Yazdır

Yaşayan tarih Can Kıraç’tan iş dünyasının sırları

Tarih: 29 Aralık 2021 - 07:40

İş dünyasının yaşayan tarihi… Vehbi Koç’un yanında, Koç Holding’de adım adım zirveye giden bir yolculuğun mimarı. Ve 41 yıla sığan ders gibi anıları... Efsane yönetici, bugün emekliliğin tadını çıkaran Can Kıraç anlatıyor….

VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER

“Kazandıran Sohbetler”de bu kez farklı bir söyleşi var… Bir sosyal medya derlemesi bu kez. Can Kıraç 90 yılı aşkın bir yaşamı tüm verimliliğiyle yaşamış bir kişilik. O, belki ülkemizin patronlar kadar güçlü ilk yöneticisi, belki ilk gerçek CEO… İş hayatı dışında kolajlarıyla, yazılarıyla okurları, hayranları oldu. Bugün bile sosyal medyanın çeşitli kanallarında çok güncel ve aktif yorumlar yapıyor, düşüncelerini takipçileri ile paylaşıyor.

“VEHBİ KOÇ: BİR HİSSE SENEDİNİN YARISINI BEN ÖBÜR YARISINI DA MÖSYÖ BERNAR VERSİN…”

- Türkiye’nin ilk şirket dergisi Koç Holding’in “Bizden Haberler”i 500’üncü sayısını kutladı ve derginin kurucusu Can Kıraç’a anlamlı bir anı oldu… Sayın Kıraç bu konuda okurlara neler aktarmak istersiniz?

- BİZDEN HABERLER dergisinin 500. sayısıyla buluşmak bende “Bayram” heyecanı yarattı… Anılarım 1963 yılına kadar gerilere gitti!

İş hayatına atıldıktan sonra 1963 yılında İzmir’de Egemak şirketinin dergisi Bizden Haberler’i yayın hayatına sokmam ve sonra bu derginin Koç Topluluğu dergisi olması yazarlığımın devamını sağlamıştı.

Özel sektörün ilk şirket dergisinin hayata geçişi şöyle olmuştu;

Egemak’ın Fiat traktör acenteleri sayısı 100’e yaklaşmıştı… Bayiler bulundukları il ve ilçelerin öncü iş adamlarıydı. Bu büyüklükteki bir ailenin birbirini tanıması Egemak ve Koç imajını kuvvetlendirecek, gelecek kuşaklara iz bırakmış olacaktı… Egemak yöneticileri olarak bu sinerjiyi bir dergi çıkararak sağlamaya karar vermiştik.

Bu kararı vermemizde üniversite hayatımda kazandığım yazarlık deneyimlerimin faydası olmuştu… İnsanlarla ilişki kurmak bana hep heyecan ve keyif vermiştir. İnsanları anlamaya, düşünce dünyalarına ulaşabilmeye daima özlem duymuşumdur….

Bu amaçla, 1949 yılında Ziraat Fakültesi dergisi Koruk’u çıkarttım ve yazarlığım  da 1950’li yıllarda Türkiye Milli Talebe Federasyonu gazetesi İnkılap ve Gençlik’te devam etmişti.

Ziraat Fakültesi matbaasında; kurşun harfleri dizmeyi öğrenmiş, sayfa düzenlemesi yapmış, matbaa mürekkebi kokusunu içime sindirmiştim….

Şimdi; Bizden Haberler’le yeni bir yolculuğa çıkıyordum…

Mart ayı şirket genel kurullarının yapıldığı aydır. 1963 Mart ayında Egemak genel kuruluna katılmak için Vehbi Koç, Hulki Alisbah, Bernar Nahum ve İsak Eskinazis İzmir’e gelmişlerdi. Ben de şirket müdürlüğümün altıncı yılının hesabını verecektim… Toplantı masasına Bizden Haberler dergisinin birinci sayısını koyarken büyük heyecan duymuştum… Patronların dergi ile ilgili tepkilerini merak ediyordum…

Vehbi Koç; “Bu neyin haberleri?” diye ilk sorusunu açıklamıştı. Dergiyi incelikten sonra; “Bu iş iyi olmuş, şirketten haber vermek karşılıklı güveni destekler” demişti.  Böylece, ilk imtihanı başarı ile atlatmış oluyordum…

Bu toplantıda benim iş hayatımda da önemli bir gelişme olmuş, karşıma Koç Topluluğu şirketlerine “hissedar” olma fırsatı çıkmıştı… Özellikle traktör satışlarındaki gelişme şirket kârını yükseltmiş, ithalat için döviz tahsislerinin kısıtlandığı bir dönemde Fiat’tan kredili ithalâta başlamıştık. Ayrıca; kredili ithalâtın devalüasyon riskine karşı “Pamuk” stoku yaparak Egemak’a büyük bir teminat oluşturmuştuk. Koç Topluluğu içinde Egemak’ın yıldızı parlamıştı…

