçmişin torunu geleceğin atasıyız. Yani, bizler ölümlüyüz ancak fikirler ölümsüzdür. Demek ki doğru fikirlere ihtiyacımız var ki yolumuzu kaybetmeyelim.
Ev sahiplerine banka garantili kira hesabı
Naci Görür: En güvenli bölge İstanbul Anadolu yakası kuzeyi
Sevim: Teknolojiye, insana ve güçlü kurumlara yatırım çok önemli
Yurdakul: 2022 otomotiv sektörü açısından çözüm yılı olabilir
Fatih Birol: Doğru yatırımla ülkemiz güneşini ihraç edebilir
Yaşayan tarih Can Kıraç’tan iş dünyasının sırları
Işıtan Gün: Dijitalleşme futbol için hem fırsat hem tehlike
Arda Ödemiş: Bilişim sektörü 2022’de en az yüzde 25 büyüyecek
2022'nin iş, finans, yatırım dünyası için yıldızlar ne diyor? Binnur Zaimler anlatıyor
Usta isim Şeniz Yarcan’dan yerel ve küresel ‘bomba’ piyasa yorumları
Hilal: Nakit ödemenin tahtı sallanıyor
Yüzbinlerce iğneyi batırıp tablo yapan sanatçı
Kitle fonlama girişimci, yatırımcı ve ekonomi için önemli fırsat
Manukyan: Merkeziyetsiz finans artık daha öne çıktı, çok ciddi getiriler var
Paşa: Türkiye’nin tanıtımında turist rehberleri de rol almalı