Türkiye, Libya ile hukuka uygun şekilde yaptığı deniz yetki alanları anlaşmasıyla tarihinin en büyük diplomatik ataklarından birini gerçekleştirirken Doğu Akdeniz'deki sınırlarını da resmen ortaya koymuş oldu.
Libya'da kalıcı barış, istikrar ve güvenliğin sağlanmasına katkı sağlamak ve karşılıklı yarar temelinde mümkün olan tüm alanlarda ilişkiler geliştirmek amacıyla Türkiye, Libya ile 27 Kasım 2019'da Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın görüşmelerinin ardından "Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması" ile “Güvenlik ve Askeri İşbirliği” mutabakat muhtıraları imzaladı.
Hakkaniyet ilkesi ve uluslararası hukuk kurallarına uygun şekilde imzalanan ve Ekim 2020'de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından da tescil edilen anlaşma, iki ülkenin Doğu Akdeniz'deki hak ve çıkarlarını korumayı amaçlıyor.
Türkiye'nin deniz yetki alanları sınırlandırması konusunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden (KKTC) sonra ikinci anlaşmasını Libya ile imzalaması, Doğu Akdeniz'de izlediği politikalar bakımından önemli bir kazanım ve Türk diplomasisinin büyük bir zaferi olarak görülüyor.
Öte yandan anlaşma, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY), adanın tek sahibi gibi davranarak ve hakkaniyet ilkesine aykırı bir şekilde 2003'ten bu yana deniz yetki alanını sınırlandırmaya yönelik attığı tek taraflı adımlara güçlü cevap niteliği taşıyor.
Bununla birlikte, uluslararası hukuka uygun hakça paylaşımdan yana olan Türkiye, Doğu Akdeniz'e kıyısı bulunan tüm aktörlerin katılımıyla yapılacak uluslararası bir konferansın toplanması çağrısını her fırsatta yineliyor.
Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon kaynaklarının keşfi
Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin dışında Suriye, Lübnan, İsrail, Mısır, Libya, Yunanistan, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bulunması nedeniyle deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ciddi öneme sahip.
Türkiye, bölgede uluslararası hukuktan doğan haklarının mücadelesini uzun yıllardır sürdürürken hidrokarbon kaynaklarının 2000'li yılların başındaki keşfi ve Doğu Akdeniz'deki ülkelerin bu alanda adım atmasıyla sınırlandırma konusu gündeme gelmeye başladı.
GKRY, Kıbrıs Türklerinin eşit haklarını hiçe sayarak Kıbrıs meselesi çözülmemiş olmasına rağmen 2003'te Mısır, 2007'de Lübnan, 2010'da da İsrail ile deniz sınırı anlaşmaları yaptı.
Bu anlaşmalara kıta sahanlığı haklarını ihlal etmesi nedeni başta olmak üzere birçok nedenle şiddetle itiraz eden Türkiye ve KKTC, bölge ülkelerini bu anlaşmaları yapmamaları konusunda uyardı.
Mısır, Yunanistan, Rum yönetimi ve İsrail tarafından Kahire'de oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile Türkiye, Libya ve Lübnan gibi aktörler saf dışı bırakılmaya çalışıldı.
GKRY, bölge ülkeleriyle görüşmelerinde Kıbrıs adasını bir "ana kara" gibi varsayarak "eşit uzaklık ilkesine" göre sınırlandırma anlaşmaları yaptı ancak kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırmasında eşit uzaklık ilkesi bir kural olarak zikredilmiyor.
Uluslararası hukuktaki temel kural olan "hakça paylaşım" ilkesine göre, adalara ana karalara kıyasla daha az kıta sahanlığı/MEB alanı verilebiliyor. Bu noktada adaların büyüklüğü, cephe uzunlukları, konumu, ana karalardan ne kadar uzak oldukları gibi birçok faktör dikkate alınıyor.
Yunanistan ve GKRY'nin tek taraflı adımları
Ankara Üniversitesi Deniz Hukuku Ulusal Araştırma Merkezi (DEHUKAM) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hakan Karan, konuyla ilgili AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, Doğu Akdeniz'de karşılıklı kıyısı bulunan devletler arasında kıta sahanlığı ile MEB sınırlandırılmasının, hakkaniyet temelinde varılacak bir anlaşma ya da mahkeme kararı ile sağlanabileceğine dikkati çekti.
Böyle bir anlaşmaya varılabilmesinin ilgili devletlerin iş birliğine gitmesinin hukuki bir zorunluluk olduğuna işaret eden Karan, "Gerek GKRY'nin 2000’li yılların başından itibaren yürütmüş olduğu sınırlandırma ve işletme hamleleri gerekse Yunanistan'ın Sevilla haritası temelinde Yunanistan'ın 12 kilometrekare büyüklüğündeki Meis Adası'nı merkez alarak Türkiye'ye deniz yetki alanı dayatma istemi, bölgede en uzun sahil şeridine sahip Türkiye'nin denizlerden dışlanmasına yol açacak tek taraflı devlet uygulamalarıdır." dedi.
Karan, buna karşılık Türkiye'nin menfaatlerini koruyabilmek adına, "bölgede yine dışlanmaya çalışılan" Libya ile deniz yetki alanlarını sınırlandıran bir anlaşmaya vardığını belirterek bu anlaşmayla Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı ile MEB sınırlarını resmen ortaya çıkardığını ifade etti.
"Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sınırları Türkiye tarafından ortaya konmuştur"
Türkiye'nin böyle bir anlaşmayı karşılıklı kıyısı bulunan ilgili ülke konumundaki Libya ile iş birliği temelinde yapmış olmasının "hukuka uygun bir yaklaşım" olduğunu vurgulayan Karan, şunları kaydetti:
"Bu anlaşma, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de sergilemiş olduğu Mavi Vatan politikasını desteklemesi ve Mavi Vatan içinde yer alan kıta sahanlığı ve ilanı halinde münhasır ekonomik bölgesini sınırlandırması icabıyla 1936 tarihli Montreux Konvansiyonu'ndan sonraki en önemli diplomasi atağıdır. Bu aşamadan sonra bu anlaşma var olsun ya da olmasın, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sınırları Türkiye tarafından ortaya konmuştur."
Karan, öte yandan bölgedeki diğer devletlerin iddia ettikleri deniz yetki alanlarının Türkiye'ninki ile çatışabilmesi ihtimalinin halen varlığına işaret ederek "Bu çatışmanın uluslararası hukuka uygun olarak Doğu Akdeniz'e kıyısı bulunan tüm aktörlerin katılımı ile hakkaniyet temelinde çözümlenmesi asıldır." dedi.
Bu yöndeki taleplerin Türkiye tarafından defalarca diğer aktörlere iletilmiş olmasına rağmen taleplerin kötü niyetle bugüne kadar teveccüh görmediğini kaydeden Karan, "Müşterek çözüme kadar da hakkaniyet temelinde oluşturulduğuna inandığımız resmi sınırlar, Türkiye'nin Mavi Vatan'ının bir parçası olup savunmaya değerdir." ifadesine yer verdi.
"Doğu Akdeniz-2021 Davet Tatbikatı" başladı
Türk donanması, Doğu Akdeniz'in en güçlüsü