Toplantıda, şirket hesapları incelendikten sonra, söz alan Hulki Alisbah;

“Can Kıraç’ı ödüllendirmek zamanı geldi… Vehbi Bey’in BİR Egemak hisse senedini Can’a armağan etmesini teklif ediyorum” demişti…. Bu teklife karşı Vehbi Koç’un cevabı çok ilginç olmuştu;

“Bir hisse senedinin yarısını ben öbür yarısını da Mösyö Bernar versin…”

Ben, bu gelişmeyi Bizden Haberler dergisinin bana kazandırdığı bir şans olarak kabul etmişimdir…

Yıl 1968…

Vehbi Bey, benim İzmir’den İstanbul’a geçmeme ve Koç Holding Otomotiv Grubu Koordinatörlüğü görevini üstlenmeme karar vermişti. Bu karar Bizden Haberler dergisinin önüne yeni bir yol açıyordu…

Vehbi Bey, Bizden Haberler’in Koç Topluluğu dergisi olarak hayata devam etmesini istemiş, “Koç Topluluğu şirketlerinde çalışanların birbirlerini tanımalarına ve şirket faaliyetlerini öğrenmelerine yardım edecektir” diyerek yeni hedefi belirlemişti. Bu kararla beraber, Bizden Haberler’in daha profesyonel elemanlarca hazırlanması dönemi başlamış oluyordu.

İzmir’de yayımlanmaya devam ettiği dönemde Bizden Haberler dergisi önemli bir göreve öncülük yapmıştı.

Otosan’da yapılması kararlaştırılan otomobile verilecek isim herkesin zihnini kurcalıyordu. Bizden Haberler dergisi bu konuyu bir anketle tespit etmek teşebbüsünde bulunmuştu. Vehbi Bey, verilecek adın millete mal edilmesini istiyordu. Vehbi Koç’un bu teklifi benimsenmiş ve Eli Acıman’la görüşülerek bu yarışmanın Manajans tarafından yürütülmesi kararlaştırılmıştı.

İsim yarışmasına en çok on beş bin kişinin katılması bekleniyordu.

10 Ağustos 1966 günü yayımlanan ilanlarla 25 Ağustos’a kadar gün verilmişti.

Tahmin edilemeyen bir ilgiyle karşılaşılmış ve 86.318 mektup ve telgraf alınmıştı...

Teknik Üniversite Rektörü Prof. Karafakioğlu, yine Teknik Üniversite Makine Fakültesi profesörlerinden Odalar Birliği Sanayi Dairesi Müdürü Necmettin Erbakan, iktisatçı ve işletmeci Prof. Memduh Yaşa, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Burhan Felek ve gazeteci Cevat Fehmi Başkut’tan oluşan jüri, teklif edilen 18 bin ayrı ismi eleyerek Koç Holding yönetim kuruluna Anadolu, Anadol, Otosan ve Veko isimlerini teklif etmeyi kararlaştırmıştı.

Neticede ANADOL ismi otomobil sanayii tarihimize girmiş oluyordu.

Basın kartı maceram

Hayâl edip de gerçekleştiremediğim hedeflerden biri “Basın Kartı” sahibi olmaktı! Kurucusu ve sahibi olduğum Bizden Haberler dergisinde 30 yıl genel yayın yönetmenliği ve başyazarlık yaptıktan sonra buna hak kazandığıma inanmıştım.

Ankara’da çok iyi ilişkileri bulunan Ali Baransel (Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı döneminde basın danışmanıydı) Koç Holding Ankara koordinatörlüğüne atanınca bu umudumun gerçekleşmesi için gerekli girişimler başlatılmıştı.

Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra Ali Bey benden, Bizden Haberler dergisinden aldığım ücretin bordro dökümünü istemesin mi?

Önce durumu İsak Bey’e açarak yardımını istemiştim. Aldığım cevabı asla unutamadım!

- Can Bey! Ben böyle bir teklifi Vehbi Bey’e anlatamam; “Bu adam aldığı bu kadar paradan sonra bir de gazeteci maaşı mı istiyor?” der ve ikimizi de kapının önüne koyar!

Ben, maaş almaktan vaz geçerek (!) Bizden Haberler’de yazılarıma devam ettim…  Bu deneyim bana ANILARIMLA PATRONUM VEHBİ KOÇ kitabını yazmama destek oldu.

Kitabımın yayımlanması sebebiyle Rahmi Koç’un yaptığı yorumu sizinle paylaşıyorum:

“Can Kıraç Kardeşim, daima nükteli konuşmayı ve güzel yazmayı hem sever hem de o alanda dehşetli bir kabiliyeti vardır. Beraber çalıştığımız zamanlarda onun iş raporlarını okumak ve konuşmalarını dinlemek bize büyük haz verirdi. Her zaman üslubu alışılmışın dışında olmuştur ve kendine özgü bir tavrı vardır.

Topluluğumuzun Bizden Haberler dergisini Can Kıraç, İzmir’de Egemak’ta müdürken 1963 yılında çıkarmış hem sahibi olmuş hem de uzun seneler başyazarlığını yapmıştır.

Dolayısıyla babamız Vehbi Koç hakkında eğer bir kitap yazılacaksa, topluluğumuzdaki en önde gelen isim Can Kıraç’ın ismiydi. “

Umudumu kaybetmedim

“Sabır umudun yoldaşıdır!” özdeyişine inanarak, basın kartımı beklemekten vazgeçmedim.

Ve!

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkan Orhan Erinç’ten aldığım 14 Aralık 2006 tarihli yazıyla sanki hayata yeniden dönmüş oldum…

“Yönetim Kurulumuz 20 Kasım 2006 günlü toplantısında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onursal Üyeliğinizi oybirliğiyle onaylamıştır.

Kararda, Cemiyet Tüzüğünün 7/B maddesi kapsamında; sosyal ve iktisadi yaşamda seçkin hizmetler vermenizin yanı sıra, uzun yıllar yayın yaşamına verdiğiniz emekler ve gazetecilikle sarı basın kartının gerçek niteliklerini özümsemiş olmanız da dikkate alınmıştır...”

“Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine... “

Bizden Haberler’in 500. sayısında yer almama fırsat veren Rahmi Koç’a şükranlarımı sunuyorum. Bugün, baskı kalitesi çok yüksek olan ve çağdaş bir içerikle yayımlayan Bizden Haberler ekibini ve Şeniz Akan’ı kutluyorum.

“PAZAR SABAHLARI, LEVENT BÜFEDE SUCUKLU YUMURTAYA FRANCALA BANARAK NEFSİMİZİ KÖRELTİRDİK”

- Galatasaray gibi büyük bir camianın yaşayan en önemli değerlerinin başında geliyorsunuz. 75’inci mezuniyet yılını görmüş hayattaki çok az sayıdaki abide kişilikten birisiniz. Bu konudaki çok özel duygu ve düşüncelerinizi okumak isteriz…

Her yıl, Galatasaray Lisesinde okumuş öğrencilerin 50. ve 75. mezuniyet yılları kutlanır. Bu yıl, 2021 senesi kutlamaları yapılmış bulunuyor. Ne mutlu ONLARA…

                              *

Ben 1207 Can Kıraç, her iki kutlamayı yaşamış bir kardeşinizim.

2006 yılında yapılan 50’nci yıl töreninde Tevfik Fikret salonunda sınıfımız adına konuşmayı ben yapmıştım.

Bu etraflı konuşmamı aşağıda sizinle paylaşıyorum.

Bu sene 5 Aralık Pazar günü yapılan 75.yıl toplantısında, 1946 dönemi mezunları adına gene ben bir konuşma yaptım.

Ancak bu defa çok “dramatik” bir durumla karşılaşmış ve Tevfik Fikret salonunda hepimiz gözyaşlarımızı tutamamıştık…

Çünkü, 1946 yılında Galatasaray Lisesini bitiren 147 öğrenciden hayatta kalan tek kişi bendim…

Bu gerçek karşında, ayağa kalkıyor, kaybettiğimiz Galatasaray Liseli arkadaş ve hocalarımızın anıları önünde tazimle eğiliyorum…

                                 *

Galatasaray Liseli olmanın gururu (1207 can kıraç)

Galatasaraylılığın bir kültür olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu sağlayan olaylar, dönemlere ve sınıflara göre farklılık gösterir.

Biz 1946’lılar, 1938 yılında başlayan okul yıllarımızı çok önemli olaylarla iç içe yaşadık. Atatürk’ü kaybetmenin acısını çektik. İkinci Dünya Savaşının sıkıntılarını taşıdık. Ekmeğimizi karneyle aldık. Karartma geceleri soğuk koridorlarda omuz omuza uyuduk. Ayakkabılarımızın ömrünü uzatmak için tabanlarımıza kabara çaktırdık. Bez yumaklarını ip ve bezle sararak futbol topları ürettik.

Galatasaray’ımızın futbol, voleybol ve basketbol takımlarını Türkiye şampiyonu yaptık. Missouri zırhlısının bahriyelilerine Beyoğlu’nun gizemli yerlerini gösterdik!

Tepebaşı Tiyatrolarında sahneye çıkan Cahide Sonku’ya âşık olduk.

Çelik Özbaş’a Söke’den gelen balık yumurtalarını dolabından aşırarak, “Çiftlik Burjuvazisi”nin damak zevkini öğrenmiş olduk. Zeki Egeli’nin, Nedim Rodop’un “Ege Güneşi”yle sararan kuru üzüm ve kuru incirlerini tadarak beyinlerimizi güçlendirdik.

Beyoğlu sinemalarının yıldızları; Rita Hayworth, Alice Faye, Doris Day, Gene Tierney, Hedy Lamarr ve daha birçoklarını rüyalarımızın sevgilileri yaptık.

Çiçek Pasajında votkalı bira içerek sarhoş olmayı öğrendik.

Yemek kültürümüzü “Galatasaray Pilavı”yla ölümsüzleştirdik.

Çelik Özbaş’a Söke’den gelen balık yumurtalarını dolabından aşırarak, “Çiftlik Burjuvazisi”nin damak zevkini öğrenmiş olduk.

Zeki Egeli’nin, Nedim Rodop’un “Ege Güneşi”yle sararan kuru üzüm ve kuru incirlerini tadarak beyinlerimizi güçlendirdik.

Milli Korunma Kanunu’na uymayan Budak ve İnci Pastanelerinde el konan “Piramit”leri yiyerek “Dessert” kültürümüzü oluşturduk.

Pazar sabahları, Levent büfede sucuklu yumurtaya francala banarak nefsimizi körelttik. Bu sayede, Tokatlıyan ve Degustasyon’un önünden daima başımız dik geçtik.

Hocalarımız…

Efsane müdürümüz Behçet Gücer’den otoriteyi, Sait Hocadan, İzzet Hamit Ün’den, Feruhzat Turaç’tan, Saffet Rona’dan ahlâklı olmayı öğrendik.

Muhlis Hocadan sportmenliği, Nihat Sami Banarlı’dan, Muvaffak Benderli’den, Ercüment Ekrem Talû’dan Türkçemizin inceliklerini ve güzelliklerini belledik.

Esat Mahmut Karakurt sayesinde ters cümle yapmanın dayanılmaz cazibesine kapıldık.

Recai Hocadan “cin” gözlülüğün faziletini kavradık.

Veysi Midil ve Garti’nin matematik derslerinde kopya çekme tekniklerimizi geliştirdik.

Askerlik hocamız “Terlik” Ahmet’ten “ihtilâl” kurallarını ezberledik.

Bergeaud, De Laur, Rehm, Larroumets, Goudman, Dubois gibi Fransız hocalarımızın katkılarıyla dünyaya bakış açımızı genişlettik. Muhittin Sadak sayesinde müzik dünyasının pırıltılarını yakaladık.

Ve burada isimleri geçmeyen, hepsi gönüllerimizde yaşayan değerli hocalarımızın bizlere verdiği emeklerle onurlu birer Galatasaraylı olmayı başardık.

Galatasaraylı dostlar!

Huzurunuza Galatasaray’ın 1946 kuşağı temsilcisi olarak çıkmış bulunuyorum.

Bu ortamda, içimizde kalmış bir ukdeyi de sizlere duyurmak istiyorum.

Bizler kız akranlarımızla arkadaşlık yapmak konusunda çok zorluklar yaşamış bir neslin geriye kalmış dinozorlarıyız!

Gençlik yıllarımızın en parlak günlerini, lise çaylarının yapıldığı lokallerde ‘dans’ kuyruklarında geçirdik.

Sonra yıllar geçti ve Galatasaray Lisesine kız öğrenciler alınmaya başlandı.

Başlangıçta bu olayı “Silah çıktı, erkeklik öldü” anlayışıyla yorumladık.

Muhlis Hocadan sportmenliği, Nihat Sami Banarlı’dan, Muvaffak Benderli’den, Ercüment Ekrem Talû’dan Türkçemizin inceliklerini ve güzelliklerini belledik. Esat Mahmut Karakurt sayesinde ters cümle yapmanın dayanılmaz cazibesine kapıldık. Recai Hocadan “cin” gözlülüğün faziletini kavradık.

Bugün bu ilkel görüşümüzü değiştirmiş bulunuyoruz. Ancak içimizdeki kıskançlık hislerini yenmekte hâlâ bir hayli zorlanıyoruz.

Hele sevgili adaşım Candan Erçetin’in Beyoğlu’nda salına salına yürürken söylediği televizyon klibini izlerken damarlarımızdaki kanın tepemize çıktığını hissediyoruz. Bizi ‘Candan’lardan esirgeyen şansımıza küsüyoruz…

Dostlarım,

Konuşmamı tamamlarken, 1946’lılar olarak, eşlerimizi kutlamak istiyorum ve bu açıklamamı bir özenti saymamanızı diliyorum.

Çünkü hanımlarını miting meydanlarına taşıyan günün politikacılarına özendiğim için böyle bir açıklama yapmıyorum.

Hayat arkadaşı olarak kendilerine Galatasaray Liseli bir eş seçmiş oldukları için eşlerimizi kutluyorum!

Günümüzde, bizim gibi, Galatasaray kültürüyle bütünleşmiş “koca” bulmak her kadına nasip olmamaktadır. Onların da Galatasaraylılığı benimsediklerini gördüğümüz; Amerikan Kolejli, Dame de Sion’lu, Ankara Kolejli ve diğer kültür yuvalarından yetişmiş hanımlarımıza, hayatlarını bizlerle paylaştıkları için şükranlarımızı sunuyorum!

Ne mutlu Galatasaraylı eşi olan hanımlara ve ne mutlu yeni nesil Galatasaraylı hanımların kocalarına…

“TÜSİAD DENİNCE, ÜNÜ BUGÜNLERE KADAR UZANAN ‘GAZETE İLANLARI’ KONUSU HATIRLANMAKTADIR”

- Ülkemizdeki son ekonomik gelişmeler konusunda açıklama yapan TÜSİAD tartışma konusu oldu. Siz de yakın zamanda TÜSİAD’ın 50’nci yılını kutlamak amacıyla görüşlerinizi paylaştınız. Bunları bir kez daha okuyabilir miyiz birlikte?

- Türkiye’de çok konuşulan ve çok tartışılan konular vardır. Bunlardan biri de TÜSİAD’dır. Sanıyorum bu tartışma bilgiden çok kanaatler üzerinden yürüyor.

Kuruluş çalışmalarına katılmış ve ilk yönetim kurulunda başkan yardımcılığı yapmış bir TÜSİAD üyesi olarak bu derneğin doğuşuyla ilgili temel ilkeleri özetlemek istiyorum.

1971 yılına girildiğinde memleketin içinde bulunduğu durum umut verici değildi, iktidar partisi ikiye bölünmüş, bütçe Türkiye Büyük Millet Meclisinde reddedilmişti. Yeni bütçenin hazırlanması ve kabulü dört ay gibi bir zaman almıştı.

16 Haziran 1970’teki işçi olayları yüzünden İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmişti. Sağ-sol çatışmaları memleketin bütünlüğünü tehdit etmeye başlamıştı. 10 Ağustos devalüasyonu ve vergi kanunları ekonomik ortamın düzeltmek yerine daha da bozulmasına sebep olmuştu. 12 Mart 1971 muhtırasıyla da Adalet Partisinin iktidarı bırakmasına ve ülkenin Nihat Erim’in “teknokrat”lar hükümetiyle baş başa kalmasına neden olmuştu.

Hür teşebbüs düzeninin iktisadi hayatın dayanağı ve demokratik rejimin teminatı olduğu unutulmamalıdır. Milleti birbirinden ayırt edici ve halkın bütünlüğünü bölücü tutumlar her şekliyle tehlikelidir. Saadet içinde yaşayan bir Türkiye yaratmak ve hür teşebbüs nizamının devamlılığı için bütün girişimler desteklenmelidir.

Özgürlüğün kıymetini bilelim

O dönemde aydınlarımızın, politikacıların ve iş adamlarının tekrarladığı ortak bir görüş vardı:

“Demokratik rejim ve hür teşebbüs düzeni korunmalıdır. Hür teşebbüs düzeninin iktisadi hayatın dayanağı ve demokratik rejimin teminatı olduğu unutulmamalıdır. Milleti birbirinden ayırt edici ve halkın bütünlüğünü bölücü tutumlar her şekliyle tehlikelidir. Saadet içinde yaşayan bir Türkiye yaratmak ve hür teşebbüs nizamının devamlılığı için bütün girişimler desteklenmelidir.”

Kısacası kamuoyuna “Özgürlüğümüzün kıymetini bilelim!” inancı aşılanmak isteniyordu.

Kuruluş bildirisi

İşte memleketin içinde bulunduğu bunalımlı bir ortamda, 1 Ağustos 1971 günü TÜSİAD bir bildiri yayımlamış, kuruluşunu açıklamış, ulusumuza, Türkiye’nin kaderini etkileyecek yeni bir döneme girildiğini vurgulamıştı.

Bildiride derneğin “Anayasamızın öngördüğü karma ekonomi prensiplerine ve Atatürk ilkelerine uygun olarak Türkiye’nin demokratik ve planlı yollarla kalkınması ve Batı uygarlık seviyesine çıkarılmasına hizmette bulunmak” amacıyla kurulduğu belirtilmiş ve yurt kalkınmasında endüstrileşmenin sürükleyici bir sektör olduğu açıklanmıştı.

İmza sahipleri

Ödedikleri vergiler ve yarattıkları iş hacmiyle ülke ekonomisine önemli katkılar yapan yüze yakın sanayici ve iş adamından oluşan TÜSİAD’ın, bir çalışma grubunca (Nejat Eczacıbaşı, Şahap Kocatopçu, Feyyaz Berker, Ertuğrul Soysal ve Can Kıraç’tan oluşuyordu) hazırlanan bu ilk bildirisinde aşağıdaki konulara önem verildiği açıklanıyordu:

- Atatürk ilkeleri içtenlikle savunulmalı ve uygulanmalıdır.

- Hür Teşebbüs iktisadi hayatın dayanağı ve demokratik rejimin teminatıdır.

- Sermaye, emek ve teşebbüs birbirlerini tamamlayan ana unsurlardır.

- Karma ekonomi düzeni ticari ahlaka ve sosyal adalet ilkelerine uymakla yürütülebilir.

- Hızlı nüfus artışı yeni iş sahaları açılmasını ve verimli yatırımlara girişilmesini gerektirmektedir.

- Vergi kaybını önleyici tedbirlerin uygulamaya konması için TÜSİAD her türlü desteği verecektir.

- Geleceğimizin ümidi olan Türk gençliğinin çağdaş bilgilerle donatılmasını engelleyen şart ve unsurların giderilmesine yardımcı olunacaktır.

- Basın özgürlüğü çerçevesinde ahlak yasasına ve demokratik rejime saygı gösterilecek, şeref ve haysiyetlere tecavüz eden anlayışa karşı çıkılacaktır.

Baskı grubu

Vehbi Koç, Nejat Eczacıbaşı, Sakıp Sabancı, Selçuk Yaşar, Feyyaz Berker, İbrahim Bodur, Osman Boyner, Muzaffer Gazioğlu, Raşit Özsaruhan, Ahmet Sapmaz, Hikmet Erenyol ve Melih Özakat’ın imzaladıkları kuruluş belgesiyle hayata geçen TÜSİAD, 1970’li yıllarda iş dünyasının ve kamuoyunun desteğini arkasında hissettiği girişimlerde bulunmuş ve etkili bir baskı grubu olma hüviyetini kazanmıştı.

TÜSİAD fikri Atina’da gelişti

Türk iş adamlarının yasal kuruluşları olan Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Borsalar ve Odalar Birliği gibi kurumların bulunduğu bir ortamda yeni bir kuruluşa yönelmenin sebebi ne olabilirdi?

Gelişmeler Odalar Birliği dışında oluşturulan bir Türk iş adamları heyetinin 1963 Ekim ayında Atina’yı ziyaretiyle başlamıştı.

Heyet, Vehbi Koç’un başkanlığında Nejat Eczacıbaşı, Reşat Aksan, Behçet Osmanağaoğlu, Reşid Egeli ve Şahap Kocatopçu’dan oluşuyordu. Türk ve Yunan iş adamları Ortak Pazar’a girme hazırlıklarını planlama gayreti içindeydiler. Bu çalışmalar, Yunanlılar için, bağımsız “Yunan Sanayi Federasyonu” bünyesinde yönlendiriliyordu.

Yapılan temaslardan, benzer bir kuruluşun Türkiye’de de meydana getirilmesinin yararlı olacağı anlaşılmıştı.

Bu yeni yapılanmanın doğmasında etkili olan Şahap Kocatopçu (Kendisi Paşabahçe Şişe-Cam tesislerinin kurucusudur ve bir dönem TÜSİAD Yönetim Kurulu başkanlığı yapmıştır) görüşünü şöyle açıklamıştır:

“Bu görüşmeler bizde de bağımsız bir kuruluş oluşturma fikrinin kuvvetlenmesine sebep oldu.  Bu düşünceler TÜSİAD’ın oluşmasında bir ön adımdı.”

Laf üretme fabrikası kurduk

TÜSİAD’ın ilk Yönetim Kurulu Başkanı Feyyaz Berker’in kuruluş dönemindeki bir anısı şöyledir:

Abdullah Lokantasında kurucularla birlikte son bir toplantı yaptık. Ayrılırken Vehbi Bey koluma girdi ve bana “Desene bugün laf üretme fabrikası kurmaya karar verdik” dedi…

Her zaman az konuşan Vehbi Bey’in TÜSİAD’ı böyle değerlendirmesi çok ilginçtir!

Çünkü sonraki yıllarda TÜSİAD’ı eleştirenler arasında, dernek sözcülerinin çok “laf ürettiği” dile getirilmektedir…

Bu ilanlarla kamuoyuna iletilmek istenen mesaj, “Ülkemizi hürriyetçi demokrasi içinde refaha götürecek temel gücün Hür Teşebbüsün elinde bulunduğu inancıdır.”

Meşhur gazete ilanı

TÜSİAD denince, ünü bugünlere kadar uzanan “Gazete İlanları” konusu hatırlanmaktadır.

Bu olay bir döneme damgasını vuracak kadar önem kazanmıştı.

TÜSİAD’ın 1979 yılı Mayıs ve Haziran aylarında gazetelerde yayımlanan “Temel Sorunlarımız”ı açıklayan ilanları, bazı çevrelerce Ecevit Hükümetine karşı hazırlanmış bir kampanyanın parçası olarak algılanmıştı.

Bu ilanların Ecevit Hükümetini düşüren 12 Eylül 1980 askeri darbesini hazırlayan unsurlar arasında bulunduğuna bugün bile inananlar var…

Bu ilanlarda dört konu işlenmişti:

- Bunalım ortamından çıkış yolu hür teşebbüsün güçlendirilmesiyle mümkündür.

- Türk ekonomisi içte ve dışta rekabete açılmalıdır.

- Yokluğu paylaşmak yerine herkese bolluk sağlanmalıdır.

- Enflasyonun, refahın ve özgürlüğün düşmanı olduğu görüşü benimsenmelidir.

Bu ilanlarla kamuoyuna iletilmek istenen mesaj, “Ülkemizi hürriyetçi demokrasi içinde refaha götürecek temel gücün Hür Teşebbüsün elinde bulunduğu inancıdır.”

TÜSİAD’ın hazırlattığı “Eğitim” raporuyla “Anayasa” önerisi, RTÜK uygulamaları, Milli Güvenlik Kurulunun sivilleşmesi, Kıbrıs politikasının değiştirilmesi önerileri üyeler arasında görüş ayrılıklarına neden olmuştur.

TÜSİAD gücünü kaybetti mi?

Kuruluşunun üzerinden geçen onca yıldan sonra bugün TÜSİAD üyeleri arasında görüş ayrılıkları yaşanmaya başlanmıştır.

Öncelikle, son yıllarda, gereğinden fazla üye toplandığı ve bunun da kurumsal bütünlüğü sulandırdığı iddia edilmektedir. Hemen her konuda görüş belirterek, politikacıları ve bürokrasiyi etkileme gayreti içinde bulunulması da eleştirilmektedir.

Bu yüzden, baskı grubu olarak, TÜSİAD’ın kamuoyundaki etkinliğinin azaldığı iddia edilmektedir… Araştırmacılara ve bilim insanlarına hazırlatılan rapor ve çalışmalar, kamuoyunda TÜSİAD görüşü olarak algılandığından, bu raporlarda belirtilen fikirler ve öneriler, üyeler arasında düşünce ayrılıklarının su yüzüne çıkmasına sebep olmaktadır.

Örneğin TÜSİAD’ın hazırlattığı “Eğitim” raporuyla “Anayasa” önerisi, RTÜK uygulamaları, Milli Güvenlik Kurulunun sivilleşmesi, Kıbrıs politikasının değiştirilmesi önerileri üyeler arasında görüş ayrılıklarına neden olmuştur.

Siyasi partilerdeki “liderler sultasından” şikâyet eden, Siyasi Partiler Yasası’nın demokratikleşmesini savunan üyeler, TÜSİAD’ın “babadan oğula” geçen yönetim politikalarından duydukları rahatsızlığı dile getirmeye başlamışlardır.

Ancak şu gerçeği de unutmamak gerekir:

1990’lı yıllardan bu yana parti başkanlarının, başbakanların, bakanların ve önemli bürokratların toplantılarına katıldığı TÜSİAD etkili bir sivil toplum örgütü olmayı başarmıştır.

Bugün “Atatürk ilkelerini” Atatürk söylediği için değil, ulusumuzun çağdaş olmasını sağlayacak ilkeler olarak savunan ve benimseyen TÜSİAD’ın, Türkiye’mizin yeniden yapılanmasında, kamuoyunu aydınlatıcı uyarılarına çok ihtiyacımız olacaktır.

TÜSİAD’ın 50’nci yıldönümünü kutluyorum…

 

“ŞAKA MAKA BENİ KATIKSIZ HAPSE ATTILAR, FAKAT O HAPİS BENİM EN KATIKLI HAPSİM OLDU”

- Yaklaşık 15 yıl önce, “Adını da, soyadını da Atatürk’ün verdiği bir anıt kimlik, bir gençlik önderi, iş dünyasının bir sembol lideri ve de bir sanatçı kişilik” diye tanıtarak başladığım televizyon programından bir anı ile tamamlayalım bu derlemeyi… Sayın Kıraç, askerliğinizde katıksız hapis yatmanıza neden olan ilginç anınızı anlatır mısınız?

- Yedek subaylığımı Gaziemir Ulaştırma Okulu'nda yaptım ve zannediyorum ki boyum uzun olduğu için beni başçavuş yaptılar. Üçüncü bölüğün başçavuşuydum. Bir yaz günü öğle tatilinde bölük olarak okul komutanlığının önündeki ağaçlık alanda istirahati çekildik. Elimizde de pilli radyolar var. Öğle ajansını dinliyoruz. Bir haber benim müthiş dikkatimi çekti ve heyecanlandırdı. Türkiye Güzeli Günseli Başar'ın Avrupa Güzeli seçildiğini haberi yayınlandı. Hemen kalktım üçüncü bölüğü içtima ettim. Toplandık ve onlara dedim ki “Biraz önce Anadolu Ajansı haber verdi. Günseli Başar Avrupa Güzeli seçilmiş. Onun bu başarısını biz Ulaştırma Okulu Üçüncü bölük olarak kutlamak durumundayız. Sizi merasim yürüyüşüne davet ediyorum.” Arkadaşlar da çok mutlu oldular. Yedek Subay marşını söyleyerek okul komutanlığı binasının önünde yürüyüşü başlattım.

Gözüm, komutanlık binasında, nitekim beklediğim oldu. Komutan yanında emir subayı ile kapıya çıktı. Komutan emir subayına bir şeyler söyledi, emir subayı bana bağırdı, “Üçüncü bölük başçavuşu bölüğü durdur ve buraya gel” diye. Ben, “Bölük dur” diye komutumu verdim, “Sola dön merasim duruşu” dedim. O vakit silahlarımız da yanımızda özel talim vardı sanırım. Silahlarımızı çakı gibi omuza çektik. Ben fırladım, merdivenlerinden çıktım ve selamımı çaktım, “Komutanım, Günseli Başar Avrupa güzeli seçilmiştir. Ulaştırma Okulu Üçüncü Bölüğü olarak merasim yürüyüşü yapıyoruz. Arz ederim” dedim.

Türkiye Güzeli Günseli Başar'ın Avrupa Güzeli seçildiğini haberi yayınlandı. Hemen kalktım üçüncü bölüğü içtima ettim. Toplandık ve onlara dedim ki “Biraz önce Anadolu Ajansı haber verdi. Günseli Başar Avrupa Güzeli seçilmiş. Onun bu başarısını biz Ulaştırma Okulu Üçüncü bölük olarak kutlamak durumundayız. Sizi merasim yürüyüşüne davet ediyorum.” Arkadaşlar da çok mutlu oldular. Yedek Subay marşını söyleyerek okul komutanlığı binasının önünde yürüyüşü başlattım.

Komutan bir an durdu, ilginçtir emir subayı da o vakit yine bir yedek subay,  Teğmen Nezih Okuş’tu milli basketbolcularımızdan sonra Adana valisi oldu, sonra da rahmetli oldu.  Ona döndü ve dedi ki “Başçavuşu katıksız bir hafta hapse attırın.”

Şaka maka beni katıksız hapse attılar. Fakat o hapis benim en katıklı hapsim oldu. Çünkü bütün arkadaşlar öğlen akşam kantinden aldıklarını bana getirerek besliyorlardı.

Çok uzun seneler sonra bir toplantıda Günseli Başar'la karşılaştık. Çok zarif bir hanımefendidir ve benim içimde bir ukde kalmıştı. O zamanlar hayatta olan rahmetli eşim de hep beni teşvik ediyordu, “Git bunu anlat” diye…

Ben de kendisine bu olayı anlattım. O zaman beni şaşırtan ve daha mutlu eden başka bir olay oldu. Günseli Başar ağlamaya başladı ve “Can Bey bunu niçin daha önce bana söylemediniz” dedi.

Son söz: Bu vesile ile ülkemizin nadir değerlerinden olan Can Kıraç’ın şahsında tüm okurlarımıza iyi yıllar ve sağlıklar, esenlikler dilerim. V.K.

Işıtan Gün: Dijitalleşme futbol için hem fırsat hem tehlike

Arda Ödemiş: Bilişim sektörü 2022’de en az yüzde 25 büyüyecek

2022'nin iş, finans, yatırım dünyası için yıldızlar ne diyor? Binnur Zaimler anlatıyor

Usta isim Şeniz Yarcan’dan yerel ve küresel ‘bomba’ piyasa yorumları

Hilal: Nakit ödemenin tahtı sallanıyor

Yüzbinlerce iğneyi batırıp tablo yapan sanatçı

Kitle fonlama girişimci, yatırımcı ve ekonomi için önemli fırsat

Manukyan: Merkeziyetsiz finans artık daha öne çıktı, çok ciddi getiriler var

Paşa: Türkiye’nin tanıtımında turist rehberleri de rol almalı

Site adresi: https://www.finansingundemi.com/haber/yasayan-tarih-can-kiractan-is-dunyasinin-sirlari/1629986